17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Psikoloji Sinirbilim CBT 1493/ 30 Ekim 2015 11 HEPİMİZİN ARADA BİR KENDİMİZE SORDUĞUMUZ SORU: nolojik uygulamalardan yararlanmak, sağlıklı bir uyku gibi.. “Ben normal miyim?” 10 saniyeden daha uzun süre konsantre olamıyor musunuz? Tanıştığınız insanların isimlerini anında unutuyor musunuz? Sürekli olarak seks düşünmekten kendinizi alıkoyamıyor musunuz? Hiç tasalanmayın! Tipik bir insan beynine sahipsiniz. İnsan beyni eşsiz bir yaratıcılığa sahip olmakla birlikte, aynı zamanda tuhaf tutkulara, sürekli yön değiştiren düşüncelere, mantıksız duygulara ve hayal gücüne dayalı inançlara da ev sahipliği eder. DUYGULAR eyifle başladığınız gün, iş arkadaşınızın ufak bir olumsuz eleştirisiyle birdenbire tatsızlaşıyor mu? Açlık, ambulans sirenleri, kötü bir koku veya parlak ışıklar sizi çok mu rahatsız ediyor? Utangaç veya içine kapanık bir çocukluk mu geçirdiniz? Bu soruların tümüne veya bazılarına evet dediyseniz “aşırı duyarlı bir insan” sınıfına dahilsiniz demektir. Bir başka senaryoya göre kontrolünüzü gün içinde hiç yitirmiyorsunuz; diğer insanların duygusal dalgalanmalarından etkilenmiyorsunuz; kendi değerinizin farkındasınız ve diğer insanların sizi aşağılamasından rahatsız olmuyorsunuz…. O zaman 1970’lerde Kanadalı psikolog Robert Hare’in psikopatlık ölçeğinde kendinizi tartıp, ne kadar psikopat olduğunuzu kestirebilirsiniz. Aşırı duygusal veya psikopat olarak nitelendirilmek kimsenin işine gelmez. Fakat psikologlar insanların duygusal konumunu belirlemek için bugüne dek çeşitli ölçekler geliştirdi. Ve bu ölçümlerde ortalama bir puan almak genellikle görülmüş bir şey değil. Stony Brook Üniversitesi’nden Elaine Aron’a göre her beş kişiden biri aşırı duyarlı olarak etiketlenebilir. Londra’daki Queen Mary Üniversitesi’nden Michael Pluess, aşırı duyarlı insanların olumsuzluklardan daha fazla etkilendiğini söylüyor. Ayrıca bunları örtülü olumsuzluklar daha fazla rahatsız ediyor. Bu kişiler daha derin düşünebilirler ve çoğunlukla yaratıcılıkları yüksek oluyor. Dış etmenlere duyarlı olmak evrimsel bir avantajdır; bu özellik yeni ortamlara uyum sağlamayı kolaylaştırır. Genel bir kural olarak duyarlı insanlar empati testlerinden daha yüksek puan alırlar. Tam tersi, empatiden veya merhamet duygusundan yoksun olan insanlar, grup çıkarlarının bireysel çıkarlardan daha önemli olduğu koşullarda daha büyük yarar sağlarlar. Bilim insanları, farklı karakter özelliklerinin yarattığı karışımın sağlıklı bir durum olduğuna dikkat çekiyor. Sussex Üniversitesi’nden Sarah Garfinkel bu karışımı şöyle açıklıyor: “Sağlıklı bir beyin, akılcı bir düşünme yeteneğine sahip olup, duygusal reaksiyonları kontrol edebilen beyindir.” K P eki “normal” bir beyin nasıl olur? Böyle bir şey var mıdır? Başka bir deyişle “Benim düşündüğümü siz de düşünüyor musunuz?” Beyninizin “normallik” derecesini ölçmek için bellek, dikkat, duygu, inanç ve tutku gibi beynin temel işlevlerinin “normal” sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiğine bir bakalım: BELLEK ellek çoğunlukla unutmakla ilgilidir, çünkü tüm beyinler içlerine giren duyusal verilerin büyük bir kısmını işlemden geçirmeden dışarı atar. Invine’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden sinirbilimci James McGaugh unutmakla ilgili şu bilgileri veriyor: “Bugün yaptığınız bir konuşmanın büyük bir kısmını ertesi gün hatırlarsınız. Bir hafta içinde bu bilginin çoğu yok olur. Bir yıl sonra bu konuşma tümüyle silinip gider.” Doğrudan duygulara hitap eden anılar ancak birkaç dakika devam eder. Bazıları biraz önce çevirdiğiniz telefon numaraları gibi kısa ömürlüdür. Kesin doğru sayıyı vermek zor olsa da ortalama bir insan aynı anda ancak 4 şeyi aklında tutabilir. Bu süre de 30 saniyedir. Yalnızca gerçekten önemli veya anlamlı bilgiler uzun vadeli anıları oluşturur. İnsanların unutamadığı anıların başında kişisel hakaret içeren konuşmalar gelir. “Duygularımızı ayağa kaldıran olayların kaydedilmesi için güçlü ve seçici bir belleğe sahibiz” diye konuşan McGaugh, uzun vadeli belleğin iki temel çeşidi olduğunu söylüyor. Semantik bellek, tren gibi bir kavram içeren olguları kaydeder; episodik bellek ise spesifik bir tren yolculuğunda olduğu gibi başımızdan geçen olayları kayda alır. Ansiklopedik belleği olan insanların varlığı uzun zamandır biliniyor; ancak sıra dışı bir episodik belleğe sahip olanlar son yılların keşfidir. McGaugh bu insanları şöyle tanımlıyor: “Bunlar yıllar önceki olayları, bizim bir hafta önceki olayları hatırladığımız netlikte hatırlarlar. Bir de bunun tam tersi, az önce başından geçen olayı hiç hatırlayamayan insanlar da vardır. Başlarından bir şey geçtiğini bilirler ama zihinsel olarak bir hafta bile geriye gidemezler.” Pek çoğumuz bu iki uç arasında yer alırız. Tipik olarak kadınların episodik bellekleri erkeklerden daha güçlüdür. Semantik bellekte ise erkekler uzamsal bilgileri, kadınlar ise sözel bilgileri daha iyi hatırlarlar. Kişilik de bu konuda fark yaratır. Yeni deneyimlere açık insanlar otobiyografik B anıları daha uzun belleklerinde tutarlar. Yaşlanma da belleği etkiler; yaşlandıkça kişisel deneyimleri olgulardan daha iyi hatırlarız. Depresyonun da belleği olumsuz yönde etkilediği biliniyor. İnsanlar 40’lı yaşlarda yeni isimleri hatırlamakta zorlanır. Bunun nedeni bellek kapasitesinin aşırı dolu olması değildir; zira bellek kapasitesi pratik olarak sınırsızdır. Unutkanlığın ileri yaşlardaki nedeni beyin yapısında zaman içinde oluşan değişikliklerdir; bunlar yaratıcılığı ve anımsama becerisini olumsuz etkiler. Daha önceleri sık sık yaptığınız basit işleri yapmakta veya konuşmaları takip etmekte zorlanmıyorsanız, belleğinizin arada sırada sizi yarı yolda bırakmasından kaygılanmanıza gerek yok. Kaldı ki anılar kişisel bir şeydir. Durham Üniversitesi’nden psikolog Charles Fernyhough, sağlıklı bir belleği şöyle tanımlıyor: “İnsanlar kendileri için önemli olan şeyleri hatırlar. Herkesin ilgi alanı farklıdır. Bu nedenle beynimizin anıları işleme süreci kişiden kişiye değişir. Örneğin biri çiçeklerden hoşlanır. Güzel bir bahçe karşısında