Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
0 K U R L A RA "Televizyon reklamlannın renkli, parılttlı, esenlikli, olumlu evremnde şiddet gibi zarar verici, insanı yaralayan, bütünlügünü bozan, kimliğini parçalayan, yok sayan, istenmedik, olumsuz bir olguyu aramak ilk bakışta çelışkili gibi örünmektcdir. Hele söz onusu kadın olduğunda, reklam dünyasının bakımlı, güzel iyiyürekli, çaltşkan, vefakâr, mutlu görünen kadtnlannın şiddetle nasıl bir ilgisi olduğu, hatta olabueceg'i sorusu haklı bir sorudur. Ne var ki, şiddet ve kadın ilişkisi çerçevesinde ele alındığında, televizyonda suttulan bu anlık görsel aracın, yani reklamın hiç de o kadar masum olmadıgını düsünüyoruz. Şiâdeti saptamak ne denli kolaysa, kavram olarak sımrlamak ve tantmlamak da o denli zordur. Bu nedenle çahşmamızın bir bölümünü şiddeti tanımlamaya, özelliklerini, türlerini göstermeye ayırdık. (...) Araştırmamızın (...) îkinci bölümünde 1997 ve 1998 yıllarında üçer aylık dönemlerde, hemen hetnen hepsini izlediğımiz televizyon reklamlarından sadece kadına yönelik şiddeti ıçerdiğini aüsündügümüz on altı reklamı çözümledik ve inceledik. Amacımız çok olumlu ve masum bir evrende bile siddetin kullanılabilecegini, böylece edilgen tüketicıizleyicinin de giderek bu olguya alışacağım ve çoğu kez de bunu ayrımsayamayacagmı göstermek." Yukandaki sözler Ayşe Kıran ve Seçil Büker'in. Bir şey eklemeye gerek var mı? Bol kitaplı günler!... r o ETHIIVIACI f Çehov'u yeniden okurken Cem Yayınevi Anton Çehov'un bütün hiBu iki karşılaştırma kâyelerini sekiz ciltte yayımladı. .Çem Yayıçeviriler konusunci.ı nevi'ni de, çevirmen Mehmet Özgül'ü de yetesiye bilgi veriyoı vürekten kutluyorum. Mehmet Özgül, bu Bozkır, gerçekte, bı ı büyük yükün altından büyük bir başarıyla uzun hikâyenin en kalkmış; sadece Bozkır çevirisini okumak önemli "kişi"si. Çtbile bu yargıya varmama yetti. hov, bozkırın sabahlj nnı, öğlelerinı, akşanı Birinci cilt için yazdığı "Sunuş"ta şöyle larını bir hikâye kişisı diyor Mehmet Özgül: "Anton Çenov'u ner gibi anlatıyor. îşte bu zaman büyük bir zevkle okudum. 'Bozkır' bozkır sabahı: adh uzun öyküsünü Çehov üzerine bir incelemeyle 1959'da fakülte bitirme tezim ola"...Güneş de gerilerrak hazırlamıştım. 1970'li yıllarda çevirmenden, kasabanın üstünden bir yerden doğlik çalışmalarım yeniden Çehov'a yöneldi. mıış; kendi sessiz, acelesiz isine koyulmuşSiz okurlara sunulan, elinizdeki bu çalışmaytu. Ilk güneş ışınlan, yerin gökle birleştiği tela son bir kez, ama bu sefer bütün öyküleripeciklerin ve uzakta kollarını sallarken minin çevirisini bitirerek Çehov'a hayranlığınicik bir adamı andıran yüksekçe yel değirmı belirtmis olacağım..." meninin yöresinde geniş, parlak, san bir şerit olup boylu boyunca uzandı.(...) Aradan Mehmet Özgül'un Bozkır çevirisinden iki fazla bir zaman geçmeden ılık bir şey Yegoparçayı Oğuz Peltek'in çevirisiyle karşılaştırdım. Mehmet Özgül çevirisi: "Kervan, ırmağın kıyısındaki bir köyün yanına konakladı. Güneş bir gün önceki gibi cayır cayır yakıyordu; hava durgun, sıkıntılıydı. Kıyıda birkaç tane salkımsöğüt vardı, fakat bunların gölgesi toprağa değil, suya düştüğü için boşa gidiyordu. Ârabaların altındaki gölge ise bunaltıcı, o derece de iç kapayıcıydı. lçinde gökyüzü yansıdığı için masmavi görünen suyun yüzeyi 'gelbana!' dercesine insanı kendine kendine çağırıyordu." (Beşinci cüt, s. 82) Oğuz Peltek çevirisi: "Kafıle, tekrar yola düzüldüğü zaman öğle güneşi, dünkü gibi kavuruyordu, hava durgun, sıkıcıydı. Köyün kenannda birkaç salkımsöğüt vardı, ama gölgeleri, toprağa değil de DOŞU boşuna suya düşiiyordu, ârabaların gölgeleri de boğucu, sıkıntılıydı. Göğün aksiyle mavileşen su, insanı ihtirasla kendine çekiyordu." (Çehov, Anton çehov. Onu okadan hlkayecl olunamayacaCıı çok acık. Toplu Eserleri, Hikâyeler III, Îkinci Baskı, 1986) ruşka'nın sırtına dokundu; bir ışık demeti Konuşma dilinden de iki örnek: arkasından gizlice süzülüp, atların, arabanın Mehmet özgül, konuşmaları çevirirken, üzerinden aştı, karşıdan yaydarak gelen şekonuşma dilini ve deyimleri kullanmaya çaritlerle birleşti. Geniş bozkır, üzerinden salışıyor: bahın loşluğunu atıpbirdenbire gülümsedi, çiyler ışıî ışıî ışıldadı." (s.30) " Eh, yaş dolayısıyla dişler döküldü, bel ağrıları, nefes darlığı, ne ararsan hepsi var... "San sıcak": Yemekten sonra sıcağın etkiBeden güçsüz düştüğü için sık sık nastalasini daha çok hisseden Yegoruşka kamışlığa nıyorum. koşuyor. Hep aynı görüntü: "Engin ova, alçak tepeler, mora çalan ufuklar, bütün bun" Desenize ki, nüfus kâğıdın iyice eskidi, Jarın üstünde sonsuz gökyüzü..." Herkes artık senden hayır gelmez. uyuyor. Yegoruşka, "Bu uzun zamanı nasıl " Orası öyle, seksenindeyim... Bundan geçirecek, san sıcaktan nereye kaçacaktı?" ötesini isteyip yüz yaşımı bulacak değilim ya. Haddini bilmeli insan." (s. 55) Âkşam: "...güneşin batıya doğru yöneldiği bir sırada bozkır, yayvan tepeler, durgun Aynı parçayı Oğuz Peltek şöyle çevirmiş: gökyüzü; artık üzerlerindeki baskıya dayana" Eh, gerçi dişlerim yok. Ihtiyarlıktan sırmayıp baş kaldırmaya, bu katlanılmaz bastım ağrıyor... Nefes darlığı var, şu var, bu kıyı kaldırıp atmaya niyetlenmiş gibi kıpırvar. Ikidebirhastalanıyorum, dermansızım, danmaya başladılar. Tepelerin arkasından ama sen söyle, yine de az yaşamadım! Sekansızın bir bulut sıynldı; bu kül rengi, boz, senine merdiven dayadım! Dünyaya kazık katmer katmer bulut, 'Ben hazırım!' derceçakacak değilim ya, sırası gelince yolu tutsine bozkırla bakıştı, suratını iyice astı. Durmayı da bilmeli." (s. 33) 567 gun havada bir kımıldannıa oldu, birdenbire çıkan bir yel hışırdayarak, ıslık çalurak bozkırda söyle bir dolandı. Kurumaya yüz tutmuş otlar, geçen yıldan kalma kangallar kıpır kıpır ettüer, rüzgârın ıslığına hışırtıyla karşılık verdiler. Yoldan kalkan bir toz bulutu helezon gibi kıvrıldı, bozkırda koşturmaya başladı, ardından samanları, böcekleri, kuştüylerini sürükleyerekten kıvrılan bir direk olup gökyüzüne yükseldi, güneşin yüzünü kararttı. Bozkırın dört bir yanında hoplayan, zıplayan kevenler arasında bir kovalamacadır gidiyordu. (...) Sonra çabucak akşamoldu." (s. 48) "Temmuz geceleri"ni anlatıyor Çehov: "...Güneş batar batmaz gündüzki eziyetler unutulmuş, boğucu sıcağın çektirdikleri bağışlanmış gibi, ince bir sis doğayı kaplar, engin bozkır geniş göğsüyle nafif hafif solur.(...) Çıtırtılar, ısliklar, cırıltılar, bozkır baslan, tenorları, sopranoları birbirine karışır; akışına kendinizi kaptırıp iyi şeyler anımsayacağınız, hüzünlenip duygulanacağınız kesintisiz, tekdüze bir curcuna oluşur..." Bozkır'da bol eşkıya hikâyesi var. Beni en çok ilgilendiren roman kişisi, bu okuyuşumda da Dımov oldu; durmadan "Sıkıntıdan patlayacağım!" diyen Dımov... "Dımov" deyince "karayılan" parçasını okumamak olmaz: Arabacılaruan biri, "Amanın çocukJar, Dımov bir yılan öldürmüş. Bakın, boylu boyunca sermiş yere!" diye bağırıyor. Arabacılardan biri çığlık atıyor: "Yazık be! Zehirli değil, kara yılan bu!" / " Yüzü çenesinin altından bağlı, oklava yutmuş yürüyüşlü adam koşar adımlarla ölüyılanın yanına vardı, ona baktı, sopa biçımindeki kollarını sallamaya, boğuk çıkan, ağlamaklı sesiyle bağırmaya başladı: Tüh, Tann'nın cezası! Neden öldürdün yılancağızı! Sana ne yaptı, mendebur herîfr» Vah vah, acımadan kıyıverdi yılancığın canına! Seni de böyle birinin geberttığini görmeyecek miyim?" Öradakileruen biri, "Karayılanı öldürmemeli. Olmaz... Engerek değildir ki... Gerçi görünüşü yılandır ama zararsız yaratıktır. Insanları sever karayılanlar..." der. (s. 82) Nereden çıktı bu "karayılan" diyeceksiniz. Yaşar Kemal'in İnce Memed 4'unü okumasaydım, şu yukarıya aldığım satırlar fazla ilgımi çekmeyecekti. Memed'in 'Yılanı öldüreydin bari." sözüne Müslüm'ün verdiği cevap, "Zavalsız yılanı öldürmek olmaz." (s. 52), çok ilgimı çekmiş, biryazımda," 'Zavalsız yılanı öldürmek olmaz' diyecek kadar canlı olan her yaratığa saygılı köylüler..." diye yazmıştım. Böylesi saptamalar biraz da rastlantılara bağlıdır. O günlerden Bozkır'ı tnce Memed 4 ün hemen arkasından okumamış olsaydım bu benzerliğin farkına varmam olanaksızdı. Bence benzerlik Çehov'un da, Yaşar Kemal'in de doğayı seven, halklarını tanıyan usta yazarlar olmasından kaynaklanıyor. Ben Bozkır'ı birkaç kere okuduğum halde "karayılan" belleğimde hiçbir iz bırakmamış; Yaşar Kemal'in Çehov'un bu eşsiz hikâyesini okuduğuraan eminim, ama Yaşar'ın Çehov'dan değil doğadan ve kendi insanından hareket ettiğinden de eminim. Mehmet Özgül'ü BİLSAK çahşmalarımızdan tanıyorum. Görmeyeli yülar oldu. Boşa çiğnememiş yalan dünyayı. (Kitapta azımsanmayacak ölçüde düzelti yanlışı olduğunu belirtmek isterim.) Genç kuşak talihli: Çehov'un bütün hikâyelerini okuyabilecekler. Genç hikâyecilere gelince... Kestirmeden söyleyeyim: Çehov'u okumadan hikâyecı olunamaz. • SAYFA 3 TURHANGÜNAY KİTAP Imtlyaz Sahlbl: Cafl Pazarlama Cazete Dergl Kitap Basın ve Yayın A.S. Adına Berln NadlOYayın Danışmani: Turfıan Günayosorumlu Müdür Flkret llklz oCörsel Yönetmen: Dllek llkorur Baski: çaudaş Matbaacılık Ltd. Stl. o Idare Merkezi: Türkocafiı cad. No: 3941 caöaloğlu. 34 334 Istanbul Tel: (212) 512 05 050 Reklam: Medya c CUMHURİYET KİTAP SAYI