Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
günün birinde patronlar da, ellerindeki medya kuruluşlarının ancak ve ancak özgür ve bağımsız medya kuruluşlan oldukları izlenimini yarattıkları takdirde değerli olabileceklerini göreceklerdir. Bütün bunların ötesinde ben de John Keane gibi, gerçek çok sesliliğin sağlanması için toplumsal birtakım önlemlerin de ahnması gerekliliğine inanıyorum. Yani, ekonominin amansız bir şekilde büyümeyi teşvik ettiği bir ortamda, çok önemli birtakım seslerin tamamen boğulup gitmesinin demokrasi açısından fevkalade tehlikeli olacağı ve yararh olmayacağı düşüncesindeyim. Yaktn zamanda bir gazetenin reklam verenlere santaj yapmasından sonra rakipleri dağıtım kanallartm kapattılar ve kıran kırana bir medya savası yaşandı. Bütün gazeteler ve medya da bunu takip ettiaym zamanda. Peki böylesine bir savasın yaşandtğı bir ortamla demokrasiyı sağlayabilmek mümkün mü? Bir süreçten bahsediyoruz tabii biz. Aslında, dana çok uzun yıllar sürecek olan bir savaşın bazı muharebelerini seyrediyoruz. Bu savaşlar 1990 yılından beri Türkiye'de vaşanıyor. 1990 yılı önemli bir yıl. Çünkü o yil Magic Box televizyonunun başlamasıyla Dİrlikte Türkiye'deki iletişim ortamı baştan aşağı değişti ve nitekım aşağı yukan on yıl sonra çok farklı bir biçim almış olduğunu görüyoruz. Ama daha en baştan birtakım çekişmeler, çatışmalar vardı. Hatırlayacaksınız, Uzan grubuyla, Ahmet Ozal arasında, daha sonra Erol Aksoy'un piyasaya girmesiyle beraber, onunla Hürriyet ve grubu arasında, Uzan grubuyla Aksoy arasında... Bu türden savaşlar dünyanın her yerinde yapılmaktadır. Nitekim, daha çok kıran kırana bir düzeyde devam edecektir. Çünkü boş araziler var ve bu boş arazilere doğru saldırılar yapılıyor. Daha çok bu yeni arazilerin nasıl paylaşüacağı üzerine birtakım kavgalar çıkıyor. Bu kavgalar çıkarken tabii, ortaya çıkan yeni durumun demokrasi açısından ne derece yararh olduğunun sürekli olarak irdelenmesinue fayda var. John Keane'in bu kitapta sorduğu soruları, yani medya ile demokrasi arasındaki Krantaranasavaş iliskilerin bütün bu gelişmelerden nasıl etkileneceği sorusunun ısrarla akılda ve gündemde tutulması gerekmektedir. Medyalann küreselleşmesiyle onlann etki alanları daha önce nafsalaya sığmayacak bir boyutta büyürken bu aynı zamanda dünyasal sorunların ulusaÛaşması ve hatta bireyselleşmesi anlamını da taşıyor. Çağımızda hepimiz medyanın demokrasi içindeki rolü üzerine kafa yormak zorundayız. Yani, bunlar, ben uetişim alanında doktora yapmaya basladığım yıllarda, 196O'lı yularda siyasal ortam içinde yine medyayla ilgili tartışmalar olurdu ama, asıl merkezdeki tartışmalar değildi bunlar. Daha çok büyük sermaye ile siyasal kurumlar arasındaki ilişkiler, siyasal ideolojiler gibi şeylerdi. Fakat günümüzde, medya ile demokrasi ilişkısi demokrasi tartısmalannın en merkezine gelmiş durumdadır. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyanın başka yerlerinde de böyle ve dediğim gibi genellikle daha önceden haritası çizılmemiş bir arazide ilerlemekteyiz. O takımdan bu savaşlar, bu itiş kakışlar daha epey zaman devam edeceğe benziyor. "Türkiye de dünyanın bir parçası ve Türkiye rüzgârlı oayır üzerinde olan bir ülke. Dünyanın her yerinde rüzgârlar bizi direkt olarak etkiliyor. Türkiye çok dinamik bir iletişim latoratuvarı görünümünde. Yani ben bir üetişimci olarak Türkiye'de bulunmaktan son derece memnunum. Çünkü iletişim olaylarının Türkiye kadar hızla yaşandığı başka bir ülke bulabilmek son derece zor. " çarpışma alanı çıkıyor. Bazı konuların yasalarla ilgili olmaaığı halde etik açısından tartışılması gerektiği kavramı illc defa özel televizyonların yaygınlaşmasıyla kamuoyuna mal oldu. Elbette yazüı basın döneminde de basının etik sorunlan vardı. Fakat o zaman pek etik kelimesi kullanılmazdı. Yazılı basında da bugünkü anlamıyla çok ciddi etik ihlallerin olduğunu Türk basın tarihinde görürüz, geriye doğru bakuğımızda. Bunlar daha çok yasal sorunlar olarak değerlendirilmeye çalışılır. Yasalann değinmediği konularda çok fazla tartışma yapumaz. 1990'lardan sonra bu imkânsız hale geldi. Çünkü özellikle televizyon haberlerindeki bazı olgular vasalarla yasaklanmış olmamakla beraDer, mesleğin ahlaki değerleri açısından önemli sakıncalar taşıdığı kavramı yavaş yava^ yaygınlaşmaya Daşladı. Birtakım haber büîtenlerinde insanlann özel yaşamlanna girilmesi, insanlann en manrem anlarının teşhir edilmesi, duygu sömürüsü yapılması, çocuklann sömürülmesi gibi konular yasalar tarafından düzenlenmedikleri halde toplumsal bir rahatsızlık uyandırdıkları için medya mensuplan arasınBasndaetik da "acaba bu yaptığımız doğru mu yan Eylülayından ıtıbaren medyada ve balış mı" sorusu tartışılır hale geldi. Ortasında etık konusu tekrar tarttjilmaya ba}da bir çelişki vardı. Bu çelişki de şuvdu: landı, bir gazetecinin kaynağını açtklama Halk bir taraftan özel televizyonların ya zorlanması olayt nedeniyle Medya huözellikle haber bültenlerinde, ama diğer kuksal yaptınmlann kenaı özgürlüklenprogramlannda da kendi ahlaki değerni kısıtlayacağını düşünerek bunu isteme lerini ayaklar altına aldığını, çok kötü mekle beraber, diğer yandan otokontro şevder gösterdiğini söyleyerek şikâyet lü tarttştıkları halde bunu da kurumsal ederken, öbür taraftan da AGB, reytingolarak uygulamıyorlar. Bu noktada denge leri bunlan yapan kanalların aynı zamanyı kurmale ve çözüm sağlamak nasıl müm da en çok seyredilen kanallar olduklarıkün olabilir? nı ortaya koyuyorlar. Şimdi, 1990'lardan sonra özel televiz"Çok saüyorsan haMmT yonıarın da ortaya çıkmasıyla, yeni bir Bu durum, medyanın kendısinin içinde bir çatlamaya ve bir durum değerlendirilmesi vapılmasına yol açtı. Babıali'de 1982'li yıÛarda "çok satıyorsan haklısın" anlayışı çok egemendi. 199O'lı yıllarda, televizyonun gelmesiyle birlikte medya yöneticileri arasında dahi her ne pahasına olursa olsun rating, her ne pahasına olursa olsun tiraj anlayışının doğru olmayabileceği görüşü uc vermeye başladı. Egemen hale gelai demeyeceğim, uç vermeye başladı ve bu uç vermeyle beraber medyanın kendi içinde etik konusunda birtakım tartışmalar başladı. Medyanın etik sorunları televizyon programlanna konu olmaya ve televizyon programlannda tartışılmaya başlancu. Ayrıca yazılı basınla elektronik basın arasındaki rekabet dolayısıyla, yazılı basının sanki kendisi sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi, bu türden tartışmalara televizyonlan suç layıcı bir üslupla karıştıklarını görmeye başladık. Daha fazla sayıda köşe yazannın bu konulan, hep televizyonlan suçlar bir durumda, aynı etik ihlalleri o günkü gazete sayfalannda da yer aldığı nalde, onlar sanki hiçyokmuşçasına gündeme getirmeye başladıklarını gördük ve hâlâ oradayız. Medyanın çok büyük bir güç olduğunu herkes görüyor. Bu güç eskıden başka kurumlara ait olan birtakım alanlara girmiş durumda. Bunların pek çoğunun işlevini ister istemez üstlenmiş durumaa. 199O'lı yıllann sonlarından itibaren bu konuda piyasada bir aynşmanm yavaş yavaş basladığım görüyoruz. Bu aynşma içinde gazetecüer kendi saflannı almaya başlıyorlar. Yani, meslek etik bilincini önemli sayan ve bunun için bir mücadele verilmesi gerektiğine inanan gazeteciler bir tarafa geçiyor, öbür taraftan gazeteciliği ya da haberciliği tamamen bir reyting ya da okur kazanma çabası olarak gören ve "beni çok insan seyrediyorsa o zaman ben doğruyu söylüyorum" anlayışına sanlmaya devam eden kesim yer alıyor. Bu iki kesim arasındaki tartışma günümüzde de sürmekte. Peki, şu anda Türkiye'de hangikesim çoğunlukta? Zannediyorum hâlâ, son tahlilde tiraj ve reytingin daha önemli olduğu görüşü ön planda. Onlar daha baskın durumdalar. Ticari rekabet çerçevesi belki bir yerde burada kaçınılmaz kılıyor. Ama artık o kesimde bulunanlar bile, 1980'lerdeki gazeteciler kadar küstah bir şekilde "ben çok kişi tarafından seyrediüyorum arkadaş, sana ne oluyor. Reytingin kadar konuş" ya da "tirajın kadar konuş" demiyorlar. 1980'lerde bunu çok daha rahat bir şekilde söyleyebiliyorlardı ve Babıali'de bunu kabul ediyordu. Medyadakı bu geltşmelere ve genişlemelere toplumsal olarak hazır mıyız sizce? Türkiye de dünyanın bir parçası ve Türkiye rüzgârlı bayır üzerinae olan bir ülke. Dünyanın her yerinde rüzgârlar bizi direkt olarak etkiliyor. Türkiye çok dinamik bir iletişim laboratuvan görünümünde. Yani ben bir üetişimci olarak Türkiye'de bulunmaktan son derece memnunum. Çünkü iletişim olaylannın Türkiye kadar hızla yaşandığı başka bir ülke bulabilmek son derece zor. Türkiye, daimayeni iletişim teknoloiilerini alıp kullanmakta kendısinden beklenmeyecek bir çabukluk gösteren bir ülke. O bakımdan ben Türkiye'nin yeni iletişim teknolojilerini kullanma ve dunyaya ayak uydurma açısından çok önemli eksikıikleri.olmadığı kanısındayım. Tabii, Avrupa Birliği ile bütünleşme olayı Türkiye'nin hazırlanma sürecini hızlandıracaktır, disipline edecektir. Şimdi Ingiltere'de beşinci TV kanalını açabilmek için senelerce tamştılar. Kraliyet Komisvonu raporu hazırlandı, komisyonlar kuruldu ve ancak çok uzun bir hazırlıktan sonra bunu yaptılar. Türkiye'de ise bu türden hazırlıklara hiç gerek duyulmadan birtakım şeyleri yapıyoruz. Bunun sonuçlarını da çok acı şelcİlde, deneyim > lerle yaşıyoruz. Teknoloiilerin toplumsal önemlerini önceden nesaplamak ve buna göre önlemler almak, kurumlar oluşturmak Türk toplumunun iyi yaptığı şeyler değil. O bakımdan ben, Türk toplumunu biraz abur cubur, biraz palas pandıras da olsa dünyadaki değişime hazır görüyorum. Zaten dünya, insanlaYani ya içinde olacaksınız ya da o kadar arkalarda kalacaksmız ki artık herkes sizden umudu kesecek. Biz tabii Türkiye'nin çok arkalarda kalan ülkelerden biri olmasını arzu etmiyoruz. • Medya ve Demokrasi/ Jobn Keane/ Çeviren: Haluk Şahtn/ Ayrıntı YayınLrt/182 s. Bir letlflm latoratuvan ra ÇOK daha fazla bir tercih tanımıyor. SAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 54