08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Seçil Büker bu kez de ünlü gerilim ve korku ustasının peşinde Seçil Büker'in kitabı rahat rahat okunup bir kenara bırakılacak bir kitap değil. însanı sorular sormaya, araştırmaya, düşündürmeye yönelten, kışkırtıcı bir kitap. OĞUZ ONARAN Kim Korkar Hain Hitchcock'tan mekten alınan hazdır. Bu ıtı, bir nesne olarak başka bir insanı izlemenin erotik temelini oluşturur. Film izlerken de bir haz alarak bakıyoruz, röntgenciliğin verdiği nazzı tadıyoruz denebilir. Bu açıdan Hitchcock'un " Arka Pencere" filminin sinemanın bir eğretilemesi olduğu genellikle kabul edilir. Gerçekten de sinemada "bakmakizlemek" önemlidir, her şey çeşitli kimselerin bakışına dayanır. Oyuncular birbirlerine bakarlar, alıcı onlara bakar, biz de alıcının yerine geçip onlara bakanz, başka bir deyişle röntgenleriz. Zaten oyuncular da röntgenlendiklerinin farkında değilmiş gibi davranırlar. Işte Büker buradan kalkarak Hitchcock'u bir röntgenci olarak ele almış, filmlerini öyle çözümlemiştir. Bunu yaparken de bol bol psikanalitik kavramlardan yararlanmıştır. Bu açıdan bu kitap filmleri başka bir gözle görmemizi, filmlerle ilişkimiz bakımından farklı sorular sormamızı sağlayacaktır. Bu arada Bükeı bir hainlik yapıp bazı öğelere yalnızca değinip sonuç cıkarmayı okuyucuya bıraluyor. Bu öğelere dikkat çekiyor, yorumu okuyucuya bırakıyor. ükuyucuyu da düşünmeye yöneltmek için ivi bir yöntem bu. Örneğin, "Psycno'aa tavan arasındaki odayla mahzendeki odaya (italikler Büker'in) yalnızca değiniyor, sonra da "odaların seçiminin rastlantı olduğu söylenebilir mi" diye soruyor. Yanıtını okuyucuya bırakıyor. Bunun gibi "Frenzy" filminde yenen yemeklerin, "Kuşlar'aa siyahbeyaz, yeşilkırmızı, "Suspicion"da mavisarı renklerinin ne anlama geldiğini de okuyucuya bırakıyor. * Büker filmlerden yalnız psikanalitik simgeleri çıkarmakla kalmıyor, bunlarla ilintili olarak sinematografik özellikler üstünde de duruyor. "Sabotage" filminin ilk sahnelerinin çekimlerini ayrıntıh olarak açiklayıp bu görüntülerle kurgudan kalkarak filmi anlamlandırmaya çalışiyor. " Vertigo" filmini de zaman zaman görüntüleri açıklayarak yorumluyor. Olanak olsaydı da bu açıklanan bölümlerin fotoğrafları da kitaba konsaydı daha iyi olurdu. Böylece Büker filmleri yalnız psikanalitik açıdan okumakla kalmıyor, sinemada oyuncunun, montage'm yeri üstünde de duruyor ama bunlan hep psikanalitik yorumla ilişkili olarak ele alıyor. Psikanalizme girincefilmleriçözümlemek için pek çok araç bulabiliyoruz. Bir görüşe göre filmleri birer düş olarak düşünmek de olanaklıdır. Karanlıkta kıpırtısız oturup birtakım imgeler görüyoruz. Düşlerdekı kadar bilinçsiz değiliz elbette, akLmız bir yandan film gördüğümüzü anımsatıyor, ama gene de özellikle bazı filmlerde gördükierimize hemen bir anlam veremiyoruz. Freud'a göre düşlerde bazı önemli ama korkulan öğeler kılık değiştirerek önemsiz ya da ilgisiz öğeler olarak ortaya çıkar. tkıncisi, birkaç kişinin niteliklerinin bir kimsede birleştirilmesi gibi, birbirini çağnştıran öğeıer bir sunumda birleştirilir. Bir de bütün bu öğeler, simgeler arasında bağlar, mantıksal ilişküer lcurulur, adeta düşün kurgusu yapüır. Bu kurgu yapılırken de günlük ya da geçmiş olaylardan bazı öğeler düşlere katılır. Psikanalitik yoruma göre, düşlerle filmler arasında bağlantı kurulup filmlerdeki simgeleri, kıYık değiştirmeleri açıklamak gerekir. Psikanalitik okumanın başlıca aksaklığı da bence burada ortaya çıkıyor. Ortada yorumlanması gereken düşüifeü" bir metin olduğuna göre herkes bunu kendi korkularına, saplantılarına, yönelimlerine göre anlamlandıracaktır. Böylece çeşitli yorumlar ortaya çıkabilir; metni istediğimiz yere çekebiliriz. Ayrıca psikanalitik lcuramlarda insana "acaba" dedirten önermeler de vardır. Şu sözlerebakalım:"... çocuk aynaya baktığında kendi yansısını görür. Yansı kendi gövdesinden büyüktür. Çocuk bu üstün yansıya hayran kalır. Aynada kendi bedenini görmenin verdiği naz, izleyicinin film izlerken aldığı hazdan daha az değildir. Kendini tanınıanın keyfine diyecek yoktur... Izleyici perdedeki benzerini hemen tanır, büyülenir, özdeşleşme kaçı Ş imdiye kadar sayısız film izlemişizdir ama bu gördüklerimizin gerçeklikle ilişkisini, sinema perdesinin neye benzeyebileceğini hiç düşünmemişizdir. Oysa sinemanın doğaşına ilişkin pek çok kuram üretilmiştir. Üç boyutlu nesneleri iki boyutlu bir düzleme resmeden bir ressam gibi görüntünün de düzenlenmesi, çerçeve içinde belli noktalara dikkat çekilmesi gerektiğini ileri sürenler olduğu gibi, perdenin yönetmenin seçtiği gerçeklik parçasına açılan bir "pencere' olduğunu ileri sürenler de olmuştur. Biçimciler görüntü düzenlemesine, montage'a önem verirken gerçekçiler alan derinliğine uzun çekimlere önem vermiştir. Daha sonra Lacan'ın görüşlerine dayanarak perdenin bir "ayna"ya benzediği ileri sürülmüştür. Kendi yorumumuza göre kısaca özetlemeye çalışalım: Bebek önce aynada (annesinin gözünde?) kendini tammaya başlar ama bunu eksiksiz, bütün bir varlık olarak algılar. Bebek bu imgede daha gerçekleşmemiş bir olgunluk, hiçbir zaman ele geçirilemeyecek bir tamlık, bütünlük bulur. Bu bir yanlış algılamadır elbet. Buna imgesel dönem denir. Bu dönemde anneyle özdeşlik kurulur. Ama bebek büyüdükçe bu ilişkiye baba da girer, ilişki üçleşir. Çocuk dili öğrenir, artık nesnelerin yerini dil alır, Babanın Yasası alır. Çocuk gerçek babayla değil, bir Yasa olarak Babayla özdeşleşir. Böylece anababasından ayrı bir özne olmaya başlar, dilkültür dünyasına girmeye, imgeselle gerçek arasındaki ayrımı görmeye hazırdır artık. Ama sürekli olarak ojfic özdeşliği, anneyle birlik olduğu o dönemi arar. Bu hiç gerçekleşemeyecek bir arzudur. Arzunun nesnesi ele geçirilemez, çünkü onun yerini sözcükler almıştır. Işte bu görüşe göre film izlerken de imgesel dönemde olduğu gibi perdede (aynada) kendimizi eksiksiz bir varlık olarak görürüz. Filmde her ne kadar gerçekteki nesneler, sözcükler gibi bir simgeye başvurulmadan doğrudan doğruya perdede yansıtılıyorsa da, aslında bu bir gerçeklik yanılsamasıdır. îşte bu yanılsama bebeğin imgesel dönemine benzer. Bu kısa özetten de anlaşılabileceği gibi, bu görüş insanda epey soru işareti uyandırıyor. Ama son yıllarda feministlerin de çalışmalanyla çoğu araştırmacı filmleri psikanalitik açıdan okumaya haşlamıştır. Seçil Büker'in Hitchcock filmlerini çözünîlediği "Kim Korkar Hain Hitchcock'tan" kitabı da bunlardan biri. Büker bu kitapta Hitchcock'un çeşitli filmlerini ele alarak onların psikanalitik okumasına girişiyor. Psikanalitik okumada bir de yönetmenin de psikanalizi yapılabilir. Filmlerin bir açık, bir de kapalı anlamı olduğu genellikle kabul edilir. Psikanalitik okumada bunların dışında yönetmenin de belki farkına varmadığı anlamlar bulunabilir. Bu yoruma göre Hitchcock"ta gizli bir kadın düşmanlığı olduğu genellikle kabul edilir. Lacan'ın görüşleri dışında sinemaya çok uygun olduğundan film çözümlemelerinde kullanılan başka bir psikanalitik kavram, Freud'un "erotogenic" bölgelerden ayrı bir iti olarak ileri sürdüğü "scopopnilia," yani bakmaktan, izleSAYFA 14 Gerçektt yandsaması PsftanalUk yoran l nılmazdır artık." Aynadaki yansının her zaman insan gövdesinden daha kiiçük algılandığı bir yana, bir kere bu ayna benzetmesini sahiciymiş gibi almamak gerekir ikincisi de bütün bu psikanalitik açıklamaların tarihselliğini, kültüre bağımlılığını unutmamak gerekir. Dolayısıyla izleyicinin alımlamasını da psikanalitik kavramlarla açıklayıp genelleştiremeyiz sanıyorum. Bu yüzaen Büker'in "Psycho"yla ilgili şu yargısına katılamıyorum: "Film boyunca derinlerde gizilgüç olarak barındırdığımız kötülüklerin bilincine vanrız. Saplantılarımız, dürtülerimiz konusunda daha gerçekçi olmamızı sağlar. Sunduğu terapi için yönetmene teşekkür ediyorum. Bizim tedavi olduğumuzkesin." Kadınlarakarşı "derinlerde gizilgüç olarak barındırdığımız" bir düşmanlığımız yoksa tedavi gerektiren bir kötülüğümüz de yok demektir. Büker "Frenzy" filminde, Hitchcock öznel çekimler kullandığı için, suç kanıtlarını yok etmeye çalışan sapık katille izleyicinin özdeşleştiğini söylüyor. Ayrıca "Psycho"da da kanıtları ortadan kaldırmaya çalışan sapıkla özdeşlik kurulduğunu ileri sürüyor. Filmleri izlerken bu iki filmin kahramanıyla da özdeşleşemediğime göre acaba ben mi sapığım? Yorumların her yana çekilebileceğini gösteren başka bir örneğe de "The man who knew too much" filminde rastlıyoruz. Filmi gördüyseniz anımsayacaksınız, bir evde saklı tutulan oğluna Doris Day şarkı söyleyerek işaret veriyor, onun kurtulmasına yol açıyor. Dolayısıyla Büker'in deyişivle bu ses "öylesine güçlü bir ses ki 'öldürücü olan'a karşı koyuor," "çocuğa ve anneye sonsuz mutluuk" veriyor. Ama feminist söylemden alınan bir yargıya göre "çocuğa ve anneye sonsuz mutluluk" veren bu anne sesi nasıl olur da "biçimsiz, karanlık bir evrene özgü" olur? Feministlerin pek kolay kolay kabul edemeyeceğim bir genellemesi de, erkek çocuğun kadının penisi olmadığını anladığı zaman kadını bir tehlike olarak görmesidir. Çünkü kadın iğdiş edilmişse kendi penisi de tehlikede demektir. Böylece kadınlar erkekler için bir tehlike olusturduklarından erkeklerin onları baskı altında tutmalan kolay açıklanabilir. Büker bundan yararlanarak "Mr. and Mrs. Smith" filminde bence tuhaf ama kendi içinde tutarlı bir yorumda bulunuyor: Çocuğun "kafasında her şeye karşın kadının bir penisi vardır, ama bu penis eskisi gibi değildir, yerine bir ikame atanmış ve daha önce penise yönelen ilgiyi miras almıştır... 'Bakış' kaaının gövdesine bir penis armağan ediyor. Çocuk artık penise (buruna) baktığında güven duyuyor, kendisine yönelenbir tehdit olmadığı kanısına varıyor. Bu durumda kadın da bir penisi olduğuna göre, karşısındaki erkeğin penisi olup olmadığına bakabilir. Oyleyse erkek, kadın bakışinın nesnesidir. Armağan edilen penis, erkeği kadın bakışının nesnesine dönüştürürse, erkek, kadına özgü olanı (fetiş burnu) kendi gövdesine taşır. Böylece kadına özgü olanı içselleştirir". Böylece penis kadınla erkek a^asında durmadan gidip gelen bir organ oluyor. Bu yorum dayandığı kuramla tutarlı ama biraz tuhaf değil mi? Her çıkıntıyı penis, her girintiyi de kadın cinsel organı saymak ne kadar anlamlı olur? Kimi psikanalistler, felsefeciler başka bir alanuageliştirilmis birkuramıbağlamından çıkararak psikanalizme uygulamak gibi Dİr yanılgıya düşüyorlar. Büker de böyle bir kuramdan yararlanıyor, "Nortn by northwest" filmindeki kanramanın adındaki O. harfini açıklamak için J. A. Miller'in Frege'den yararlanarak ileri sürdüğü suture (dikiş) kavramına dayanıyor. Ama matematiksel mantık gibi teknik bir konuda geliştirilen bir kuram bağlamından alınıp başka bir yere •" CUMHURİYET KİTAP SAYI 561 ErfceMer tçln bir tehllke Seçil Büker, kltabında bir halnllk yapıp bazı öğelere yalnızca deglnip sonuç çıkarmayı okuyucuya bırakıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle