27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Emine'ye kocalık etmiş, hapse girmiş, balıkçılık yapmış, biraz köşk yaşamı, biraz ök süz, biraz yetim. aslında tümünde Bülent Akkurt. Her öyküde ayrı bir dil, ayrı bir yapı. Öylesine ince çizgiler, resimlerde, tablolarda görülen. Zaten tablolar sunuyor bizlere Bülent, en içten duygularla. Tümceler birer fırça darbesi, renk renk. Ancak bir şarkıdır buğulanan bu kitabın içinde. Yazı, yazı değil ki. Notalarla bezenmiş ezgin üzüntüler, zayıf ve narin kişilikler, eğitimsiz ve ezik yürekler, başlar eğik, unutulmuş insanlar, oysa alev alev. Ne çare... kader. Biraz da romantizm, Bülent Akkurt'un kişiliğinde. Beğenmedıkleri bir dünyadır kişilerin istemeden içinde doğdukları, oysa yaşanması kaçınılmaz, 'Bize soruldu mu ki!" dercesine. Ayrıntılar tomar tomar, ince sızılar gibi. Zaman geçiyor ne! Zaman her şeyi silip götürüyor. Hiçbir şey kalmadı elde, salt sıla ve acılar. "Sular mı yandı... kızıl havaları seyret ki akşam olmakta". Sinsice, belli belirsiz olan ne? Tam kestiremiyorum. Var bir gizi, nedir o? Her şey örtülü, 'her şeyi yapacağım derken', niçbir şey yapamamak, tıpkı dinlencede olduğumuz zamanlardaki gibi. Şeytan ayrıntılarda. Terkedilmiş insanlar parealayıcıdır, kötüdür, aeımasızdır. Oysa ' Ve, Tanrı Onları Cezalandırdı"dakiler, onlar iyidir, temizdir, saftır, kadere boyun eğmişlerdir. Bir kalıntı içinde yaşıyoruz ve insanlar olsun, yaşam olsun, yüzsüzleşiyor. Yalan içinde yaşıyoruz. Ama Bülent Akkurt'un kahramanları uysal, iyi yürekli, vefakâr ve altmcı duygulan gelişmiş. Erekçidir onlar. Dili, öz ve an. Her bölümün dili kahramanına yaraşır biçimde. "lşlik" sözcüğünü ender kullananlardandır Bülent Akkurt. Her bölüm birer ezgi, içimizden kopan ve de coşkulu. Bir musiki, evet evet bir musiki sarıyor bütün kitabı. Bülent, her satırda, tüm lirizmi ile. • Ve, Tanrı Onları Cezalandırdı / Bülent Akkurt / Btlgı Yayınevi / 203 s. Öykünün sonunda, bu cümlenin boşuna kurulmadığını anlarız. "Taşlama sahnesi" burada da karşımıza çıkar. "Klasik öykü" kalıbıyla kurgulanan "Bir Top Sarı ışık", bir top sarı ışığın duvarda gezinip durmasıyla gelişir, yasak aşk mecrasında akıp gider: "Zehra'nın perdeyi oynattığını gördüğü an, içinde günlerdir kıpırdayıp ona ezinç veren çatal dilli yılan başını kaldırdı. Sinmiş bekleyen eşkin at şaha kalktı. Bentler parçalandı. Zincirler koptu. Ya da öyle geldi. Yako'ya. "Kişinin ruh halini yansıtan bu şiirsel cümlefer, öykünün durgun görünen gidişatını bir anda canlandırıyor. "Yasak"ın önlenemez çekiciliğini böyle aktarıyor Karınca. Eray Kannca, bir yandan Zehra'ya Yako'yu evine aldırtır, öte yandan da Hacı Molla'ya "...o tazecik bedenin (parayla alacağı genç kızın), elinin altmda yaprak gibi titreyeceğini" düşletirken, öykünün düğümünü çöz(dür)mek, büyük patlamanın fitilini tutuşturmak üzeredir. Beklenen son gelip dayanır: "Hacı, kara sakalı ve kara kaşlanyla göründüğünde kara rdı kaldı her yan. Sarı ışık yoktu. Hiç olmamıştı belki de." Düşle gerçeği birbirine geçirerek öykünün başına, "Sarı tenekeden, yuvarlak, üstü resimli ayna"dan yansıyan bir top sarı ışığa götürür bizi Eray Karınca. Bir top sarı ışık bitince yasak aşk da biter, bu aşkın kahramanlarının nayatları da: "Osmanlıda ilk ve tek 'recm' IV. Mehmet döneminde Sultanahmet'te uygulandı." Kitapla aynı adı taşıyan ve klasik öykü formunu zorlamayan bu öyküde Eray Karınca, "bir top sarı ışık" motifini çok iyi kullanmış ve öyküyü bu motif üzerine sapasağlam ot.urtmuştur. "Bir Top Sarı Işık"tan başka on öykü var Bir Top Sarı Işık'ta. "Kaybolan Saat" ve "Bebek Ağlıyordu" adlı öykülerde "düş" motifinaen yararlanıyor Karınca. "Bebek Ağlıyordu"da bir düşun kanatlarında gezdirerek günümüz gerçekleriyle yüz yüze getiriyor bizi. Kötülük yitiyor öykünün sonunda. Kazanan, iyiliğin temsilcisi insan oluyor: "tlk anda Şeytanı'ı içine çeken kara taş, o, karanlık kütleye ulaştığında şimşekler çakarak parçalandı. Mavi bir ışık selinin içindeki bebek gülücükler saçıyordu." Eray Karınca'nın ilk kitabı Çözelek'te olduğu gibi Bir Top Sarı Işık'ta da "kahramaril' hayvan(lar) olan öyküler var. "Sürübaşı", hayvankahramanlı öykülerden biri. Bu öykünün kahramanı bir teke: Sürübaşı. Önderlik görevini tam olarak yerine getirmeyen Sürübaşı, sürüsünü avcılardan kurtaramayıp yitirir ve kendi de soğuk namluyla karşı karşıya kalır. Artık onu bir mucize kurtaracaktır ve sonunda o mucize gerçekleşir: "Doruğa yumak yumak ağanİDuIut biçim değiştırdi. 'Gel!' diyordu babası. Hiç duraksamaksızın boşluğa atladı." Içeriğe uygun biçim kullanarak öyküsünü kurguluyor Karınca. Söz gelimi, "Sürübaşı 'nda yoğun hareketliliğe uygun olarak kısa eylem cümleleri kuruyor: "Yetişmek üzereydi arkasındakiler. Geriye döndü. Avcılar karşısındaydı. Durakladı. Dönüp yeniden uçuruma yöneldi." On bir öyküdeki birkaç dil pürüzü ("Üşenmeyip kalkıp ve elime alıyorum.", "Nasıl bu kadar önlemsiz davranmıştı?..) hoş görülürse ki görülmelidirEray Karınca okunmayı hak ediyor. Bir Top Sarı Işık, Eray Karınca'nın yerinde saymayan bir yazar plduğunu gösteren öyküler toplamı. "Oyküye benzer yazılar" okuduğum günlerde Bir Top San Işık'la karşılaşmak sevindirdi gerçekten. • Bir Top Sarı Işık/Eray Kannca /Halkevleri Yayınları/ Ankara, Kasım 1998. Yazdan Kalan OSMAN ŞAHİN "Düş" motffl Bir Top Sarı Işık FAHRETTİN KOYUNCU B ir Top Sarı Işık, Eray Karınca'nın ikinci öykü kitabı, Karınca'ınn ikinci öykü kitabı da ödüllü bir kitap: Halkevleri 66. Yü Öykü Ödülü Üçüncüsü. Bir cevap aynasından yansıyan "Bir Top Sarı Işık"la Osmanlı'daki ilk ve tek "recm"e götürüyor bizi Eray Karınca, "Bir Top Sarı Işık" adlı öyküde. Öyküyü okumayı bitirdiğimde, Eray Karınca'nın bu öyküyü kurarken ne kadar titizlendiğini düşündüm ve bu titiz kurguya bir kez daha tanık olmak için öyküyü ikinci kez okudum. Öykünün ilk paragrafında Karınca, Yako'nun, Zehra'nın penceresine yansıttığı sarı ışığı, Zehra ya şöyle yorumla(tı)r: "Bu ne küstahlık"tı!.. Bu yorum, Müslüman bir kadınla üstelik evli bir kadınla Yahudi bir gencin yasak aşkının başlangıcına toplum adına bir bakıştır. Öyleyse Yako'nun yaptığı "küstahlık"tır. Eray Karınca, öykünün "kahramanı" anlatırken şu cümleyı okutur bize: "Küçük bir kızken çocukların taşladığı hasta bir köpeğe Yako'nun su içirmeye çalışmasını ilgiyle izlemişti bir keresinde". "Taşlama sahnesl" ağmur sağanağı ardından nasıl kendi gökkuşağını getirirse, Tansu Bele'nin 'Yazdan Kalan' yapıtı da, geçmiş yazlara dönüşen yaşamlardan, kendi geçmişimde j: ki acılardan, güzelliklerden Öyküler damıtarak, kendi gökkuşağını, savurtan, rüzgârh, şiirli sözcüklerle örüyor. Kendi içinde kımsenin bilmediği sisli gizlerin kapısını aralayarak, kendi enerjisini yaratıyor. Yer yer kıvılcıtnlı, yoğun bir orkestrasyon anlatımıyla geçmiş yaşamların aynalannda kendıni arıyor, okurunu anılarının kül izlerinde dolaşürıyor. Bu yüzden Tansu Bele'nin öykülerine, yaşama olan anısal tutkularının incelenmesi diyebiliriz. Bir tür savunmadır bu; baskılara karşı kendi yürek ışığını sürekli açık tutmaktır. Anlayışsız kocalann evcil zencileri diyebileceğimiz ev kadınlarının kanayan ruhlanndaki kan lekelerini görüyoruz sanki. I ler evin küçük bir sorguevi'ne dönüştüğü, kadınların itilip kakıldığı ortamlarda, kendi kadınkğının yumuşaklığı altına çekilen, sürekli kenaini savunmak zorunda bırakılan kadınlara, 'acaba yanlış bir yerde, yanlış bir renkte miyim' sorusunu sorduran despot evli liklerin dramı, Tansu Bele'nin yapıtında öykü olarak akıyor. Ölçüt olarak aa yaşamı kullanıyor. Sanat ile yaşam ilişkisidir öykülerde yansıtılan. Sanatın özü de budur zaten. Her öyküde Bele'nin duyarlı imgeleminin, edebi gözlemlerinin tadına varıyoruz. Saoat ile yaşamın ilişkisi bundan başka nedir ki? Biri yapıtta yansıtılan, öbürü ise bu yansıtılmış biçiminin nasıl olduğu gerçeğidir ki, bu ikili arasındaki birlikte sanatın özü gizlidir. Yazdan Kalan dört ayrı bölüm ve 12 öyküden oluşuyor. 'Ellerin Bende Kaldı', 'Baharın Eşiğinde', 'Garson', 'Kasabada Konser', 'Kasabada Lunapark', 'Bir Unutuş Gibi', 'Kuşlarla Giden', 'Geleceğin Çağrısı', 'Biri Ay Biri Boğaziçi Biri Gençliği, 'llker'le Sabah Deniz Kıyısında' aalarını taşıyan öykülerde, yer yer Luis Bunuel'in rilmlenni anımsatan gerçeküstü, düşsel, masalımsı anlatımlar var. O kadar ki, bir ağacın yaşını, kesilen kutrundaki damar sayısına bakarak anlayabiliriz. Her damar bir yılı gösterir. Pekı, Tansu Bele'nin öykülerine sinen duyarlılığın, yürek yaşının yoğunluğunu nasıl anlayacağız? Medyanın, küreselleşme anlayışının boyasıyla boyanmış, kendi renklerini yitiımiş, yaşam deyince yalnızca soluk alıp vermeyi, yemeyi içmeyi, seks yapmayı sanan, kendi kültürel özgeçmişine yabancılaşmış, kendi kültürünü savunmayı göze alamayacak denli köklerinden koparılmış ortamlarda, Tansu Bele, bir gerçeği daha yerine getiriyor; kendi çocukluğunun geçtiği yerlerden, yetişme kosuDarından, kendi kültürel beslenme köklerinin derinliklerinden damıtıp çıkarıyor öykülerini. Yasam demek, irısanlann gelişmesine ayakbağı oluşturan engellerden kurtulmaya çalışmaktadır. Sanat çabasını doğuran yaşamın kendisidir. Yazar işte bu kurala uyarak, sanatın, insanlığın ayakbağlarından kurtulma isteğini öykülerinde başarıyla veriyor. Kendi avucunun sıcaklığında, geçmişten kalan dost sıcaklığını arıyor; o yılların yağmurlarının ne renk yağdığını, çocukfugunun Sarıyer'inin bozuİmayan doğasını, kulaç attığı temiz denizlere özlem dolu göndermeler yaparak, kendi dil rüzgârının hışırtısını duyuruyor. Y duyumsatmak olduğunu sezdiriyor. Öyküleri gerçeklikle duş dünyası arasında birgeçiş oluşturuyor. Kullandığı sözcükler, iç içe geçen yaşamın, insana dayattığı kalıplardan kurtulması gerektiğini de... " ...Çevremizde kayarak süzülen yaz akşamının yeğin, rahat, uçucu havasında haşlanmış mısır, cigara dumanı, pipo tütünü, deniz yosunu, midye tava ve insan bekleyişinin sabırsız tutkulu, huzursuz kokusu... Uzaklardan, günün son ak bulutlan da denizin aydınlığı içinde eridi gitti artık." (Kasabada Konser, sayfa 36) Tansu Bele, hemen her öyküsünde betimlemeye ağirlık veriyor. Kurduğu tümcelerde, seçtiği sözciıklerde bir estetik duygusu var. Bu da öyküyü kitap sayfalan arasından kurtanyor. Ökunur kılıyor. Yaşamın içerisinde olan bir nesneye dönüştürüyor. Öykü, Tansu Bele'de vazgeçilmez bir sanata, bir yaşam tarzına dönüşüyor. Kimi zaman öykünün kurgusuna, akıntısına, gözlemlediği canlı yaşamların içine o denli giriyor, Kendini kaptırıyor ki, bu da yer yer anlatımlann sarkmasma neden oluyor. Geçmiş bir yaza dönüşen kendi yaşamının katlarından anı çağınşımlı göndermelerle eskiyi anlatıyor. Eski hüzünlü yasamlara özlem duyuyor. Geçmişin renklerinden yeni renkler sağıyor, tatlar, düşler oluşturuyor. Deniz dalgasıyla konuşuyor, deniz damlasıyla dostluk kuracak denli kendi içindekı çocukla bütünleşiyor. Güzel günlerin ne zaman geleceğini, ne zaman başlayacağını kimse bilemez. Ama Tansu Bele'nin önümüzdeki yıllarda, birbirinden güzel, birbirinden coşkulu Istanbul öyküleri ile karşımıza çıkacağını biliyorum. • Yazdan Kalan/ Tansu Bele/ Öyküler/ Kültür Bakanltğı SanatEdebiyat Diztsi/ 1999/164s ORHAN ERİNÇTEN YENİ BİR KİTAP "Şu bizim enayi defteri" PAZARTF5I YA7Iİ ARI Şu bizim defteri iorhan ârlnç Kırk üç yıla ulaşan gazetecilik yaşamında "muhabir gibi davranma" ilkesinden ödün vermeyen Orhan ERİNÇ, Cumhuriyet gazetesinin geleneği kapsamında pazartesi günleri yayımlanan yazılarından seçtiklerini kitaplaştırdı. Ü M İ T YAYINCILIK Ltd.Şti. . Konur Sok. 27/1 06640 Kızılay / ANKARA Tel: 0312 4 1 9 3 8 2 6 2 7 Öykünün işlevinin insanca yaşadığını Faks:0312 417 56 68 SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 523
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle