25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Avdınlarımız ve Laisizm Demirtaş Ceyhun, bu Çalışmasıyla yine tarihsel süreç çerçevesi içinde, bazı çevrelerin bilerek ya da bilmeyerek üretegeldikleri kavram çarpıklığını düzelterek Türkiye'de laikliğin, cumhuriyetin kurucusu ve devrimlerin mimarı Mustafa Kemal Atatürk tarafından hangi anlamda ve hangi çerçevede oluşturulduğunu gözler önüne seriyor. YUKSEL PAZARKAYA rine getirmelerinin yasaklanmasını mı kastediyor? O zaman bunun laiklikle ne ilgisi var? Laiklik, bu vecibelerin yerine şetirilmesi özgürlüğünü, hangi inançtan olursa olsun, isteyen herkese eşit biçimde vermek için getirilen bir kavram değil mi? Yasaklardan söz etmek istiyorsa, Türkiye'deki uygulamanın nerede, nasıl ve ne zaman bireyin özgür ibadetine yasak getirdiğini de belirtmesi gerekmez mi? Bu mantıkla bakınca, örneğin, Almanya'da üç yüz yılı aşkın bir süredir aydınlanma olgusu da sürekli tartışıhyor, giderek kavga ve savaşım gerekçesi ediliyor. Ama ayuınlanmanın getirdiği hak ve özgürlüklerden vazgeçilmiyor, aydınlanma akımında bir bozukluk var, denilmiyor. Olay, aydınlanmacı hareket ile gerici/karanlıkçı, ırkçı güçler arasında savaşım olarak algılanıyor. 1 lerkes bu ajgılamaya göre, istediği safta yerini alıyor. Türkiye'de geç başlayan aydınlanmanın temelinde, apkı laiklik karşıtlannın da hep işlerine gelince örnek gösterdikleri Batı'da olduğu gibi, laiklik ilkesi olmazsa olmaz bir toplumsal değer olarak bulunuyor. Onsuz çağdaş bir toplumu düşünmek olanaksızdır. tslerine gelince örnek gösterdikleri Batı ülkelerinde de çağdaşlığın ilk ve önde gelen ölçütü laikliktir. Turkiye'de salt siyasal îslama kesimin mandacı zihniyetin de desteğiyle savaş açtığı laik düzen, aslında yapısı çoğul bir toplum içinde ki bütün çağdaş toplumlar böyledir ortak yönleri destekıemek ve çoğulcu toplumun bütün kesimleri arasında kamu ortamı içinde sınırsız eşitliği sağlamak için başat lcoşuldur. Bunun için de, özellikle bütün dini inançlar arasında salt eşitlik için, devlet ile bütün dinlerin mezheplerin kesinkes aynlması, bu ayrılığın yüzde yüz uygulaması zorunludur. LaNdknedrT Laiklik, aslında Batı'da olduğu gibi, kesinlikle bireyin dinsel inancına karşı değildir. Tam tersine her bireyin inanç özgürlüğünün eüvencesidir. Laikliğe, din düşmanlığı, diyerek cephe alan kesimler, aslında kendi din ve mezheplerinin yine kendileri tarafından oluşturulan (dolayısıyla gerçek inaçla bir ilintisi bulunmayan) kurumlannı, cumhuriyet kuramlarının yerine geçirerek kamu düzenine egemen olmak istiyorlar. Böylece de, tekrar tekrar ifade ettikleri gibi, kendileri gibi inanmayanları ve düşünmeyenleri kamu ortamında eşit haklardan keserek, on lara inanç özgürlüğü, giderek yaşam hakkı tanımak istemıyorlar. Paris Politik AraştırmalarEnstitüsü öğretim görevlilerinden ve felsefeci Henri Pena Ruiz, özellikle Fransa'daki tarihsel süreç içinde gelişen uygulamadan yola çıkarak laikliği şöyle tanımlıyor: "Laiklik, ayrımsızveönceliksiz olarak siyasal birlikteliğin bütün halkı kapsaması demektir. Ancak o zaman cumnuriyet res publıca olarak adına yaraşır herkese ait olan ortak değer olarak. Belli bir dinsel kesimin temsilcileri, onlara özgür ıradeleriyle görev veren kişilenn dinsel işlevlerini yönetmekle yetindikleri sürece, kendilerine dokunulmaz. Ama bütün insanlar üzerinde egemenlik kurmaya ve kamusal erki kendi çıkarları için kullanmaya yeltendikleri an, başka inançtan kişilere karşı suç işlemiş olurlar." Demirtaş Ceyhun bazı kişilerin, Türkiye'de zaten ellilerden sonra iyice sulandırılan laikliği daha fazla delmek amacıyla ve mandacı zihniyetle açmaya çalıştıkları Anglosakson ya da Fransız lâisizmi türünden tartışmalann art amaclannı ve temelsizliklerini açıkça sergiliyor. "Görüldüğü gibi bu baylar, kimi yönetsel bir tüzelkişilik, kimi ideoloiik bir toplumsal olgu, kimi bir^önetim türü adı, kimi siyasarr>ir düşünce olan bu 'din, devlet, laiklik, demokratik leşme, demokrasi' vb. kavramlan kolayca hallihamur ediverip birbirlerinin tamamlayıcılan veya karşıtlanymış gibi kullanmakta hiçbir sakınca görmemişlerdir. Nitekim, günah keçisi haline getirdikleri Türkiye'deki laiklik uygulamasını güya iyileştirmeye çalışıyorlarmış gibi, Fransız tarzı laiklik yerine, biri 'Belçika tarzı laikliği' önerirken, diğeri 'Anglosakson tarzı laikliğin toplumsal yapımıza daha uygun düşeceğıni' hiçbir bılimsel tedirginlık duymadan söyleyebilmektedirler gene aynı rahatlıkla. (s. 20,21) ÖzgünMrlaMk Yalnız bilimsel tedirginlik duymasalar neyse. Ulusal özgünlük, kimlik ve kişilik tasası da taşımıyorlar kesinlikle. Çağdaş dünyada evrensel bir değer olarak laikliğin ne anlama geldiğini bir alıntiyla behrttik. Kavramın temeli bu anlamdır ve üzerine edilecek bina her toplumun kendi tarihsel kimlik ve koşullanna uygun olarak biçimlendirilir. Fransızlar kendilerine uygun, Anglosaksonlar da kendi tarihlerine ve lumliklerine uygun yaparlar kurumlannı. Mustafa Kemal de, Ceyhun'un açık seçik gösterdiği gibi, Türkıye'nin ve Türk toplumunun tarihsel koşullanna, bu koşullardan türemiş kimliğine uygun ve özgün bir laiklik kavramı oluşturmuş, buna uygun bir binayı inşaya başlamıştır. (Ellilerden başlayarak yıkıma uğratıla uğratıla günümüzde aynca istismar edilen tartışmalara ve delik deşik uygulamalara gelinmiştir.) Demirtaş Ceyhun bunu söyle ifade ediyor: "Kuşkusuz, laiklik düşüncesi ve 'laik devlet' kavramı da Fransa'dan alınmıştır, ama, Türkiye'de herhangi bir Hıristiyan kilisesinin kurduğu teokratik devleti değil, îslam şeriatının kontrolü altındaki bir devleti laikleştirmiştir Mustafa Kemal. Dolayısıyla, kimi şeriatçı profesörler, 'Türkiye'nin şartları diskuru' gibi alaylı Demirtaş Ceyhun'<îan yeni bir çalışma D emirtaş Ceyhun, yıllardır ısrarla sürdürdüğü, tarih çerçeveli araştırma ve irdelemelerine bir yenisini ekledi. Bu kez, cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olarak belirlendiği günden beni, dini inancı siyasal iktidar emellerine araç eden kesimlerce sürekli tartısma konusu yapılan laiklik kavramını ele alıyor. Son yıllarda özellikle demokrasiden nasibini almamış bu kesimlerin, demokrasi adına demokrasiyi yok etmek amacıyla savas açtıkları laiklik ilkesi, ne yazık, o kesimler dışında da çarpıtılagelmekte. Burada da başı, yine demokrasi ve insan hakları teraneleriyle yakın tarihimizin mandacı zihniyetinin uzantısını temsil edenkesimler çekiyor. Bu kesimler cumhuriyete, devlete ve devrinı ilkelerine saldınrken, sanki onlar hiç bu ülkenin insanları ve bu devletin yurttaşlan (bu devleti oluşturan insanlardan) değillermiş gibi kendilerini yalıtarak cam fanusu taşlamayı marifet sayıyorlar. Ve kendilerince tanımlarla cumhuriyetin temel ükelerini yıpratmayı amaçlıyorlar. Bu ilkelerin başında da laiklik geüyor. tşte Demirtaş Ceyhun, bu çalışmasıyla yine tarihsel süreç çerçevesi içinde, sözü edilen çevrelerin bilerek ya da bilmeyerek üretegeldikleri kavram çarpıklığını düzelterek Türkiye'de laikliğin, cumhuriyetin kurucusu ve devrimlerin miman Mustafa Kemal Atatürk tarafından hangi anlamda ve hangi çerçevede okışturulduğunu gözler önüne seriyor. / UBVıiın [onMMon Devlet içinde onde gelen bazı makam sahiplerinin de, o makamdan aldıkları rüzgârla isteyerek ya da istemeyerek yine cumhuriyetin devrim temellerini nasıl sarstıklannı örnekleyerek irdeliyor. Buna Yargitay Başkanı Sami Selçuk'un olay yaratan ilk konuşmasının ardından, bu yıl yeni hukuk yılının açılış toplantısında yaptığı konuşmayı da katabüiriz. Sayin Sami Selçuk bu konuşmasında laiklik ilkesinin, yetmiş yıl sonra da bunca tartışılmasını gerekçe göstererek bunda bir bozukluk olduğu sonucuna vanyor. Bu tartışmayı hangi kesimlerin, hangi amaçla ısıttıklarınaysa değinmiyor Demirtaş Ceyhun un kitabında verdiği birçok başka örnekten birini, Profesör Ahmet Yaşar ()cak'ın bir sözünü buraya da alıntılamak istiyorum: "Türkiye'de bir radikal Islam varsa, bu, radikal laikliğin sonucudur. Türkiye'de laiklik radikalle^tikçe, Islam daha çok yeraltına inecek ve daha çok radikalleşecektir." (S.20) Sanırım profesör bu bay, ya kavramlardan habersiz ya da bilerek kavram oyunları yapıyor. Laikliğin radikalleşmesi ne demektir.'1 Insanlann dini vecibelerini ye ifadelerle bu gerçeği göz ardı ettirip Türkiye'deki laikfîk uygulamasını, Fransa'daki laiklik uygulamasının sanki özdeyişiymiş gibi göstermeye ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, salt bu özellik bile, bu iki uygulamanın temelde birbirinden ne denli rarklı olduklarını bütün çıplaklığıyla gözler önüne serse gerektir doğrusu. Çünkü, unutulmamalıdır ki şeriat, Hıristiyanlıkta kutsal kitaptan kaynaklanmamaktadır." (s.27) Demirtaş Ceyhun, çalışmasmın ilerleyen bölümlerinde Osmanh'da ulemanın siyasal erki ele geçirme kavgasını özedeyerek bu sürecin sonunda, şeriatın devleti denetim altına aldıkça batırdığıru ve bitirdiğini bir kez daha göstenyor. "Yani, sorun, dinle devlet arasındaki ilişkilerden değil, tam karşıtı, siyasal erki ele geçirmiş mezheple, öteki dinler ve meznepler arasındaki kavgadan kaynaklanmaktadırasıl. Dinlerin kendilerinden, kendilerini kutsallaştırmalarından, dolayısıyla da ele geçirdıkleri siyasal erki kutsallaştırmalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, laisizmin de gerçek anlamı, dinle devletin değil, siyasal erki herhangi bir şekilde ele geçirmiş bu dinsel grubun sultasına son verip devleti, 'bütün dinlerin karsılıklı bağımsızlık ilkesini benimseyerek bir arada yaşamalannı sağlayacak bir yönetime kavuşturmak', yani si yasal erkın kutsallaştırılmasına şiddede karşı çıkmak demektir zaten." (s. 24) Ceyhun, Mustafa Kemal'in laiklik anlayışını, 'Dinin devlet işlerine karıştınlmaması' olarak özededıkten sonra, taruşma konusu yapılan Diyanet Isleri Başkanlığı'nın da aslında Türkiye'aeki laik lik uygulamasının sağlanması için oluşturulduğunu belirtiyor: "Asıl görevi de, bizce hiç kuşku yok ki, SünniHanefi Muslümanlığının ibadetle ilgili hükümlerinin uygulanmasını düzenlemekten çok, bu Ortodoks Müslümanların Islamiyetin şer'i hükümlerini yeniden yaşama geçirme. heveslerini sürekli kontrol altında tutmak olsa gerektir." (s. 102) Buradan çıkardığı önemli sonuç da şu: "Bu nedenle, Diyanet Işleri Başkanlığı'nın kapanlması veya SünniHanefi cemaatlere devredilmesi, gene bizce hiç kuşku yok ki, kavramın yorumlanmasından yaşama geçiriliş biçimine dek bir Müsfüman toplumun koşullannın şekillendirdiği yeryüzündeki tek ömek olan, bütünüyle bize özgü ve özgün bu Mustafa Kemal laisizminin de sona erdirilmesi demek olacakur kesinlikle.,." (s. 103) VflM unlvvsltBlBrf Ceyhun, bu kitabında 116 sayfada tarihsel süreç içinde Türkiye'deki özgün laikliği irdeleyip inceledikten sonra, bu bölümle organık bağıntı içinde 'Anadolu Türklerinde Din, Siyasal Otorite ve Edebiyat' (s. 117128), 'Divan Şüri ve Medrese'(s. 129142), ve nihayet güncel birkonu olan 'Vakıf UniversiteleriSanal Üniversiteler' (s. 142175) bölümlerine geçiyor. Vakıf üniversiteleri, bugünkü durum ve konumlanyla, temel ilkesel çekincelerin yani sıra, yüksek eğitime katkıdan çok uzak görünüyorlar. Ânayasa Mahkemesi'nin bazı vakıf üniversitelerine devlet arazisinin bağişlanmasını iptal kararı da aslında aynntı gibi görünse de bu sözde üniversitelerin temelden yasadışılıklarını da gösteriyor. Ne ki YOK sözcüsu, bu karara Karşın, her şeyin eski hamam eski tas devam edeceğini açüdamakta hiçbir sakınca görmemiştir. Bu r>ay vebenzerle, ri, uzun yıllardır hukuk devletini guguk devletine çevirmek için olağanüstü çaba harcıyorlar. Tıpkı, bazı çevrelerin Türkiye'de laik düzeni yok etmeye çalışmalan gibi. Demirtaş Ceyhun'un bu yeni kitabını da Türkiye ve dünya üzerine düsünmek, konuşmak isteyen nerkes okumalıdır. • DemirtaşCeyhununbu kltabınıdaTurklyeve dünya üzerine düsünmek isteyen herkes okumalıdır. Aydınlarımız ve Laisizm/Demtrtaş Ceyhun/ Sts Çanı Yayınları/ tstanbul 2000/175 s. K İ T A P SAYI 561 SAYFA 10 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle