29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

men her yerinde farklı sayılan iletişim alanlannın arasındaki duvarlar kalkıyor. Zaten sorunlar da oradan çıkıyor. Bunun adı deregülasyon. John Keane'in de burada bahsettiği şey o. Yani eskiden telefon, bilgisayar, medya ve genel olarak komünikasyon birbirinden ayrı tutulan alanlardı ve yasalarla aralara duvarlar girmiştir. Fakat sonradan teknoloji bu ayrımların anlamsızlaşması sonucunu doğurdu. Bilgisayar bunun en belirgin örneği. Ortaya, çok sözü edilen "Convergions" dedikleri bütünleşme, birleşme olgusu çıktı. Günümüzde bilgisayar aynı zamanda bir iletişim aracı. Bütün temel iletişim becerilerini bilgisayarla yapabiliyorum. Şimdi durum bu hale gelince, bilgisayarları, telefonu, medyayı ve ötekileri birbirinden ayn tutmak teknolojik mantık açısından mümkün olmuvor, mümkün görünmüyor. Teknolojik duvarlar yıkıldı^ı zaman, dünyanm Çeşitli yerlerindeki hükümetler yasal duvarları da kaldırmaya başhyor. Deregülasyon dediğimiz şey o. O zaman ortaya müthiş bir bütünleşme çıkıyor. Her şey birbirivle bütünleşmeye.aynı çatı altında topıanmaya çalışıyor. Öyle büyük çatılar altına girmeyenler ya marjinalleşme; ya da piyasadan silinme tenlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Kapitalist ekonominin acımasız yasası bu. O bakımdan, şimdi Türkiye'ye geldiğimizde, Türkiye'de de benzer gelişmelerin olması kaçınılmaz. O nedenle bu gelişmeleri ben şaşırtıcı bulmuyorum. Bütün mesele şurada: Bu bütünleşmeler acaba basın ve yayın organlarının demokrasi için vazgeçilmez sayılan işlevlerini iyi bir şekilde yerine getirmelerine yardımcı mı olacak, engel mi olacak? Tartışmamız gereken şey o. Dediğim gibi başka türlü rekabet edebilmenin şu anda bir yolu, yöntemi görünmüyor. Demokrasi ortamında Ihtiyaç duyulduğu şekilde, yurttaşın gerçekleri öğrenme hakkına nizmet mi edecekler yoksa sadece kendi çıkarlarına mı hizmet edecekler? Bu güncel bir sorun olduğu için, öyle kolav, bir saniyede verilebilecek bir cevabı da yok. insanlara çok daha fazla seçenek tanımak vaadiyle yola çıkan bu görüşün, tam tersine insanlara çok daha dar bir seçenek vermekle kendisini bir köşeye sıkıştırdığını John Keane çok güzel bir şekilde anlatıyor. Bunu iletişim alanında serbest piyasaların kendilerini felç edici eğilimi olarak tanımhyor. Gerçekten bir noktada rating'lere bağlı olan ve başanyı sadece kârla ölçen sıstem, sadece belirli hareketleri yapan bir otomata dönüşüyor ve diğer hareketler açısından felç olrnuş gibi nem kendi kendisini felç ediyor, hem de uzun vadede topluma o türden sunum yapmadığı için, toplumun içinde çok ciddi bir sorun oluşturuyor. O yüzden John Keane bu kitabında ilginç birtakım öneriler ortaya koyuyor. Diyor ki; tamamen kamuya ait olan iletişim sistemleri ihtiyaçları karşılamakta yetersiz. Çünkü onlann kendilerine göre sınırlamaları var. Onlar, çok fazla pederşahiler, halka çok fazla tepeden bakıyorlar, çok yanılgın bir evrensellik modelinden yola çıkarak hizmet ediyorlar. Yani, BBC ile TRT'vari kamuya ait kuruluşların, toplumun iletişim ihtiyaçlanna tam olarak cevap veremediğini kabul ediyor John Keane. Öbür taraftan her şeyi serbest piyasaya bırakan özgür pi/asacı anlayışın da bir çeşit kültürel felçle sonuçlandığını tanıtıyor. Bunun üze rine diyor ki, "peki o zaman ne yapmak