Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
sanlardan geriye ne kalırdı? Yazı insantn varlık koşuludur, yaşama koşuludur. Nermi Uygur yazma eylemini büyüteç altına aldığı DenemeliDenemestz(*) adlı yapıtında ağırhklı olarak bu konu üzerinde durur; ona göre yazı: "Zaman içinde ne çok yapısal değişikliklere uğrasa da, karşıağırlıklı biçim ve özlerin basıncıyla ne çok sendelese de, (...), insanın vazgeçilmez yaşama koşuludur." (s. 215) Bir ölçüde söz de biz insanların bedenini aşmasını sağlayabilir; ancak söz bağlamında bizden hemen sonraki kuşakların bedensel varoluşlarıyla sınırlı kalırız ve sonunda da unutulup gideriz. Oysa yazı öyle mi? Yazıya geçmiş, yazılı olarak sunulmuş olan düşünceler eşzamanlı ve artzamanlı olarak bizi çok ötelere götürebilir/götürür; bizi bedenimize, şimdi ve burada olana sözün her anlamında tam da somut olarak bağlanmaktan kurtarır; kendimizi aşrnamızı sağlar. Bizi hem kendimizle, hem başkalarıyla, insanıinsanla buluşturmanın yollarından biri, hatta en önemlisi olan yazma eylemine yönelmenin ayrıntılarını gelin Nermi Uygur'la birlikte kavramaya , anlamaya çalışalım: Kendimizi kendimize açalım. Bu kez, deneme yazmada özellikJe somutlaşan yazma eylemine odaklanarak bize ulaşmaya, bize kendini (aslında bizi bize) açmaya çalışan Nermi Uygur, öteden beri gündemde yer verdiği izleklere bir kez daha yöneliyor; büyük bir titizlikle ve kendine özgü fenomenolojik tutumuyla yazma eyleminde (: deneme yazarlığında) derinleşiyor; tüm yaşamı (: doğayı, insanı) kucaklıyor ve bizim de kucaldamamızı sağlıyor; bizi bize tanıtıyor. Ona göre yazmak çalışmaktır; yazarlık "bir şeyler yapmaktır, Dİçimlemektir, işlemektir, ortaya koymaktır" (s. 12). Yazar dili işler, yazmak yaşamaktır, yazarlık insanın kendisini başkalarına, kültürtarih ortamına bağlamaktır. Herkesten önce kendine hesap vermenin gerekliliğini her zaman duyumsayan N. Uygur, bu kez yazma eylemine deneme yazarlığına ilişkin hesap verme işine girişiyor: "(...) her kitabım bir gereksinim birikimini giderme dayanılmazlığının sonucu: Yazarken adını tam koyamasam da, bir itilim tedirginliğini sözüm ona dinginliğe erdirme çabasıyla sarılıyorum kaleme kâğıda." (s. 20) Yazma uğraşı onda "Dipten gelen" bir itiliştir (s. 21); yazmak kendini gerçekleştirmektir (s. 23); yazarlık bir anlam kaynağıdır (s. 25). Nermi Uygur biz okurlarını öteden beri "deneme" dünyasına sokmuştur. Çünkü insan yasamını tüm ayrıntılannda en iyi biçimae veren yazma türüdür deneme; alanlararası bir yazma etkinliğidir deneme; hiçbir dizgeye tam da yerIeştirilemeyen yaşam dünyası gibi deneme de şu türden ya da bu türden bir yazma etkinliği değildir. "Dünyasız edemediğim için, gerçekliğe saygı duyduğum için, gerçekük ötesi niçbir şeyin unutulmasına boyun bükemediğim için deneme yazıyorum. Şöyle ki: Her şeyim dünya her şeyim dünyada, dünya ile varım, dünya yoksa yokum, varım yoğumla dünyadayım. Deneme yazıyorum: Dünyayı yazıyorum, olanca kıyibucağıyla, girdiçıktısıyla dünyayı kendimce yansıtmak istiyorum denemelerimde. (s. 34) Çünkü kendine verdiği temel ödev, "dünyayıdahayasanırkılma ödevi"dir (s. 101). Denemede bu ödevi yerine getirmeye çabaladığı gibi, denemeci tutumu ayrıca dünyayı anlama ve değiştirme ediminedeyöneliktir (s. 102). N. Uygur, denemede, deneme yoluyla aynı zamanda filozofun en temel amacını da gözler önüne seriverir: Deneme kılığında, yazıda dışavurulan söz artık düzsöz değildir, etkisözdür. Çünkü asıl amaç, insanın kendine yakışanı yapmasıdır; sözün yazıya dökülmüş sunumuyla dünyayı değiştirmektir: Nice olumsuzluklar gölCUMHURİYET KİTAP SAYI 541 Yazmak çalışmaktır gelese de, dünyayı gereğince yüceltmekle birlikte, gereken yerde, gücüm yettiğince yazıyla değiştirebileceğim bir eylemalanı diye anlayıp sarılıyorum denemelere." (ss. 3435) DenemelerN. Uygur'un "gerçeklik ile en özgürce tasarımsal oyunlara giriştiği açık alanlar"dır (s. 34). "Açık varlık" olan insana tam da uygun düşen bir durumu yansıtmaz mı bu saptama? "İnsanın olanaklar varlığı ve bu nedenle açık varlık oluşu, belki de yazı bağlamında en yetkin biçimde denemede somutlaşmaktadır. "Deneme"yi deneme konusu yapan, deneme bağlamında "yazma" edımine yönelen N. Üygur'a göre deneme çok bileşenli bir yapıdır; deneme sınırsızlığın sınındır; deneme bitmemişliktir, yaşamın kendisidir (ss. 9091). Bu oluşum içersinde onun filozofluğu ve deneme yazarlığı bütünleşir; yazıfarı "Deneme ile felsefenin ayırt edilmez bir öz ve biçimle birbiriyle kaynaştığı yazılar (...)" (s. 49) olupçıkar. Nermi Uygur un tüm söyleminde doğa ve kültür izleği baştan beri ağırlıklı bir yer alır; bu kez "Zeytinsi Deneme" (ss. 121170) bunun en açık kanıtı durumunda. "Zeytinsi Deneme"yi tüm oylumuyla okuyan, anlama çabasına giren biri, kendini, kendi insanlığını bilinçlice yaşamaya çalışan, doğainsan dünyası içinde savrulup gitmeye direnen, daha ötesi savrulup gitmemek gerektiğini ayrımsayan kişi haline gelir. Kişi, bütün bu ilişkilerde anlam veren, anlam gerçekleştiren, her türlü varolanı kendi dünyasının içine çeken, simgeleştiren varlık olduğunu olanca somutluğu içinde yakalar: "Simge, yaşamadünyamızı, insan olmanın derinlerinden fışkıran bir çiçek gibi renk renk bir bahçeye dönüştürür. Simgeleştiren, dolayısıyla da simgeler ortamında yaşayan, başarısı başarısızlığıyla her şeyini simgelere borçlu olan bir canlı varlıktır insan. Simgeleştirme işlemiyse: Doğanın kültürün bir öğesi ile başka bir öğeye atlamak; böylece bir şeyden kalkarak başka bir şeyi belirli bir yetiyle, önem ve anlamla donatmaktır." (ss. 139140) insan doğa üzerinden, doğa aracılığıyla kendini anlayan bir varlık olarak kendini duyumsar, algılar ve bu yolla "özbükülüm' ü de gerçekleştirir. İnsan doğasına en yaraşır yazma edimi olarak deneme de "kendi üzerine bükülür (...) Bundan da doğal bir şey tasarlanamaz. Bilinç, bilinç doğurur; bilinçten bilince oluşan özbilinçtir bu: Hep daha çepeçevre saydamlığa doğru bir uzanış. Yaşayıp yaşatan kesintisiz bir içtendışlara, dıslardan içlere sürekli gidişgeliştir özbilinç. Böylece her deneme: Ergeç deneme üzerine deneme'ye dönüşür." (ss. 173174) Öznel dünyanın tüm girdi çıktısı ancak denemede kendini acabilir; bu bağlamda artık tüm izlekler birbirine dolanır: Güneşle'den (1969) bu yana kendini dokuyan deneme "yazı ile işbirliği yapmak' (s. 214) olur; "sevgi" (s. 251) olur. Bir kez daha sorabiliriz: "Deneme aslında nedir?" Deneme, insan dünyasında, bireysel gelip geçici olanda büe evrenseli yakalamak değil midir? Nermi Uygur bunu açıkseçik bir biçimde ortaya koyar: "Bakıyorum da, denemelerimde, en gelip geçici diye bilinen şeylerden söz ederken bile, çoğun, insanın insanolma yollarında yürüdüğü sürece hep gündemde kalacak olan şeylerden hiçaynlmamışım." (s. 251) relsefe de bireysel olanla evrensel olan arasındaki gerilime işaret ettiğine ve bu gerilimi evrensel öğelere dikkatimizi çekerek çözümlediğine göre "felsefi söylem"in öteki adı "deneme" olamaz mı? Öte yandan felsefe insan doğasına en yakışan düşünme yolu değil mi? Bu düşünme yolu da kendine en uygun olan iletme, bildirme yolunu/oluğunu çokça denemede bulmuyor mu? • (*) Denemeli Denemesiz/ Nermi Uygur/ Yapı Kredi Yayınları/ htanbul, 1999/25Is titrek yaşımı bağışla' (s. 8) Serap Erdoğan, aşkla anne arasındaki usta benzerliği yakalamış bir ozan. Oldukça sık dokumuş yalnızlığın ketenini, şiirin iç dokunuşunu. Sesle fazla oynayayım derken 'böğürtlenin bordo abukluğu' şibi yanılgılar taşıyan anlamara varan, 'buğulu puhu' gibi ses titreşimlerine yenik düşen bir kelime telaşı, sıkışıklığı yaşıyor. Bu kadar kelimeyi bir arada düşünmeninyalınlığı bozacağı telaşını taşımıyor, kelimelerden korkmuyor bir de. Onların pervasız kullanılacağını söyleyip duruyor. Ama ille de aşk! Onu her yere sıkıştırmadan edemiyor. Hep yaralı aşklarla başlıyor işe. 'yine de yalpalayan ömrün sağlam tarafındayım uzun uzun ölebilirim' (s. 26) Serap Erdoğan sanırım, genç bir ozan; hem bayan, hem degenç olmanın kusurunu taşımıyor bir kere. Çünkü bayan olmanın kısır döngüsüne kapılmayacak kadar cesur, atak, kelimelere özenli ve kılıç gibi oraya buraya savuruyor dizeleri. 'çamaşırlarız, renk veren birbirine' (s. 35) diyecek kadar tutarlı dizelere de tutunuyor. Hem sıkışık, hem ayarlı. Tüm bu gençlik sorunlannı aştığı yerde bir büyük ozan bekliyor bizi. 've sen ağnlı öğretisini reddettiğim aşk!' (s. 37) Bence ilk kararı aşktan yana vermeli. Bunun hayatımda, usumda yeri nedir, neresi kalmalıdır? Aşk benden nelergötürdü, neler getirebiıir? Belki bu uğurda aşktan bile sıyrılmalı, ve de daha kararlı davranmalı, aşk yaşamı ıskalamalı belki de. Onu orada yeni bir ozan bekliyor olmalı. Daha ileri bakışlı şiirleri yazdıracak. Kadın olmanın aşıldığı yerde. 1998 Arkadaş Z. Özger şiir ödülünün o yılki şiir jürisinde, işte bu nedenlerle Serap Erdoğan'm kazanması için ısrar ettim. Çünkü genç şiir ortamının, belli k. îskender'den, Selim Temo'dan ve daha nice ozandan sonra yeni, gür seslere yaklaştığı bir dönemde Serap ErdoJan'ın şiiri haykırısı bana bir şeyler anattı. Hani Attilâ tlhan'ın 'Yağmur Kaçağı' ile silkinip, Cansever'in "Nerde Antigone'si ile filiz veren bir imge fırtınasının durulmasını ister gibi oldum, Serap Erdoğan 1998 yılında bu ödülü bir başka ozanla paylaştı. Başka ödüller de geldi arkasından. Şiirin neresinde kalacağını ise zaman gösterecek. • Amtanrıça HUSEYİN PEKER Î S erap Erdoğan'ın ilk okuyuşta Attilâ Ilhan'dan Edip Cansever'e birçok şairi okuma süzgecinden geçirmiş, aşkla işbirliği etmiş; kabarık endişelerin, dişlenmiş suskunlukların, 'kibritçi kız' umutlannın, kibrit alevi sevinçlerin şiiriyle karşılaştım. Belki bayan şair olmanın üstünlüğüyle şiiri önce aşk, tutku konusundan yoğuran bir şairi buldum karşımda. Kefimeleri, imgeleri Rimbaud karmaşasıyla yoğurmaktan, savurmaktan çekinmeyen doludizgin bir şiirdi okumaya durduğum. Yerinde durmayan, anıların kışlık kepengini biraz daha kapatan bir yaralı sair bu! Bir bakıma, çok sıkışılc imgelerdi Serap Erdoğan'ın tutuşturduğu. Ama önü alınmayan, çok yerden nem kapmış, uçsuz bucaksız bir atılma; karşı konamaz bir gençlik busesi, dize aralarında karşıma dıkiliveren. 'bir dinlenme tesisi de mi yok bitmeyen yolculuğunda düş yaralarının' (s. 13) dedikten sonra inceliklerin gece tarifesini başlatan, ısırgan aşklar ozanı. Üstelik kadın. Kadın olduğunu bildiren bir kadın. Kelimelerden korkmayan cesur bir kadın ozan; 'kanadıkmkkuğu' derken kelimeleri birleştirmeye cesaretli, bir ünlem nasıl hatırlatırsa kendisini, öylesine alımh bir yerden dem vuran. Yarı acemi, yarı Cansever hülyâlı, yarı Attilâ tlhan özlemli. Onun 'Sisfer Bulvarı'nda bir bilge kaldırımdan yeşermiş, terminal acelecisi bir ozan. Kelimeleri beyazhğa gömen: Bol aşldı bol insanlı. 'o sırada ben neden dikişleri tutmayan şiir desenli bir yamayım hayata' (s. 41) Yaşamayı silik fotokopiye benzetiyor 'întihar Manifestosu' şiirinde. Hem de reddetmeyi göze alarak, aslını çektirmenin sözünü ediyor yaşamaktaki; 'intihar etmeli' demeye getiriyor sözü. 'yaz mutlaka yaz ve karanlığına iyi gelen Evrensell yakalamak Î (*) Anıtannça/ Serap Erdoğan/Mayıs Yayınları/Ekim 1999 S«rap ErdoOan. ajkla anne arasındaki usta benzerHftl yakalamış bir ozan. SAYFA 17