bazıları yalnızca bir renk yığını görür, oysa bir diğeri tüm çiçeklerin hepsini tek tek görür ve isimleriyle hatırlar.” Bellek zaman içinde değişen ve birden fazla parçadan oluşan bir sistemdir. Bu nedenle çok çeşitli olması kaçınılmazdır. McGaugh, “Bireysel farklılıklar çok belirgindir. Herkesin aynı şeyi hatırlamaması son derece normaldir” diyor. duğunu sanmak iyidir, ama çoğu durumda iyi sonuçlar doğurmaz. İnanışlar büyük ölçüde hastalıklı psikolojimizin, sezgilerimizin ve biyolojik farklılıklarımızın bir ürünüdür. Eğer inançlarımızı oluştururken gerçek deneyimlerimizi kullanmaya kalkışırsak, temel fiziksel gerçekliğe bile ulaşamayız. Ancak bu, umutsuzluk yaratmamalı. Dengeli bir yetişkin, gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı, tutarlı bir inanç sistemine sahip olabilir. Yine de bunlar bile çelişkili, gerçekdışı, paranormal düşüncelere kapılabilirler. Cardiff Üniversitesi’nden Peter Halligan ve meslektaşları yaptıkları bir çalışmada insanların çoğunun en az bir kez hayale dayalı inançlara kendini kaptırdığı ortaya çıkarttı. Bunlar akıl hastalığı olarak tanımlanabilecek bazı düşünce şekillerinin hafif bir çeşididir. Çoğumuz bu tür hafif yollu zararlı hayallerden fazla zarar görmeyiz. Demek oluyor ki “normal” inanışlar çok yaygın. Tanrı’nın varlığına içten inanmak normal olduğu kadar, var olmadığına inanmak da normaldir. Bu tüm siyasi, ekonomik ve sosyal tartışmalarda da geçerlidir. Sürekli olarak hayal aleminde yaşamıyorsanız “normal” sayılabilirsiniz. Fakat hayaller gerçekmiş gibi algılandığı için kendi hayallerinizin normal sınırlar içinde olup olmadığını öğrenmek için bir psikiyatriste danışmanızda ve dediklerine inanmanızda yarar vardır. ve yanıtlanamayan 10 SORU FİZİK 5 UZAY NİÇİN ÜÇ BOYUTLU? Bu soru, modern kuramsal fizik konusunda bilgi sahibi olanlara o kadar da aptalca gelmeyebilir. Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi’nden Leonard Susskind bu soru ile ilgili şu yorumu yapıyor: “Üç boyutlu uzayın farklı boyutlu uzaydan niçin daha tutarlı olduğunu açıklayacak matematiksel bir neden bilmiyorum.” Susskind sicim kuramının kurucularından biri. Sicim kuramı, fiziğin farklı kuramlarını tek bir çatı altında birleştirir ve ekstra boyutları olduğu bilinen en tanınmış modeldir. Sicim kuramının tuhaf özelliklerinden biri, dokuzdan daha küçük uzamsal boyutlara uygulandığında, matematiğin çıldırmış gibi rayından çıkması ve evrenin tüm dokusunu parçalayabilecek şiddette dalgalanmaların ortaya çıkmasıdır. Sicim kuramının önemli özelliği yalnızca ekstra boyutları değildir. Daha geniş bir kuramsal dizi söz konusu olduğunda, yüksek uzaya sızan kütleçekiminin, üç boyutta, diğer temel kuvvetlere oranla niçin daha zayıf olduğunu ve evrenin niçin hızlanarak genişlediğini açıklayabilir. Belki de soru şöyle olmalı: Uzay niçin üç görülebilir boyuta sahiptir? Sicim kuramının bir öngörüsüne göre evren son derece küçük 9 boyutlu bir sicim yumağı olarak ortaya çıktığında, ileri doğru genişleme sürecinde yalnızca üç ipliği çözüldü; diğerleri üç boyutlu uzayımızın her bir pikseline sıkı sıkıya sıkı bağlı kaldı. Veya bizim üç boyutlu evrenimiz, çok sayıdaki zarbenzeri unsurlardan (membran) birinde varlığını sürdürüyor da olabilir; bu zara benzer unsurlar, daha geniş, daha yüksek boyutlu bir uzayın içinde yüzüp dururlar. Harvard Üniversitesi’nden Lisa Randall ve Washington Üniversitesi’nden Andreas Karch, zarbenzeri unsurların böyle bir uzayda çarpışması sonucu 3 boyutlu zarların oluşacağı fikrini ortaya attı. Bu, evreni niçin üç boyutlu gördüğümüzü açıklar. Eğer büyük, başka boyutlar varsa, bunların içine kaçan parçacıklar gördüklerimizin içindeki enerjiyi alır. CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı bugüne dek kayıp enerjinin izini aramaktaydı ama bugüne dek başarmış değil. Bu başarısızlıklar Fransa’daki AixMarseille Üniversitesi’nden Carlo Rovelli’yi kızdırıyor: “Uzayın birden fazla boyuta sahip olduğu fikri 50 yıldan beri iddia ediliyor ve sonuçlarından daha fazla hayal kırıklığı yaratmış durumda.” Temel bir soru da şu:”Niçin yalnızca üç boyut?” Belki evrenimizin bazı özellikleri başka koşullarda işleyemiyor olabilir. Örneğin kuantum tuhaflıkları ancak üç boyutta ortaya çıkabiliyordur. Susskind’e göre farklı boyutlardaki uzayda elektromanyetik ve kütleçekimsel kuvvetlerin gücü daha farklı olabilir. Örneğin üç boyuttan daha küçük boyutlara sahip uzayda kütleçekimi birbirini çeken kuvvetleri yaratmayabilir. Atomlar, gezegenler ve yıldızlar düzgün şekilde oluşamayabilir. Bu arada boyutlar hakkında kafa patlatacak insanların olmaması da bir başka olasılık. Randall, şimdilik bu konuda kesin bir yanıta ulaşamadığımızı belirtiyor. Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 5 Eylül 2015 Gelecek Hafta: Hiç yoktan enerji elde edebilir miyiz? TUTKULAR imse “erkekler her 7 dakikada bir seks düşünür” söylentisinin nereden çıktığını bilmez, ancak bu kesin olarak doğru değildir. Ohio Eyalet Üniversitesi’nden Terri Fisher 2012’de bir grup öğrencisinden akıllarına seks, yiyecek veya uyku geldiğinde taşınabilir bir cihazın düğmesine basmalarını istedi. Sonuç: Erkekler günde 19 kez, kızlar ise 10 kez seks düşündü. Yiyecek düşüncesi erkeklerde 18, kızlarda ise 14’dü. Uyku konusunda erkekler 10, kızlar 9 kez düğmeye bastı (Journal of Sex Research, vol 49, p 69). Köln Üniversitesi’nden Wilhelm Hofmann’ın öğrencileri üzerinde yaptığı bir diğer çalışma da yemek, uyku, seks, içki, eğlence ve alışveriş gibi zevk veren şeylerin anlık düşüncelerimizin büyük bir kısmını ele geçirdiğini ortaya çıkartıyor. Karamsar düşüncelerimiz ise daha sorunlu. Ölümle doğrudan karşılaşmadığımız sürece –önümüzde aniden beliren kamyon farı veya kuşkulu bir tümör gibi çoğumuz ölümü düşünmeyiz. 