lazım? O zaman kamu hizmeti yapan, devlet dışı birtakım ara kuruluşlara ihtiyaç var diyor. Bu bir çeşit üçüncü sektör arayışı. John Keane de, medya alanında bir 3. sektöre siddetle ihtiyaç duyulduğundan bahseaiyor ve bunun somut birtakım önerilerini veriyor. Ancak "bunu kim finanse edecek, nasıl finanse edilecek" sorusu kolayca cevaplanamayan bir soru. Böyle bir sorun var. John Keane kitabında Dunun önerisini yapıyor. Yani, kamu hizmeti yapan piyasa ve devlet dışı iletişim kuruluşlan. îlginç bir örnek, ilginç bir öneri. Bu öneri üzerine düşünmek lazım. Bu önerinin olabilirliğı nedır? lnsanJar eğer gerçekten arzu ederlerse bunu oluşturabilirler. Şimdi dünyadaki örneklerin cok başarılı olduklan söylenemez. Mutlaka başka yollar bulmak lazım. Bu başka yollar neler olabilir? îşte benim hep aklıma gelmiştir; bu televizyon ve radyolann reklam gelirlerinden alınan paraların belirli bir yüzdesinin RTÜK yerine bir fona giderek buradan devlet müdahalesine imkân vermeyecek bir biçimde 3. sektöre aktarüması. Çok düşünülürse bunun yolları bulunabilir. Bugün RTÜK reklam gelirlerinin brüt % 5'ini alıyor. Böylelikle orta Ststemtaı drçmıta sester ya dev bir bürokrasi çıktı. Bir sürü binalar, 1000'in üzerinde çalışan insan ve üretime, kültür üretimine herhangi bir katkısı olmayan bir kuruluş ortaya çıktı. Çok büyük meblağlardan bahsediyoruz. Acaba bu meblağlar sözünü ettiğimiz türden 3. sektöre yönelse, üniversitelerin radyo ve televizyonlarının oluşturulmasında, belediyelerin radyo ve televizyonlarının olusturulmasında, derneklerin radvo ve televizyonlannın olusturulmasında kullanılsa, belki tamamen ticarete ya da devlet kontrolüne dayanan, şikâyetçi olduğumuz sistemin dışında Dİrtakım seslerin de ortaya çıkması söz konusu olabilir. Bu noktada, şu anda var olan bu sıstemde sermaye sahtplertnin ve medya patronlanmn yert nerede, medya ve demokrasiçerçevesinde düşünürsek Medya çok büyük ve önemli bir güç. Fakat medya patronları bu gücün farktndalar mı, yoksa düşündüklert sadece daha fazla kâr elde etmek mi? Medya patronlan gittikçe daha fazla bunun farkına vanyorlar. Tabii, bir incelme süreci söz konusu. Bundan kastım şu: Türkiye'de pek çok işadamı televizyona özellikle bir çeşit nüfuz kaynağı, bir çeşit itibar değirmeni gözüyle baktığı için yatırım yapıyor, giriyor. Bu insan1ar yayına değiller, gazeteci değiller, gazetecilik misyonunun tamamen dışından geliyorlar. Iletişimcilik misyonunun tamamen dışından geliyorlar ve aldıkları televizyon kanalına ya da kanallarına daha çok kendi ticari çıkarlarının bir uzantısı olarak bakıyorlar. "Eğer günün birinde rakibim bana kendi televizyon kanalıyla saldırırsa, benim ona karşı bir kalkanım olsun" diye düşünüyorlar veya "ben bunu rakiplerime saldırabilme amacıyla kullanabüirim" diye düşünüyorlar. Ama en önemlisi, sadece parayla elde edemedikleri sosyal ve siyasal itibarın kendilerine "meaya patronu" sıfatıyla gelebileceğini düşünüyorlar ve paraları yatırıyorlar. Örneğin sırf zengin olduklan ve ekonomik anlamda güçlü olduklan için davet edilmedikleri birtakım yerlere Çankaya'ya, başbakanın dış gezilerine "medya patronu" sıfatıyla gidebileceklerini biliyorlar ve bunun Kendilerine hem siyasal hem de ticari bir rant sağlayabileceğini düşünüyorlar. Bu nedenle bu alana giriyorlar. Bu ilk kuşak. Bir müddet sonra bunun yeterli olmadığını kendileri de eörüyorlar. Yani ilk "kaba dönem". Çünkü, seçenekler çok olduğu için ve halk da aptal olmadığı için, bir televizyon kanalı, patronun çıkarlarının kaba bir borazanı olarak kullanıldığı zaman seyircisini kaybediyor. tnanırıığını da kaybediyor. Bir müddet sonra bu medya patronları kaybettikleri inanırlığı ve itibarı yeniden sağlayabilmek için ya bu sektöre yeni paralar yatırma zorunluluğu hissediyorlar, yahut da bu sektörden geri çekiliyorlar. Somut örnekler de verebüıriz. Mesela Türkiye'de bir televizyon kanalının patronu başlangıçta sahip olduğu bu kanalı tamamen kendi ticari çıkariannın bir avukatı olarak kullandı. Bazı akşamlar haber bültenlerinde birinci haber, onlann avukatının rakiplerinin avukatı aleyhine verdiği dilekçeydi. Fakat bir süre sonra diğer rakipleri de ortaya çıkınca, bu televizyon kanalının patronu kendi haberlerini kimse tarafından seyredilmediğini, seyredenlerin de ona inanmadığını gördü. Bunun üzerine bu işi yaptırdığı kadroları kovdu, çok paralar harcayarak yeni bir kadro aldı. Bu bir itibar ve inanırlık yenilemesiydi. Hâlâ bu kanalı kendi ticari amaçlan için kullanıyor, ama eskisi kadar kaba bir şekilde kullanmı yor. Daha rafine bir şekilde bunu yapıyor. Bu ikinci aşama. Üçüncü aşama ise, bahsettiğimiz aşama, istenen özcrklik aşamasıdır. Çünkü öyle zannediyorum « SAYFA S IMedya patronu' Büyüme özgürleştlrecrif nHT Dünyadakı medyanın gcnıslemesiyle birlikte, Türkiye'de bazı köşe yazarlart, burada da medya kuruluşlannm büyümeleri ve daha fazla ekonomik güce sahip olmalan durumunda daha çok özgür otacaklanm ifade ettiler. Şu anda TimeWarner ve AOL evliliğinden çtkışlı olarak bu tarttşılıyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Yanı bu büyüme gerçekten ö'zgürlestırecek mi medyayı, hareket alam daha mı büyüyecek? Şimdi, John Keane'in kitabında bu sizin sözünü ettiğiniz savın Rupert Murdoch adlı medya patronu tararından dile getirildiğini ve John Keane tarafından eleştirildiğini görüyoruz. Çünkü "ölçeklerin büyümesi insanlara hizmet olanaklarını gcliştiriyor, artık biz onlara istediklerini daha fazla verebiliyoruz. Tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi" diyor Rupert Murdoch, "iletişim alanında da müşteri daima haklıdır, halk ne istiyorsa onu vermekle mükellefiz ve biz halka istediğini veriyoruz ve halka istediğini verdiğimiz için halk da bizi daha fazla izliyor ve bizim kuruluşlarımız daha çok seyirci çekiyor, gazetelerimiz daha çok okur kazanıyor" diyor. Ancak, John Keane'in de çok güzel bir şekilde anlattığı gibi, bu görüş kendi içinde kendi yıkılışının tonumlarını da taşıyor. Çünkü her şey piyasaya bırakıldığı ve müşterinin daima haklı olduğu savından yola çıkıldığı zaman, toplum içindeki azınlıkların ki bunlara zevk azınlıkları da dahil gittikçe daha fazla ihmal edildiğini, gittikçe daha marjinal bir duruma itildiğini, onların istedikleri türden programların, onların istedikleri türden gazetelerin, kitapların, CD'lerin, filmlerin gittikçe daha az yapılır hale geldiğini ve böylece CUMHURİYET KİTAP SAYI S4S Blr dönem Amerlkadakl bazı ünlversltelerde ders vermi$ olan ve $u anda Bilgl Üniversiteslnde öfiretlm üyeliOI yapan Haluk $ahln, aynı zamanda medyanın içlnden blrt.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle