Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
0 K U R L A RA Anaâolu toprakları üzerindeki ilk arkeolojik kazı 1871 tarihini tasıyor ve Troia'da (bugünkü Hisarlık) gerçekleşliriliyor. Kısaca, 128 ytllık bir geçmişi var arkeoloji tarihimizin. Arkeolojik bulgularla ilgili ilk yayınlann tarihi ise daha sonralara dayanıyor. Arkeologlar dısmda pek kimselerin ilgisini çekmeyen bu yayınlar genellikle devlet eliyle basılmıs ve ilgililere bu yolla ulaşmıs. Son yıtlarda bu alandaki yayınlarda özel kurum ve kuruluslann büyük bir atılımı gözleniyor. Bu sevindirici durumun yansımalan bu haftaki kapak konumuzu olusturuyor. Özgen Acar Ustamız, yakından ilgilendiği bu alanın, son bir yıl içinde yayımlanan kitaplannı kısa kısa tanıtırken isin hukuki boyutunu da ele alıyor ve bu konuda yayımlanan kitaplan tanıtıyor, Dergimizde bu hafta iki yazanmızla yapılmış söyleşiler bulacaksınız. Kayseride yaşayan sair Abmet Ada yeni şiirlerini "Begonyalı Pencere" adtyla bir araya getirdi. Bir baska şair arkadaşımız Hüseyin Alemdar da Abmet Ada ile bir söylcşi gerçekleştirdi. Demirtaş Ceyhun ise son yıllarda edebiyat dışı arastırmalanyla gündeme geliyor sık stk. Kara Bıyıklı Türkler'den sonra yeni kitabı "KodAdı: Ulu Hakan" ile yine larttsmalar yaratacak. Ceyhun da yeni kitabını anlattı söylesisinde. Bol kitaplı günler!... ETHINACI XX. yüzyıMan kalanlar: Denizin Cafiırısı Bilbaşar'ın TURHAN GÜNAY Imtiyaz sahibi: Berin Nadf o Basan ve vayan: venl cün Haber AJansı Basın ve Yayıncılık A.ş. o Cenel Yayın Yönetmeni: orhan Erinco Cenel Yayın Koordinatörü: Hikmet çetlnkaya Yazılşleri Müdürii: Ibrahim Yıiciız sorumlu Müdüf: Fikret llkiz > Yayın Yönetmeni: Turhan Ciınay c Craflk Yönetmen: Dllekllkorur Reklam: Medya C L C U M H U R İ Y E T (19101983) Denizin Çağmşı adlı romanı 1943'tc yayımlanmış (Yurt ve Dünya Kültür Yayınlan); Telcin Yayınları, Kcmal Bilbaşar'ın bütün romanlarını ycnidcn yayımladığı halde nedense Denizin Çağınşı'nı yayımlamamış. Talihsiz bir roman Denizin Çağırışı. Elimin altındaki knynaklara bakıyorum: Tahir Alangu, Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman (1965) adlı çalışmasında Denizin Çağırışı'nın adını anmakJa yetinıniş; Cevdet Kudret, Tiirk Edebiyatında Hikâye ve Roman'da (III. Kitap, 1990), "Kcmal Bilbaşar, ilk romanını 1943 yılında yayımlamış isedc, roman türündeki çalışmalannı 1960 yılından sonra yoğunlaştmnıştır" demekle yctinmiş. Meydan Larousse, Denizin Çağınşı'nı Kemal Bilbaşar'ın romanlan arasında saymış ama romanın yayım tarihini yanlış yazmış: 1939. Ana Britannica, "Çok önemfi yapıtlar arasında" Denizin Çağınşı'nı da yazmıs,, üstelik 1972'de ikinci baskısının yapıldığını da belırrmiş ama roman hakkında bilgi vcrmemiş. Denizin Çağırışı'na ilgi duyan bir Behçer Necatigil var; Edebiyatımızda Eserler Sözliiğii'nde (2. baskı, 1979) şöyle diyor Necatigil: "... roman, psikopat bir ilkokul öğretmeninin dengesiz dünyasını yansıran bir hatıra defteridir. (...) Yer ycr Dostoyevski tiplerini ve Knut Hamsun'un Açlık romanının kahramanınıhatırlatan grotesk (gülünç, acaip, tulıaf F.N.), hasta kişisiyle bu roman, yazarın ilk romanı idi." Yakın zamanlarda, yanılmıyorsam, bir Selim Ileri Denizin Çağırışı'ndan söz ctti. Oysa üniversite yıllarında, yani ncrdcyse yarım yüz yıl önce, okuduğum Denizin Çağınşı, bcnde unutulmaz izler bırakmış bir romandır, bence Bilbaşar'ın en iyi romanıdır. Romanın başında bir "epigraphe" var; Yahya Kemal Beyatlı'nın "Dcniz Türküsü" adlı şiiriniıı o pek bilinen son dört dizesi: "Çıktığın yolda, bugün yelken açıp yapyaJnız /Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız / Yürü! hür mavilığin bittiğison hacfde kadar / tnsan âlemde hayal ettiği nisbette yaşar." Şu ciimlcyle başlıyor roman: "Beş saat rötarla, tzmir'e gece yansından sonra varmak, demiryolları idaresi için "ahvali âdiyeden" olabiür, fakat benim gibi bes sene sapa bir yerde kurulmuş küçük bir kasanada, kabuğuna çekilerek, vesvese ve korkularıyla başbaşa yaşamış, bilmediği bir semanın ve tanımadığı bir denizin maviliğtnden şifa aramaya çıkmış, karanlıktan korkan bir insan için ne büyük felaket..." Yazar, roman kisısinin bclirgin özelliklcrini ilk cümlede özetleyivermiş. Bu yolcııluk nedenr1 "O küçük kasabada, gizli bir davetin câzibebiyle içimdc seyahat arzıılan ça&ıldamaya başladıgı zaman,..." (s. 4) diyor anlatıu ama gerçek nedcni 10. ve 11. sayfalarda öğrcnıyorıız: Anlatıcı, o kasabada bes yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, memlekete nızmet etmek için çırpınan "hükumet doktorunun da, savcının da, jandarma kumandanının da", bütün iyi nıyetlerine, halka hizmct ctme isteklerine karsın, toplumsal koşullar ve yerel egcmen güçlerkarşısında ellerinden hiçbirşeygcbnediğinigörüyonjandannakumanS A Y I 4 8 1 K cmııl danı, "kayısı bağlanndaki cümbüşlere alışır gibi"; savcı, kitap okuyarak avunmaya çalışıyor; doktor, evinde oturup kafayı çekiyor; anlatıcı, "bir imtihan odasında bir talebeye iltimas için gelen kaymakam'ın nutkunu dinleyerek "çocukJarın yetişmesinden ziyadcsınıf geçmenin esas olduğunu" ögrenivor. (Meraklı okur, Denizin Çağırışı'nın yayımlanmasından on iki yıl sonra yayımlanan Yaşar Kemal'in Teneke'sinde de, RcşatNııriGüntekin'in 1950'dc tefrika edilip 1961'de kitap halindc yayımlanan Kavak Yelleri adlı unutulmaz romanında da benzer sorunların işlendiğini görecektir.) Bu kaciar da dcgil, l b firenginin mada yaşıyor anlatıcı: "Benim gibi f hallî hastalık haline geldiöi bir kasabada, bes sene oturmuş bir insanın böyle asabî ihtilâçlara (çırpınmaFN)tutulmasıkadartabünevardır? Aşçısından yemek yiyemcdığım, çeşmesinden sıı içemediğim, ckmeğini tekrar ateşten geçirmek mecburiyetini duyduğum, kahvesinegidemcdigim, eşyalarına el süremediöim, talebelerimi bile okşayanıadıgım o kasabada, beş yıl, gcrgin birteyakkuzla (uyanıklık FN) yaşamak neye mal olurdu?" (s. 27). Beş yılın sonunda anlatıcı "Bütün çılgınca korkularını, deliliklerini" hükümet doktoruna açıyor: "Bir korku içimde büyüyor, doktor, beni bir karanlığın istilâ etmekte olmasından korkuyorum." Doktorun açıklamaları: "ütuz üç sene bir vampir gibi ülkemizi kucaklamış bulunan istipdat dcvrinin torunları değil mi idik? (Sultan Hamit saltanatına göndermc FN) Babalanmızın kanı vc âsabı her eün ölümün binbir tecellisini omuzlan üzerinde hisscderek bir çcyrek asırdan fazla kamcılanmamış mıydı? Bu traiik tlevrin kanı bir mahsul verir vc onda fobi bulunmaz da ne bulunurdu? (...) Kendi içine kapanmasın da insan ne yapsındı? (...) ... akıllı bir insan bu karanlık lekeyi ancak ispirto ile mııvakkat bir zaman için temizleyebilirdi. (...)... daha akıUıcası, bu dağların kâbusundan uzaklaşmalıydı. Mavi, ufuklann alabildigi kadar genişleyen, bir mavi deniz karşısında, ruhtaki bütün karanlıklar yıkanırdı. (...) Gidin azizim, ve çılguı bir hayat yaşayın. Sizde hiçbir şey kalmayacak. En iyi ilâçbudur." (ss. 1819). Doktorun söylediklerini, daha önce, anlatıcı sciylemişti:" Ah o kaza, o küçük kasaba, beni zavallı yapan orası değil mi? (s. 9) Anlatıcı, daha altıncı sayfada, "karanlıktan ve uykudan korkmaktan" kurtulmak istediğini söylüyordu. Doktorun söyledikleri, anlatıcının açıklamala nna fazla bir şey katmıyor; sadece tarihsel sürcç hakkındaki açıklama çabası ilginç: Romanla organik bir bagldığı olmasa da 1943'te romanlanmızda böylesi açıklama çabalannın pek görülmediğine değinmek gerek. Anlatıcının yaşadıöı ruhsal bunalımın romana özgü, daha gerçek ncdenleri de var. Anlatıcının babası intihar etmiş: "Babamın niçin kendini öldürdüğü bir sır halinde kalmıştı. (...) Annem onun uykudan ve karanlıktan şikâyet ettiğini söz arasında birçok zamanlar söylemişti. ()dasında lamba yanmadan babamı uyku tutınazmış. Deniz kenarında dolaşmaktan korkarmış. Korkmakta ne kadar haklı imiş ki o mavi sularda dünyaya gözünü yummııştu." (ss • 6). 5 günlerimdc babama yalnız veçhen değil, ruhan da benzemek icin, uykunun ve karanlığın düşmanı kalmayı kcndi kendime vadeucrdim." Roman boyunca sık sık bu "karanlık" saplantısıyla karşılaşıyoruz. Babası sağken, ailenin para derdi yok: "Bir eli yağda, bir eli balda olan babam için dünyalık niçbir sıkıntı ve tasa olmanıak lâzımdı." Babası öldiikten sonra: "... ben sürünenler zümresinc mcnsup bir adaınııi). Annemin soda ve sabunla yıpranmış ellcrinde hiçbir zaman bir banknottan fazla para görmediğim halde, o daima bollıık içinde yüzen bir insanın halini muhafaza ederdi... / Ramazan günlerinde ve kurban bayramlarında biraz rcraha kavuşurduk. Bütün semt fakirlerinin toplandığı yirmi kişilik iftarsofrasında, tatb nasıl şeydi, öğrenirdim." Babası öidükten sonra sefalet başlıyor: "Annemin hizmetçilik yıllarından kalma bir lıizmetçi ruhu." Bıınu unutamaz anlatıcı. Bir de "tatu nın nasıl bir şey olduğunu iftar sofralarında öğrenmiş olmayı. Bunları kafasından atabilmck için kasabada beş yılda biriktirdiği parayı, Izmir'de çılgınca harcamaya başlar. Beş yıl öğretmenlik yapuğı kasabada herkesten uzakyaşamıştır: "Ne erkeklerlc dostluk, ne karılarıyfa yarcnlik ctmiştir. Bu ağır duruşum onlara çok kerre saygı telkin ederdi." (s. 21). Anlatıcı, Izmir'de, bir otele yerleşmek için, güçbela bir fayton bulıır: "... yalnızlıktan kurtulmuş bulunmaıun hazzile, bütün karanlık lann dağıldığımgörmeli..." (s. 12) Babasından dcvraldığı "karanlık korkusu", yaşadığı sürece izleyecektir anlatıcıyı. Bu "korku"ya bir de "hiç sıkılmadan birçok yalanlar bulmak" (s. 12) eşlik eder: Anlatıcı durmadan yalan söyler Izmir'de (Çünkü künse tanımıyor anlatıcı yı; beş yıl yaşadığı kasabada ise herkes tanıyor "öğretmen"i, kasabada yalan söylemek olanaksız, ayrıea gereksiz dc.); kendisini "olduğu gibi" değil, hep "olmak istediği" gibi göriir, göstcrir: Kendisini "Istanbul gazetecilcrinden Biri" olarak tanıtır. Beş yıl süren öğretmenlik yaşamının öcünü almak, "zengin birefendi olmak zevkini tatmak için" arabacıya "büyük bir bahşiş" vermek ister. (Arabacının cevabı, "Kemer orospusundan bahşiş kabul edebileceği ama onun gibi adamların sadakasına muhtaç olmadığı"dır.) Anlatıcı, kendini "olduğu gibi" değil "olmak istediği gibi" göstermeve uğraşırken, zaman zaman, kendini "olmat istediği gibi' görür: "Hiç şüphesiz ben asîl simab bir adamdım ve böylc oüyük otellerde yaşamak için yaratıknıştım." (s. 20). Ne varkigeçmişyaşamından kurtulamaz; kasabadaki odasını anımsar: "... duvarında tran Şahinşahı ile Atatürk'ün üniformalı taş basması, sararmış ve sinek tükrükleriyle kirlenmiş resimleri olan küçük odası"sını anımsar. (Denizin Çağınşı, elli altı yıl önce yayımlanmış. Tek parti cföneminde. Buna karşın hiçbir yazar bu cümle dolayısıyla Kemal Bilbaşar'a saldıımamış...) iyi bir otele girmcsiyle birlikte, giyim kuşamının berbatlığından duyduğu utançla, anlatıcının yalanları sökün eder: Keten bavul onun değildir; bavuldaki "eşya da başkasına aittir". "Ben böyle Amerikandan yapılmış don gömlek giyccck adam mı idimr1" (s. 22). Otel hademcsine (Hademeyi otel kâtibi sanmıştır!) "furgon mcmurlarının vc hammallann sersem liği yüzünden bavulu"nun değiştirildiğini söyler ve "mesleğinin gazcteci olduğunu, Istanbul'dan geldiğini" not ettirir. Ve sonra: "Lü zum hâsıl olur da hakkımda tahkikat yaparlarsa bir sahtekâr mevküne düşeceğim korkusu aklıma gelmeden ikinci dcra gazetcci olduğumdan bahsetmek, bende hakikaten gazeteci olup olmadığım şüphcsini uyandırdı." (s. 24). Anlatıcı, Izmir'de, gerçeklik duygıısunıı yitirmeye başlamıştır. Biıtakmı garip yalanlar uydurmanın, böbürlenmenin, "yorulmuş ve hırpalanmış mizâcına bir durgunluk verdi"ğini fark eder. F lemen arkasından, "tçime tahammül cdilmez bir hüzün doldu" der (s. 25). Sonra o hüzünlü cümle: "Bir anne elinin okşayışından bile mahrum bulunmak ne tecelli idi..." (s. 26). Vc ağlar... Anlatıcı, yirmi beş yaşında ve belli ki eli bir kadın eline değmemiş; "kadın" denince yalnızca "anne" geliyor aklına... Bitirmedim. l SAYFA 3 Köyden kente Anlatıcı, babasını çok seviyor: "tlk çocukluk K İ T A P c W M 'l • . . l .1 I . 1 1 <* ı .<. ı