17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Söyleşi mesini amaçlamıştır. Emperyal dünyanın yönlendirdiği, piyasa ekonomisine bağlı, özerklik yoksunu, siyasal iktidara tabi üniversiteler oluşturmaktır hedef. Bir de profesör unvanlı diyanet işleri yöneticilerinin kadın hakları ve eşitliği konusundaki çağ dışı söylemlerini, üniversitede kız ve erkek gençlerin beraber merdiven çıktıklarına, çimenlerde birlikte oturduklarına tanık oluyorum, tüylerim diken diken oluyor diyen yöneticilerimizin varlığını düşününüz. Üniversitelerin bir süre önce Ortadoğu’nun liderlik ettiği bir onur mücadelesi vermeye başlaması ve bunu sürdürmesi umut verici olmuştu. O sırada belki ilk defa öğretim üyeleri dernekleri de örnek bir dayanışma içerisinde, övgüye değer öncü bir rol oynadılar. Bu mücadelelerden üniversitelerimizin özerkliğine ve bağımsızlığına kavuşmuş bilim yuvaları niteliğini kazanarak çıkmaları büyük umudumuz ve beklentimiz oldu. Bugün sayıları iki yüze varan üniversitelerimiz ve gençlerimizden, ikili sarmal gibi bir bilim devrimine, Darwin’e, evrime yasak koyan çağdışı bir zihniyete karşı koyarak, uygar dünya karşısında onurumuzu korumalarını da bekliyoruz. Ülkede hukukun içine düştüğü acıklı durum ve yargıdan çıkan Renan Pekünlü’nün ikinci kez aldığı hapis kararı ve benzerleri karşısında hukuk fakültelerimizin sessiz kalması, üniversitelerimiz adına onur kırıcıdır. Büyük kayıplara uğrayan Gezi gençleri bize çağdaş ve uygar bir Türkiye mücadelesinde önemli bir rol oynayacakları umudunu vermişlerdi. Bugün 2015 yılının Ekim ayında yeni seçimlere doğru yol alırken 7 Haziran’daki seçim sonrası ülkede oluşan büyük bir kaos ve kargaşa ve belirsizlik içinde bocalamaktayız. Her gün terörün yol açtığı, sayamadığımız ölüm haberleri ile sarsılmaktayız. Tıp fakültemizin öğrencisi ve 1971 mezunu Aziz Sancar’ın Nobel haberi gibi bir teselliye ve sevince ne kadar muhtaçtık. Sancar Türkiye’de aldığı eğitimi övüyor ve bu eğitimin başarısındaki payını vurguluyor. Bu ifadenin içinde duygusallık payı olsa da gerçeklik payı da var. O yıllarda tıp eğitimi bugünkü ile kıyaslanmayacak düzeyde idi. Liyakat politika için feda edilmiş değildi. Öğretim üyeliği unvanları bu kadar ucuz değildi. Üniversitede cumhuriyet ve laiklik düşmanları barınamazdı. Sancar elbette bu ülkede kazandıklarını Amerika’da kendisine sunulan bizimki ile kıyaslanamaz olanaklarla ve kişisel yetenekleri ile Nobel’i hakkedecek düzeye getirmeyi başarmıştır. Aziz Sancar’ı kutluyor bağrımıza basıyoruz. CBT 1493/30 Ekim 2015 19 Nobel Ödüllü Aziz Sancar emekli olmalı mı? Prof. Dr. Metin Balcı B  Bu sene 19.’su düzenlenen Pfizer Bilimsel Araştırma Yarışması ciddi bir ilgi gördü.   “Çocuklarda ve Erişkinlerde Aşı ile Korunabilen Hastalıklarda Etiyoloji, Epidemiyoloji ve Korunma” konulu Pfizer Bilimsel Araştırma Yarışması’nda ödül kazanan araştırma projeleri 2125 Ekim 2015 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen 6. Ulusal Aşı Sempozyumu’nda duyuruldu. Yarışma üniversiteler, kamu kurumları ve özel kuruluşlarda çalışan 40 yaşını geçmemiş ve jüri üyesi olmayan tüm araştırmacılara açık olarak düzenlendi. Aşı ile korunulabilen hastalıklarda etiyoloji, epidemiyoloji ve korunma ile ilgili çalışmalar yarışmada değerlendirmeye alındı. Yarışmada Birincilik Ödülü Türkiye’de 20132014 arası Bakteriel menenjit etkenleri ve N. Meningitidis, H.I nfluenza ve S. Pneumonia’nın farklı serogruplarının seroprevelansı: Çok merkezli prospektif sürveyans çalışması ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Birimi’nden Yasemin Özsürekçi’ye verildi. Pfizer Bilimsel Araştırma Yarışması sonuçlandı ODTÜ Emekli Öğretim Üyesi, TÜBA Şeref Üyesi, [email protected] u yıl kimya dalında Nobel Bilim Ödülünü alanlar arasında tüm eğitimini Türkiye’de tamamladıktan sonra ABD’ye giden Sayın Sancar’ın da olması elbetteki hepimizi mutlu etti ve ülkemiz adına gurur duyduk. Sayın Sancar’ın Türkiye Bilimler Akademisi üyesi olması beni ayrıca da mutlu etmiştir. Arzumuz, bilimsel araştırmalarını bu ülkede yapan bilim insanlarımızın da bir gün Nobel ödülü almasıdır. Sayın Sancar, yapmış olduğu çalışmalarda, kendisinin da bahsettiği gibi, henüz kansere çare bulmuş değildir. Kanseri oluşturan mekanizmayı araştırmakta ve bunun da bir 5 yıl gibi daha zaman alacağını ve sonra tedaviye geçilebileceğini özellikle vurgulamaktadır. Sayın Sancar, şu anda temel bilim araştırması yapmakta ve DNA onarım mekanizmasını anlamaya çalışmaktadır. Bu anlaşıldığı takdirde başka grupların da desteği ile tedavi aşamasına geçilebilecektir. Temel Bilimlerin ne kadar önemli olduğunu, umarım, Sayın Sancar’ın Nobel ödülünü almış olması, temel bilim araştırmalarını anlamamış veya anlamak istemeyenleri belki düşündürmeye başlar ve Temel Bilimler üzerinde olan önyargılarını sorgularlar. Bu tablo, Sayın Sancar’ın daha uzun süre çalışmalarına ara vermeden devam edeceğini göstermektedir. Sayın Sancar şu anda 69 yaşındadır. Eğer kendisi Türkiye’de bir üniversitede olmuş olsaydı, iki yıl önce yaş haddinden emekli olmuş olacaktı. Öğretim üyelerinin zorunlu emeklilik yaşı ülkemizde 67’dir. Eğer yeni kurulmakta olan bir üniversiteye geçilebildiği taktirde, 72 yaşına kadar devam etmek mümkündür. Bu son 5 yıllık süreç içerisinde altyapı olmadığından hocalarımız zamanlarını ancak ders vermekle geçirebilmektedir. Üst düzeyde bilimle uğraşan kişileri zorunlu olarak emekli yapmak bilimi katletmek demektir. Bilim yapan bir kişi asla emekli olamaz ve olmamalıdır. Çünkü uzun yılların birikiminin genç nesillere aktarılması devam etmelidir. Bu görüşümle, ülkemizde devlet üniversitelerinde emeklilik yaşının uzatılmasını desteklemek veya vurgulamak istemiyorum. Tam tersine emeklilik yaş haddinin, gençlerin önünü açmak üzere, biraz daha düşürülmesi taraftarıyım. Emeklilik yaş sınırının devlet üniversitelerinde 75’e çıkarıldığını varsayalım. Üniversitlerimiz, yaşlı hocalarımızın kahvehanesine döner. Arasıra üniversiteye gelir, bir veya iki ders verir, zamanlarını hoş sohbet ile geçirirler. Şu anda emekliliği yaklaşan hocaların son beş yılı incelendiği zaman büyük bir çoğunluğunun bilimsel çalışma yapmadıkları görülmektedir. Bunları üniversitelerde daha uzun süre tutmamak gerekir. versite Senatosu kararıyla 3 veya 5 yıl uzatılır. Hoca başarılı olduğu takdirde bu uzatmalar devam eder. Süresi uzatılan hocaların, emeklilik yaşını doldurmamış hocalar gibi tüm haklara; öğrenci alma, proje verme vs. sahip olmalıdırlar. YÖK’ün bu konuyu gündeme taşıması, bu konuda araştırma yapması ve uygun görüldüğünde icraata geçilmesi kanaatini taşımaktayım. Bu hocalar için vakıf üniversiteleri gibi bir kapının olduğu tezi ortaya atılabilir. Bir kaç vakıf üniversitesinin dışında hiç birinde ne ilgili bölümler ne de uygun altyapı vardır. Ülkeyi, bir noktaya taşımak istiyorsak, üniversitelerde ciddi reformaların yapılması artık kaçınılmaz bir duruma gelmiştir. Paralı dergilerde uyduruk bilimsel makaleler yaparak çakma doçent ve profesörlerle ülkeyi bilimsel anlamda ileri götürmemiz mümkün olmayacaktır. Temel Bilimleri cazip hale getirmek için temel bilimlere gidecek öğrencilere burs verilmesi ne kadar doğrudur? Üniversitelerin kalitelerinin artırılması, değerli hocaların yaşam standartlarının iyileştirilmesi, istihdam sahalarının artması, ister istemez, yetenekli gençleri temel bilimlere çekecektir. Temel Bilimler ancak o zaman cazip hale gelecektir. Eğer, bir profesör aktif bir şekilde çalışıyor, üretiyor ve öğrenci (doktora, yüksek lisans) yetiştiriyorsa o hocanın devam etmesini sağlayan bir mekanizmanın geliştirilmesi şarttır. Bu da şöyle olabilir. Çıkarılacak olan yönetmelik veya yasalarla, ilgili hocanın süresi Üni PEKİ AKTİF OLANLARI NE YAPMALIYIZ? Üzerinde durmak istediğim bir diğer husus ise yakın bir zamanda YÖK tarafından hocaların yönetebileceği yüksek lisans ve doktora öğrenci sayısını 12 ile sınırlandırılmasıdır. Bugün gelişmiş ülkelerde bilim yapan hocaların grupları incelendiği zaman, onlarca öğrenci ile çalışan grupların olduğu görülmektedir. Böyle bir sınırlamanın mantığını anlamak mümkün değil. Bazı hocalara çok öğrenci, bazılarına az öğrenci gitmiş olmasını engellemek olabilir. Böyle bir durumda her hoca kendisini sorgulamalıdır. Herkese eşit sayıda öğrenci vermenin adil bir çözüm olduğunu düşünmek mümkün değildir. Üniversitelerimizin büyük bir çoğunluğunda çağ dışı bir uygulama vardır. Öğrenciye hoca seçme hakkı tanınmaz. Âlim hocalarımız kimin kim ile çalışacağını belirler. Bazı hocalar, 35 öğrenciden fazla öğrenci çalıştırmanın zor olacağını iddia ederler ve öğrenci sayısının sınırlanmasını isterler. Bunu iddia edenler, aslında kendi kapasitelerinin ne kadar düşük olduğunu ortaya koymaktalar. Belki de YÖK, bu çoğunluğa uyarak bu sınırlamayı getirmiş olabilir. Bu uygulama bir çözüm değildir. Bizim insanımız hemen bir çözüm bulur. Üzerinde öğrenci olmayan bir hocanın üzerine bu öğrencileri yazdırır ve kendisi çalıştırır. Bu da etik olmayan bir davranıştır. Ancak, şartlar kişileri bazen bu tür davranışlara itmektedir. Bugün 4050 kişi ile çalışan büyük gruplar vardır. Bu düşünce ile Türkiye hiç bir zaman bilim çağını yakalayamaz. Bilimin bu kadar ucuz olduğu ve bilimsel makalelerin ne kadar kolay yayımlandığı bir ortamda, üniversite ve öğretim üyesi sayısının çok artmış olmasına rağmen, ülkenin 2014 yılındaki makale sayısında duraklamaya girmesi, hatta Türkiye’nin salt bilimsel makale sayısında İran’ın gerisine düşmesi bile artık ilgililere hiç bir şey ifade etmiyor mu? YÖK’ÜN KARARI, 12 ÖĞRENCİ SINIRLAMASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle