Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
lopçlanTüketÇalışÖde' kültürü ERDAL ATABEK Yeni kültürün Amerika patentli kare ası şöyle: 'Eğlencesi ve sporu da içinde olan alışveriş merkezleri Reklamlar Kredi kartı Tüketerek değerli olma'. Bu dört faktörün birleşmesiyle oluşan yeni tüketim kültürü. Amerika'dan başıayıp bütün dünyayı saran bu 'yeni din', kendi katedrallerini, yeni tapınma biçimlerini, yeni müminlerini yaratıyor. Geçmişin 'kazancının bir kısmını biriktir tasarruflarınla gercksinmelerini karşıla' ilkesi bütünüyle yıkıldı. Artık 'tasarmr ctnıek' sistemin lanetlediği bir tutum. Sistem tasarruftan değil, borçlanmaktan kazanıyor. Bankalar kredi açarak borçlandırma, borç faizleriyle ara kazannıa peşinde. Bııntı kredi kartırıyla destekliyorlar. Kredi kartları, insanlarda 'bedavaya ne alsak'la açıklanan bir para ödemeden alışveriş yapabilme duygusu uyandırıyor. Böylece, gereksinmelerinden koparılmış bir alışveriş dünyası yaratılıyor. Süpermarketler bütünüyle bu aldatmacanın önemli bir parçası. Yeni alışveriş merkezleri geleneksel bakkal, manav dükkânlarından çok farklı. Artık yeni 'tüketim katedralleri'ne sadece alışveriş için gidilmiyor. Sinemalar, müzik salonları, restoranlar, kafeler, eğlence salonları, spor salonları, güzellik cnstitüleri, hafta sonunun tüm isteklerini karşılamak üzere yapılanmış. Buralara harta sonu gezileri uüzenleniyor. Insanlar açık hava gezileri yerine buralara geliyorlar, eğleniyorlar, sinemaya gidiyorlar, yemek yiyorlar, kahvelerini içiyorlar ve 'alışveriş yapıyorlar'. 1 ler şeyi kredi kartlarıyla ödüyorlar. Sonra da içlerindeki 'doygunluk' duygusuyla yeniden çalışmaya nazır hale geliyorlar. Bu zincirin tümü de her halkasi özenle hazırlanmış bir büyü gibi insanlan sarıyor. Insanların bildiği değerlerin yerinı 'tüketirsen değerlisin' diyen yeni bir değer sistemi alıyor. Peki, ne olacak? Bu döngü böyle sürüp gidecek mir1 ka bir yanını temsil ettiklerini fark etmiyorlar. Yeni açılan büyük alışveriş merkezleri artık 'yeni tüketim katedralleri'. tnsanlar oralarda bütün boş zamanlarını, harta sonlarını geçiriyorlar. Akmerkez'ler, Atriyum'lar, Kapitol'ler gözde mekânlar. Buralardaki sinemalar daha çok rağbet görüyor ve 'sinemaya gidelim' sözü, yerini 'şu merkeze gidelim'e bırakıyor. George Ritzer'in kitabıııı mutlaka okuyun ve düşünün. Bu kitap liselerde ders kitabı olarak okutulmalıdır. Gençler düşünmeye, sorgulamaya, kendilerini ve çevrelerini yeniden görmeye davet edilmelidir. Eğer daha doğru bir gelecek oluşturmak istiyorsak bııgunkünden çok daha fazla, çok daha başka bir şey yapmaliyız. Hepimiz ve şimdi... • Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek / George Ritzer / E Şafakta serçe cıvıltısı TİMUÇİN ÖZYÜREKLİ Toplumcııgerçekçi şiirin ıızun yıllar sözcülüğünü yapmış, yazdığı şiirlerle bunu kanıtlamış bir şair: Arif Madanoğlu... Yaşayarak hayatın kendisiyle birebir kurduğu imge dünyası, gerçeldiğin belirleyiciliğinde vurucu dizelere dönüşmüş. 1982 yılında ilerici dünya görüşü nedeniyle aldığı 15 ay hapis cezası onu birçok iş yaparak geçinmek, rarklı yaşamları tanımak, şiirleştirmek durumunda bıraktı. Arkasından 1987 yılında gelen Almanya macerası hâlâ orada sürüyor... Uzıın özverili bir yaşamın imbiklenen dizeleri, durmadan şiire dönüşüyor. Arif Madanoğlu son şiir kitabı "Aşkve Oteki"nden önce beş şiir kitabı yayımladı. 9O'lı yıllara kadar iki, sonrasında yenisiyle beraber dört kitap... Aynı bakışın, değişmeyen tavrın, tutarlı dünya görüşününşiirlerdeyansıyıpsürmesi...Nevarki Arif Madanoğlu, ilk kitaplarında görülen kolaycılığı, sığ söylemi çoktan aşıp "şiirsel güzellik"e yaslanmış. "Aşk ve Otcki' imgelerin özenli seçilişiyle, vurgulamaların estetik yapı içinde eritilmesiyle yetkin şiirlerin toplandığı bir kitap olmuş. Beş bölüme ayrılarak 60 şiirle beslenmiş bu kitap, yoğunluğuyla her şiirindeki imge sağanağıyla okuyucuyu boğuyor. Güller bahçesinde gezinen bir insanın gül kokusuna doygunluğu gibi... Her şiir kendisi bir solukta okunsa da kitap bir solukta okunmuyor. Her şiir sizden biraz zaman istiyor. O zamanı ayırabilir de şiire verirseniz güzellik duygusunu bütün benliğinizle yakalayabiliyorsunuz. Bir insana duyulan aşk'tan yola çıkarak ülkeye duyulan aşk'a varabilmek... inkâr edilen, kabul edilmeyen gerçekleri paylaşarak anlayabilmek, kabul etmelc... "şairin yaşam içeren her şeye borcu vardır akarsuya uçan kuşa sürüngen nesline bile ne zaman suya erse salkımsöğüdün bellekleri şiir ordadır." Kökleri toplumcugerçekçi şiirle beslenen "Aşk ve Öteki", anlam kaymaları, göndermelere açık tavrıyla herkesin sahiplendiği 'yurt ve aşktan öteki'ne uzanan düşünsel bir zincirin dile gelişi. Zaman zaman ıç uyakların kullanılması da zenginlik katıyor. Fakat: "ne tez bitti o pembe masal başladı siyah masal say ki rutin bir serüven gelir beni bulur enkazı"nda olduğu gibi düz söyleme düştüğü de oluyor. Dizelerin kırılarak bir alt dizeye sarkıtılıp tamamlanması büyüyü bozabiliyor. Böylesi örnekler çok az da olsa diğer ıısta işi örneklere karşıt düşüyor. Birbirlerini tamamlayarak akıp giden şiirlerin oluşturduöu bütünselfiğin en güzel parçası 2. Bölürn olan: "olmuşa olacağa rağmen vazgeçilmez olana" bölümünde yer alan şiirler... Numaralandırılarak yazılan bu bölüm şiirleri bölüm sonunda yoğunluksöyleyişkurgıısal güzellikle bezenmiş olan: "vazgeçilmez olana" şiiriyle bitiyor. Uzun zaman, dilimden şu iki dizeyi düşürmedim: "kar yağar don tutar ulaşamam sana turnalar gitmiş olur imgesiz kalır düşlerim" Bir insanın içsel yalnızhğını şair duyarlıgının kuşatılmış çıölığını, aşkla yaşanan ve ötekine büyük bir içtenlikle seslenişini anlatmak... "en duyarlı yaşam biçimi mavi derinlik incine evrile bizimle anlam bulur, öteki aşka" Arif Madanoğlu yetkinleşen şiirlerinin en olumlu ve güzel ürünlerini "Aşk ve Öteki" adlı şiir kitabında toplamıs. Pek çok şiiri, bizi de içine alarak ortak söylenen türküye dönüşüyor: "aşk, devrim bahçesinde yeşerense eğer maya tutmuş olur, gam yemem çektiklerimden" • Aşk ve Öteksi/ Arif Madanoglu/ Damar Yayınlan/ Ekim 2000 'Toplumun McDonaldlaştırılması' kitabının yazarı George Ritzer, yeni kitabı olan 'Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek'te bütün bunları inceliyor, yorumluyor, istatistiklerle destekliyor. Insanların yaşama kültürünün 'tüketimin küreselleşmesi' olarak nasıl değiştirildiğini, neden değiştirildiğini, sonuçlarının neler oldıığunu gözler önüne seriyor. Çocukların ve gençlerin nasd 'amansız bir tüketici yapıldığı'nı, insanların neden hep borçlarını ödemek için çalışmak zorunda kaldıklarını açıklıyor. Bu gitgide hızlanan tüketim yarışında kimlerin kazandığı, kimlerin kaybettiği hepimizi ilgilendiriyor. Türkiye bu trendi son yirmi yılında büyük bir hızla yaşadı. Yaşamayı da sürdürüyor. Artık çocuklarımız ve gençlerimiz 'tüketim değerleri'yle kendilerini tanımlamaya başladılar. Kimde ne var, bende neden yok?' ya da 'Bende ne var, başkalarında ne yok?' gibi kıyaslamalarla kimlik değerlerini oluşturuyorlar. Anne ve babalar larkında olmadan kendileri de bu kültürün içine giriyor, her şeyi 'böylesi doğru' mantığı içinde kabul etmeye başliyorlar. Çocuklarının marka duşkünlüğünden yakınırken kendilerinin de aynı düşkünlüğün başSAYFA 16 İnanmainanmama üzerine tartışma ERDOĞAN AYDIN Son yıllarda ara da bir kimi din adamlarından şaşırtıcı acıklamaıar duysak da, kısa zamanda diğer dinler veya kendi dinlerinden diğer din adamları tarafından düzeltildiklerini gorüyoruz. Nitekim Papa2.JeanPaul'ün, "iyiolmaları halinde ateistlerin de cennete gidebilecekleri" açıklaması önce bizim ruhbanın başı, Diyanet tşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz'dan, ardından Vatikan Kültür Bakanı Kardinal Paul Pupar tarafından reddedildi: Cennetin kapıları ateistlere kapalıydı! Çok iyi insanlar olsalar da, kimseyi incitmeseler ve mağdurlarla dayanışmada olsalar da, dünyayı bir cennete çevirmeye uğraşsalar da, nıümkün değil cennete gidemeyeceklerdi! Tanrı kendisine inanmayanlan cennetine almazdı! Din adamları böyle buyuruyorlardı... Bir çağdaş insanlık değeri olarak de mokrasinin, bizim gibi düşünmeyen, hatta bize karşıt fikirde olanın bile bizimle aynı hak ve özgürlüklere sahip olduğu temelinde belirlendiğini anımsayacak olursak, din adamlannın, kendisi gibi düşünmeyenleri cehennemde yakaoilecek denli noşgörü yoksunu bir tanrı tasarımındaki ısrarları düşündürücüdür. Kuşkusuz din adamları da değişiyorlar. Hatta son dönemlerde daha da belirginleşen bir hızla değiştiklerini sövletnek mümkün. Dünyanın yeni koşullan ve demokrasi kültürünün baskısı din adamlannın geçmişteki gibi mııtlak otoritenin ve dogmatizmin sesi olmalarını önemli oranda zorlaştınyor. Sıklıkla kııtsal kitapların yeni yorumlu, günümüzün verileri ve ahlak değerlerine uydurulmuş çevirilerine ve kendi aralartnda hızla çoğalan farklı yorumlarına tanık oluyoruz. Ne ki çağdaş insanlık değerlerini bütünüyle nazmetmenin de epey uzağında duruyorlar, öyle görünüyor ki bu dıırum böyle sürmeye devam edecek. Esasen özgürleşme kapsanunda insanlık tarihi irdelendiğinde dinlerin engelleyici isleviyle karşılaşıyoruz. insan hakları, laiklik, demokrasi, özgürlük ve eşitlik gibi insanlık değerlerinin özel mülkiyet ve diktatörlüklere karsı gelişimi sürecinde dinlerin ağırlıkla olumsuz bir işlev gördükleri gerçeğiyle karşı karşıyayız. Insanlığın monarşilerden cumhuriyetlere, teolcrasilerden laikliğe, kuldan bireye, dogmatizmden bilimsel düşünceye geçişi bu bağlamda dinlere karşı mücadeleyle gerçekleşmiştir. Tanrı, cennet ve cehennem kavramlarının, kendi masumiyeti içinde onlara inananların inancından bağımsız olarak, tarih boyunca o anki statükoyu koruma amaçlı toplumsal kontrol aracı olarak kullanıldığını saptıyoruz. Bu ise kuşkusuz bir kullanma ilişkisı olduğu kadar aynı zamanda dinlerin içinde bulunulan statükoyu korumaya elverişli araçlar olmalanndan kaynaklanmaktadır. Ekonomik, cinsel, hukuksal ve inançsal eşitsizliği kutsayan, değişmezliği esas alan, mevcut yasamı esas olarak ölüm sonrasında var olduğu düşünülen "ebedi" bir dünyava hazınık için bir sınav olarak kurgulayan mutlakçı bir felsefe ile karşı karşıyayız. *** Türkiye'de, siyasal evrimin de yansıması olarak dini ve dinsel hareketi sorgulayan oldukça kapsamlı bir literatür üretilmiş durumda. Konuya ilişkin çeviriler bir yana, farklı yaklaşımlarıyla Niyazi Berkes, Turan Dursun, îlhan Arsel, Server Tanilli, Erdoğan Aydın, I'aik Bulut, Ruşen Çakır, üral Çalışlar, Toktamış Ateş, Taner Akçam, Nuray Mert vb. araştırmacılar, Türkiye'den ve îslamiyetten hareketle bu literatürün oluşumunda önemli katkılar ortaya koymıış durumdalar. Bununla birlikte sorunun, bu siyasal boyutu bir yana, felsefi açıdan da irdelenmesinin önemi açıktır. Nitekim doğrudan ateizme (ve dolayısıyla teizme) ilişkin felsefi çalışma eksikliği kendini hissettirmeye devam etmiştir. Bu açıdan Jean Meslier'in çalışması (Sağduyu/Tanrısızlığın tlmihali, Kaynak Yayınlan, 1995) bir yana bırakılacak olursa, Robin Le Poidevin'in "Inanma, Inanmama Üzerine Bir Tartışma" alt başlığıyla yeni yayımlanan "Ateizm" adlı kitabı, Türkçe literatürdeki işte bu çok önemli boşluğu doldurmaya aday. Poidevin oldukça sağlam akademik kurgusuna rağmen, kitabını ürkek bir dille kaleme almış; Türkçe önsözünde ise bu ürkeklik daha uç boyutlara vanyor. Öyle ki yazar, Türkçe önsözüne, çalışmasının önem ve yararından çok, onun "zararsız" olduğuna dair bir ispat kaygısıyla başlamak gereksinimi dııymuş ki, böylesi ciddi bir sorgulama adına düş kırıcı bir başlangıç. Aynı abartılı kaygının sonucu olarak yazar, Türkçe önsöI CUMHURİYET KİTAP SAYI 567