Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ateiztn tnantna, tnanmatna Üzerine Bir Tartışma/ Robın Le Poidevin/ Çeviren: Abdullah Yılmaz/ Aynntı Yayınlan/ 231 s. "Bu kitabın bir politik mesajı varsa, o da hoşgörü çağnsıdır. Ateisder ve Tann'ya inananlar eğer birbirlerini anlayabilirlerse yan yana banş içinde yaşayabilirler. Ve taraflardan biri ötekini ahlaki olarak yoz ya da akıl dışı olarak elinin tersiyle ittiği müddetçe, karşılıklı anlayış ortamına hiçbir zaman erişilemeyecektir. Başka şeyler bir yana, din üzerine felsefi düşünce üretmek tam tersine karşdıklı anlayışı öne çıkanr. Ve doğrulama yükü yalnızca Tann'ya inananlann sırtında değildir. Ateisder, hatta dünya hakkında pozitif bir önerme ortaya koymakla ilgilenmeyen ve hayadannı basitçe Tann'ya referans yapmadan sürdüren ateisder de doğrulanmaya muhtaç varsayımlarda bulunurlar. Bu kitabın başlığında yansıtılan düşünce şudur: Ateizm, karşısında olduğu kadar yanında da tezler ileri sürülmesi gereken bir şeydir." diyor Türkçe basımdaki önsözde Robin Le Poidevin. Tünel/ Ernesto Sabato/ Çeviren. Pınar Savaş/ Aynntı Yayınlan/ 140 s. Yirminci yüzydın ilk yarısında yazılmış; ama insanlık kadar eski, insanlar yaşadıkça var olacak ruh hallerinin dibine kazılan bir "tünel" bu kitap. Özdeşlik arayı§, aşk, tutku, şüphe ve cinayet... Sıradanlığın ve sanatçı ruhunun, aklın ve içgüdünün birbirine kanştığı girdaplarda soluk soluğa bir yolculuk. Bizi götürdüğü yer ise daha ilk cümleden belli: Ben "Juan Pablo Castel, yani Marîa Iribarne'yi öldüren şu ressam..." Varoluşçu bir antikahramanın cinayet itirafnamesidir Tünel. Fransızca'ya çevrilmesini Albert Camus'nün önerdiği, Graham Greene'in hayranlıkla karşdadığı bir başyapıt. Ernesto Sabato'nun felsefi ve edebi evrenindeki yolculuğunun da ilk adımı. Tünel, çağımızın temel entelektüel sorunlarını, toplumlann ve ruhlarımızın karanlık, izbe köşelerini didikleyen bir üçlemenin ilk kitabı. Yaratıcdık, dışavurum, istense de istenmese de, sonuçta, en azından tek bir kişiyle duygudaşlık, anlamdaşlık için değil midir? Ya böyle bir İuşiye rastlarsa yaratıcı? Işte, ressam Castel'in öyküsü böyle bir rasdaşmayla; Maria'yla başlar. Kurtarıcısını, tüneldaşını bulmuş gibidir. Marazi bir ruh taşkınlığıyla sanlır Maria'ya... Aşkın, takıntının, kuşkunun, kıskançlığın, sıkıntı ve deüliğin kol gezdiği Castel'in dünyasında gerçeklik duygusu adım adım yitirilir. Geride ne yaratıcı, ne de yaratı kalır. Cinayet de çözümsüzdür, kalıcı olan tek şey sonu gelmeyen kuşku döngüsüdür. Iflah olmaz aşklan, ruh tutulmalannı bilenler için... Öteye Adım Yok Ötesi/ Maurıce Blanchot/ Çeviren Nami Başer/ Ayrtntı Yayınlan/ 167 s. Düşünürlerin düşünürü diye nitelendirilen Maurice Blanchot 'dan felsefe alanında özgün bir yapıt: Öteye Adım. Iki anlama çekuebilir sözleriyle, yazdıklannı aynı zamanda bozan havasıyla, söylendikçe bilmece özelliklerini koruyan parçalanyla, pazann kendine özgü dünyasını son derece somut bir biçimde kavratan, ödün vermez bir dille öne süren özdeyişler dizisi. Birbiri ardı sıra gelen, ama hiçbir zaman tam olarak birikemeyen bu sözler sesleniş de olabiliyor. Korku, geri çekilme, tehdit de. Sanki bu özdeyişler tamamlanmamış, sanki hiçbir zaman son özdeyiş gelmeyecek; çünkü bütününde böyle bir son özdeyiş havası var. Evet, doğru: Özdeyişlerin sonsuz olarak çoğaltılabilecek bir yapı eksiklikleri var. Okur yerine göre onlara daha yakın, daha uzak konumlarda bulunabilir. Yerine göre onları tamamlamak ya da onlardan uzaklaşmak okuyucunun gücüne bağlı. îlk yazdıklarından başlayarak yazann saplanıp kaldığı, bırakmadığı ana düşünceler değişmiş de diyemeyiz bir yerde: Blanchot'un önem verdiği konular yine aynı; yazı, yokluk, ölüm, uzaklaşma, göçme... Elbette bütün bu konular alttan alta, dönüşümlü olarak, kendilerinin karşıdanna da gebedir; yazı konuşmaya dönüşebilir; yokluk varlığı çağırabilir; ölüm canhlık kazanabilir; uzaklaşma yaklaşmalarla çoğalır; göçme, yeniden doğmalarla bitebilir. Bu dönüşümün, bu karşıdarın bir birlikleri yoktur ama. Bir yerde bir tür birSAYFA 22 sizlikleri, birolamamalan bulunuyor. Işte bu bire dayanmama, birlikten uzaklaşma, Blanchot'yu 196O'lı yıllardan başlayarak bu konuyu sürekli işleyen yazarlann öncüsü durumuna getirmiştir, yapıdanna sürekli başvurulmuş, tutumu örnek alınmıştır. Aynı zamanda öteye aalan adımı ve bu atılım aracıhğıyla ulaşılan "Ötesi" olmama durumunu inceliyor burada Blanchot. Bir yerde de bu dönüşüm düşüncesini diyalektik olarak ele alan Hegel'le ve sonsuzlaştıran Nietzsche'yle de bir tür söyleşiye girişiyor. Okur, burada, bu sözsüz söyleşinin tanığı. Öteye attığı adım kadar ötesi olmayan ülkede konaklayacak o da. Freud SavaşlanPsikanaliz ve Tuundan/ Jobn Forrester/ Çeviren Hakan Atalay/ Aynntı Yaytnlan/ 303 s. Hakkında yazdanlann çokluğu bie ' > Freud'un yirminci yüzyıla damgasını vurduğunu göstermeye yeter. Psikanaliz biliminin uygulayıcı' a n Şevkk bu disiplini geliştirmeye çalışırken, psikanalizkarşıdan da Freud üzerine ciltler dolusu araşürma yayımlamaktadır: Freud hangi çayırda mastürbasyon yapardı, Freud'un hastalan gerçekte hiç var olmuş muydu, Freud eşcinsel miydi, Freud nasd bir Yahudi domuzuydu, nasd olup da böyle zevksiz ve hantal bir antika koleksiyonuna sahip olabiürdi? Forrester, Freud Savaşlan'nda, değerli bir uygulayıcısı olduğu psikanaliz biliminin kurucu babası Freud'a karşı görevini hakkıyla yerine getiriyor; büyük bir sabır ve titizlikle, Freudkarşıdannın mahalle dedikodusu niteliğindeki saldırılanna karşı psikanalizin temelleri, kurallan ve gelişimini aynntdandıran bir dalgakıran inşa ediyor. Bu inşa sürecinde, Freud'un yakın çevresiyle ilişkileri, antika koleksiyonu, düşleri ve "osuruk" ve "bokbilim" üzerine düşünceleri dahil, eleştirilere malzeme olan tüm yönlerini psikanalizin aykın ve edepsiz doğası içinde tek tek irdeliyor. Psikanalizin bir Naziyönelimli aldatmaca olup olmadığı konusuyla başlayan tartışmayı, Hollyvvood sinemasından boyalı basına genişletiyor; gündelik hayatımızın her alanına yayılan ve gönül rahatlığıyla benimseyiverdiğimiz bu alanın bir doğabilimi olup olmadığı tartışmasına doğru adım adım ilerliyor. Oldukça esprili tarzda yazılmış ve rahat okunan kitabın sonuna bir de Usta Freud'la yapdmış hayali bir söyleşi eklenmiş. Forrester, ustasına yönelik akü almaz eleştirileri yanıtlama uğraşından bitap düşmüş, Freud'un divanının huzuruna sığınıyor. Ve azan işitiyor: "Beni ölüler diyanndan kaldınp buralara getirmeye nasd cüret edersin?" Şüphesiz, adı bu kadar sdt duyulan birinin hangi çayırda mastürbasyon yaptığı merak uyandırmaya devam edecek; Freud Savaşları, psikanalizin insan zihninin çalışma biçimine dair yarattığı devrimi gözler önüne sererken, mastürbasyon konusunun merakldannı da aydınlatıyordur belkikim büir? Zenciler//e>a« Genet/ Çeviren: Nami Ba}er/ Aynntı Yaytnlan/ 92 s. Çağımızın en aykın yazarlanndan olan Jean Genet, şiir ve romanlannda ya kendini ya da kendine yakın bulduğu çevreleri anlatırken; oyunlannda, kendini özdeşleştirdiği, toplumun dışında yaşamayı seçen insan topluluklannı dile getirmiştir. Büyük Gözaltı'nda mahkumlan, Balkon'da genelevde yaşayanlan, Hizmetçiler'de hanımlannı ortadan kaldırmak isteyen hizmetçileri anlatan Genet, Zenciler'de ise Batı uygarlığının baskı altında tuttuğu siyah derilileri konu edinmiştir. Amerika'daki KaraPanterler'i, onlarla beraber savaşacak kadar destekleyen Genet için zenci lider Angela Davis, "O olmasa davamıza bu kadar sahip çdtamazdık" demiştir. Batı uygarlığında akıl bir kontrol mekanizması, bir deli gömleği olarak kullandmıştır. Beyaz adamın düzenine karşı çdcan zenciler, büinçdışı tadına doyum olmayacak bir ustaldda yerleştirilmiştir. Her bölüm zamanı geldiğinde, bir darbe, bir vuruş, bir nağme özelliği taşır; sonra yerini bir diğer vuruşa, bir diğer nağmeye bırakır... Okumalarına müziği de katmak isteyenler için... Seni Sevmiyorum//«/ww Bames/ Çeviren: Serdar Rıfat Kırkoğlu/ Aynntı Yayınlan/266 s Seni Sevmiyorum, aynı kadını seven iki erkekle bu kadının dosduk, aşk, kıskançlık ekseninde gelişen GHİ üişkilerinin ve yaşama dair p e k çok şeyin sorgulandığı son derece değişik bir roman. Aşk üçgeninin köşelerinde d u r a n kahramanlardan her biri, kendi sıralan gelince söz alıyorlar. JuHan Barnes, etkili bir kamera tekniği yöntemi ve her zamanki eşsiz ironisiyle, kahramanlan n ı n gönül yaralannı en acıtıcı noktalardan deşiyor. Stuart; kurallara aşın bağlı, ayaklan fazlasıyla yere basan ve aradığı ideal kadını bir türlü bulamamış bir bankacı; Oliver ise, o n u n tam tersine, dışa d ö n ü k bir hayli delişmen, oyunbaz, alaycı bir dil öğretmeni. Bu iki kadim dost, tablo restorasyonuyla uğraşan Gdlian'a âşdc oluveriyorlar ve b ü t ü n dengeler altüst oluyor. Sonuç elbette: Yara alan dosduklar, kıskançlddar, eleştiriler, öfkeler, alaylar, uzun söylevler, iç monologlar; kısacası, insana özgü olan her şey... Gillian, inip kalkan aşk tahterevallisinde kimi zaman Stuart'ın kuni zamansa Oliver'ın yanına oturuyor ve bir taraf h e p aşağıda kalıyor. Seni Sevmiyorum işte b u 'aşağıda kalış' duygulanımlan n a dişkin, yazınsal tatlarla dolu, son derece değişik bir roman. Acaba paranın egemen olduğu g ü n ü m ü z dünyasında 'aşk' da piyasa güçlerine göre mi işler? Yoksa aşkın kendine özgü bir k a n u n u ve geçerldiği mi vardır? Aşkın gerçek bir değeri varsa, b u değer nedir? Yoksa, aşk, eninde sonunda hayal kınklığı yaratan bir yandsam a d a n mı ibarettir? Ya da aşk, seks yaptdctan sonra birinin size " C a n ı m " demesini sağlayan bir avuntu mud u r sadece? Julian Barnes, g ü n ü m ü z tngilteresi'nin toplumsal yaşamına ilişkin olağanüstü biçimde aynntı . lı, sözcük oyunlanyla, kültürel ve yazınsal göndermelerle d o p d o l u bir tablo çizerken, işte b u can alıcı sorulann yanıtlannı da anyor. Yolu aşka düşen herkesin okuyacağı bir kitap. Ö nın, kontrol edilemeyen süreçlerin, baskj altına aJınan Tarihin Yapısökümü/ Alun Munslotv/ Çeviren: Abdullah Yılmaz/ Aynntt Yaytnlan/ 291 s Bir insanın yüzündeki çizgilere bakarak neleri yaşadığını çıkarabilir miyiz? Kaldı ki ortada kendisi değil de bir fotoğrafi, heykeli ya d a resmi varsa, b u n l a r o insanın yaşadığı gerçekliği ne kadar yansıtır? Dolayısıyla çizgilere bakdarak yazılanlar ve b u yazdan okuyanlann yazdıklan nasd bir tarihtir? Geçmiş ve bir daha geri gelmeyecek hayat deneyimini bıraktığı izlere bakarak aslına uygun olarak yeniden yaratmak m ü t n k ü n m ü d ü r ? Yani nesnel ve tek bir tarih yazdabilir mi? Yüzdeki aynı çizgilerden h e m aşk acısı h e m geçim sıkıntısı h e m d e kurak iklimin izleri okunabdiyorsa, tarihçinin k u r d u ğ u tarih metninin edebiyatçının k u r d u ğ u öyküden farkı nedir? İşte Alun Munslow, Tarihin Yapısökümü'nde b u sorulara yanıt arıyor. Tarihe, özellikle kendi tarihine çok meraklı olup da tarihçi ve tarih metninin kendisi üzerinde pek durmayan bir entelektüel iklimde b u sor u l a n n hayati ö n e m i ortadadır. Foucault'ya göre ifade edersek, tarih geçmiş hakkında tarihçderin çağdaş söylemlerinden ibarettir ve b u tarih, her bdgi gibi iktidar dişkderinin kurulmasında ve sürdürülmesinde kullanıhr. Munslow b u kitapta, pozitivist ve ampirist tarih anlayışlannın eleştirisi temelinde, postmodern tarih anlayışına bir giriş yapıyor ve sorunlarını tartışıyor: Tarih salt zdıinsel ya da salt ddsel bir kenddik olmadığı gibi nesnel de olamaz. Geçmişten bize kalan izler vardır. Ama b u izler kendi başlanna dilsizdir: O n l a n ddlendi ren tarihçidir, Tarihçi, fiilen var olan geçmişe açıklayıa, bütün duygulann sembolüdür Genet'de. Dans, kendinden geçme, çığınndan çıkma ve müzik belirleyici özelliklerdir. Yirminci yüzydın büyük müzisyenlerinden Pierre Boulez'e göre Zenciler, "opera"ya yaklaşan bir yapıttır. Oyun, her şeyden önce, hızlı bir ritmin oluşturduğu bir ezgi olarak çıkar karşımıza; oyun içinde oyun, yabancdaştırıcı öğelerin çoğaltdması, seyirciyi tedirgin edici özelliklerin vurgulanması, yadırgatıcı konuların seçimi; birbiri ardı sıra gelen sahnelerin içine ideolojik, siyasi nedenlerle hikâyeler dayatarak bir anlatı, yani tarih yaratır. Daha doğrusu, Foucault'nun "epistem"lerinin art arda dizdişi gibi, mecazların akışıyla yaratdan bir anlatıyla gerçeklik etkisi yaratır tarihçi. Ddin gerçekliği ne kadar yansıtabildiği, tarih ve tarihçinin neyi anlattığı, tarihsel gerçeklerin ne kadar gerçek olduğu sorulan ortadayken yine de tarih yazılabdir mi? Yoksa şöyle mi demeliyiz: Tarih mümkün değildir, geçmiş olsun... • CUMHURİYET KİTAP SAYI 5'