1980’li yıllarda geliştirilen “Terör Yönetimi Kuramı”na göre ölümüm kaçınılmazlığı korkusu insanların zevk veren eylemlere tutkuyla bağlanmasına yol açıyor. Varoluşsal kaygıların insan yaşamının temelini oluşturduğu fikrine aslında herkes katılmıyor. Ancak bilim insanlarına göre insanların % 15’i ölüm kaygısı taşıyor. Terör Yönetimi Kuramını geliştirenlerden psikolog Sheldon Solomon obsesif kompulsif bozukluğun ve pek çok fobinin nedeninin ölüm korkusu olduğunu ileri sürüyor. Reyhan Oksay New Scientist, 3 Ekim 2015 DİKKAT ağınık bir dikkat, insanın kendini suçlu hissetmesine ve normal olmadığını sanmasına yol açar. Santa Barbara’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Jonathan Schooler, “Bize ulaşan yakınmalardan anlıyoruz ki herkes dikkatinin ortalamanın üzerinde dağınık olduğunu düşünüyor” diyor. Schooler, dikkat dağınıklığının ortalama düzeyini saptamak için laboratuvarda yürüttüğü bir deneyde, deneklere Leo Tolstoy’un Savaş ve Barış romandan parçalar okuttu ve gelişigüzel aralıklarla okumalarını keserek düşüncelerini sordu. Bu çalışma insan dikkatinin, zamanın %15 ile % 50’si arasında başıboş dolaştığını ortaya koyuyor. Odaklanma konusundaki bu yetersizlik çoğumuza verimsizlik gibi görünür. Oysa bilim böyle demiyor. Schooler D dağınık dikkat kavramının yararlarını şöyle açıklıyor: “Söz konusu olan o anda ne yaptığınız ise, dikkat dağınıklığı verimsizlik işaretidir. Ancak söz konusu olan o anda ne düşündüğünüzse, dikkat dağınıklığı verimliliktir. Bir kitap okuyor olabilirsiniz, ancak aynı anda aklınız bir gün sonra düzenleyeceğiniz toplantıda olabilir. Kitapta ne yazdığını anlamamış olabilirsiniz ama bu arada toplantıyla ilgili önemli kararlar almış olabilirsiniz.” Dağınık dikkat, gelecekle ilgili düşünmemizi ve plan yapmamamızı sağlayan bir beceri olarak evrilmiş olabilir. Ayrıca insanda yaratıcılığın gelişmesindeki rolü de büyüktür. Günümüzün en yaygın kaygılarından biri teknolojinin çok sayıda dikkat dağıtıcı yaratması ve dikkatin bunlara bağlı olarak dağılmasıdır. Ancak Western Üniversitesi’nden J. Bruce Morton bu kanıda değil. Bir kere standart bir dikkat ölçüm tekniğinin olmadığına ve en ideal ölçüm yönteminin bir konu üzerinde odaklanma süresini ölçmek olduğuna inanıyor. Bu seçici dikkat adı olarak biliniyor. Morton yaptığı deneylerde seçici dikkatin pek çok çeşidi olduğunu ve çocuklarda bunun çok düşük olduğunu keşfetti. Bunun nedeni, içeri giren duyusal verileri işlemden geçiren beyin bölgelerinin çocuklarda henüz gelişimini tamamlamamış olması ve bu nedenle kontrolünü sağlayamamış olmasıdır. Bu bölgeler 20 yaşlarına kadar gelişirken, 20’lerden orta yaşlara kadar plato yapar ve daha sonra inişe geçer. Morton’a göre teknolojinin insanların dikkatini dağıttığına ilişkin kesin bir kanıt yok. Tam tersi günümüzün akıllıca tasarlanmış teknolojileri, insanların aynı anda birkaç şeyi birden düşünebilme yeteneğinden son damlasına kadar yararlanıyor. Kaldı ki dikkat dağınıklığının aşırı düzeylerde seyretmesinden kaygı duyanların yapacağı bazı şeyler de var. Örneğin alkolden uzak durmak, dikkat süresini arttırıcı tek K İNANÇLAR İ nanmak gerçekliğe giden yolda kişisel bir kılavuz gibidir: yalnızca neyin doğru olduğunu değil, aynı zamanda neyin düzgün ve iyi olduğunu söyler. Temel olarak davranışlarımıza ön bilgi sağlar. Bu kılavuzun güvenilir ve akılcı ol
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle