17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1493 /30 Ekim 2015 Aziz Sancar Türkiye’de Nobel Ödülü alır mıydı? Prof. Dr. İbrahim Ortaş iortaş@cu.edu.tr 2 015 Nobel Kimya Ödülü’ne Prof. Dr. Aziz Sancar layık görülmesi sevinçle karşılandı. Oxford’u olmayan Mardin’in Savur ilçesinde okuma yazma bilmeyen bir annebabanın oğlu olarak eğitim hayatının ilk yıllarını SavurMardin’de daha sonra İstanbul Tıp Fakültesi’nde iyi bir eğitim alması, kendi değişi ile Nobel giden yolun kilometre taşlarını oluşturuyor. Nobel Kimya ödülünün Prof. Sancar’a verilmesi Türkiye ve Türkiye’nin bilimsel geleceği ve ülkemiz bilimine de bir istek ve çalışma dinamiği kazandırır. laboratuvar alt yapıları en üst düzeyde donatılır ve gereksinim duyulan ekipman ya üniversite ya da projelerden satın alınır. Proje işlemleri yazışmalar ve diğer lojistik işlerin yürümesi için bir veya iki sekretarya ve teknik elamanı vardır. Bütün bu ortam olmadan bilgi üretilemez ve ödüller de alınamaz. Ülkemiz üniversitelerinin en ciddi sorunu geniş çaplı çalışan grup kurma anlayışının sağlanamaması, bütçe olanaklarının kısıtlı olması, teknik eleman sorunu ve hepsinden önemlisi yetişmiş insan gücü sorunu nedeniyle Türkiye’de bilimsel çalışmalar çok sorunlu yürütülmektedir. leceğim dese kaç üniversitemiz kendilerini üniversitelerine kabul eder? Ülkemiz üniversitelerinde, bünyelerine nitelikli bilim insanı kazandırma rekabeti yaşanmadığı için sorunun cevabı açık. Bu bağlamda coğrafyamızda doğmuş, buralarda üniversiteye kadar okumuş çok sayıda Sayın Sancar gibi zeki yetenekli insanımız var ancak hiç biri ülkemizde dünya çapında olamıyor. Üniversitelerin Onuru Prof. Dr. Coşkun Özdemir, Sancar’ın aldığı eşitlikçi eğitim imkânı ve ortamı ve kendi gayretleri ile Nobel ödülü alacak bir düzeye çıkabilmesi birçok yoksul ve yetenekli insanın bilimsel kariyeri için çok önemli bir örnek. Ve eminim Türkiye’de birçok insan ve özellikle de genç araştırıcılara ilham verecektir. Ancak asıl sorun şu, acaba Sayın Sancar Türkiye’nin herhangi bir üniversitesinde bilimsel çalışma yapıyor olsaydı Nobel ödülü alabilir miydi? Bu sorunun cevabı doğal olarak Sayın Sancar’ın içinde bulunduğu üniversite çalışma ortamı ve üniversite iklimi ile ülkemiz üniversite ikliminin karşılaştırılması ile anlaşılabilir. Amerika’daki iki önemli üniversitede iki kez uzun süreli araştırma yapmam nedeniyle üniversitelerin çalışma ortamı ve bilim insanlarının sahip olduğu olanakları kestirebiliyorum. Her şeyden önce ABD üniversitelerinde Sancar gibi seçkin bilim insanları her zaman üniversitesi tarafından maddi ve manevi bakımdan desteklenir. Dünyanın bütün ileri üniversiteleri seçkin insanlarını üniversitelerinde tutmak için onlara daha çok olanak sunarlar. Bilim insanları onore edilir, muhtemelen maaşları ve diğer destekleri biraz daha farklıdır. Gelişmiş üniversitelerde bilim insanı bir üniversite kabul edilirken, üniversite ile olanaklar, maaş ve teknik eleman öğrenci konusunda anlaşmalar yaparlar. Aziz hocanın mutlaka yıllık birkaç teknik elemanı, yüksek lisans ve doktora bursu ve ayrıca doktora sonrası bursları vardır. Ayrıca yüksek bütçeli (1020 milyon dolarlık) projeleri doğal olarak vardır. Geniş çaplı ve sorun çözmeye yönelik uzun erimli bilimsel çalışmalar için aynı konu üzerinden çok sayıda kişinin araştırma yapması gerekir. Yoksa teori geliştirmek ve genelleştirme yapmak mümkün olmayacaktır. Hocanın yöneticisi olduğu KENDİNİ GELİŞTİRDİĞİN ORTAM ÖNEMLİ ABD ‘de Ohio State Üniversitesi’nde Nobel ödüllü hoca ile çalışırken anladım ki gerçekten ısrarlı çalışma istekleri, disiplinleri ve zamanlarını etkin kullanmaları, mütevazilikleriyle kendilerinin farklılıklarını ortaya koymakta. Düzenli grup seminerleri, haftalık grup toplantıları ve verilerin değerlendirilmesi bilim kültürünün önemli özellikleridir. Bu bağlamda yurtdışına giden arkadaşlarımızın bu kültürü öğrenmeleri ve ülkemizde uygulanması önemli. Önerim üniversite yöneticilerimiz ve bilim insanlarının bu kültüre sahip olması ve hatta üniversitelerinde uygulamalarıdır. Gelişmiş üniversitelerde birimler ve bilim insanlar aralıklarla değerlendirmeden geçtiği için herkes bir şeyler yapmak zorundadır. Üniversite yönetimi değerlendirmeden yeterli geçerliliği sağlayamadığı zaman istediği bütçeyi alamaz. Bütçesi olmayan üniversite daha fazla akademik kadro, öğrenci bursu ve teknik personel alamaz. Onun için her bilim insanı her yıl hesap vermek zorundadır. Bölüm başkanları ve enstitü başkanları değerlendirmede zayıf not almamak için nitelikli kişileri akademik kadroya almak ve zamanla elimine yolu ile iyileri korumak zorundadır. Ülkemizde üniversiteler aralıklarla değerlendirmeden geçmediği için kimseden hesap sorulmadığı için böyle bir ortamda kişisel çabalar bir yere kadar zorlar, ondan sonra genel duruma uyulur. Ancak ülkemizde bugün özgürce bilim yapma ortamı ve koşulları çok da yoktur. Acaba Sayın Aziz Sancar Türkiye’ye ge GELİŞMİŞ ÜNİVERSİTELERDE BİLİM KÜLTÜRÜ Umarım ülkemiz Sayın Sancar’ın tecrübesinden yararlanır. En üst düzeyde danışman olarak onore edilir. Yöneticilerinden, hocamıza tecrübelerinizden yararlanmak istiyoruz ve bize ne tür katkıda bulunursunuz, demeleri beklenir. Türkiye açısından bu Nobel ödülü önemli bir sinerji yaratmıştır. Türkiye Sancar gibi topraklarından büyümüş birisinin Nobel alabileceğini göstermiş olmanın avantajını doğru okuyup bilimine katkı sunabilir. Artık hepimiz gördük ki annesi babası okuma bilmeyen bir yoksul ailenin çocuğu da kendi gayreti ile en üst düzeyde bilim yapıp Nobel ödülü alabiliyormuş. Bu işin para ve makamdan öteye bir aşk, uzun erimli çalışma ve çaba olduğunu gördük. Uygun ortam da bunun kurumsal şartı. Anladık ki insan faktörü ve isteği ile uygun kurumsallaşma, paradan daha önemliymiş. Bir kez daha anlaşıldı ki eğer insanımıza olanak sunulursa Türkiye’de nitelikli insan çıkar ve ülkemize katkıda bulunur. Türkiye, üniversiteleri ve bilimi için önerileri doğrultusunda yeniden bir bilim ve üniversite politikası oluşturmalı. Ülkemizin en ciddi sorunu “bilim kültürü” anlayışının yerleşmemiş olmamasıdır. Her şeyden önce bilimsel çalışma disiplinimiz yok. Değerlendirme sistemimiz yok. Ayrıca üniversitelerin her 35 yılda bir değerlendirmeye alınmalı ve hesap sorulabilirlik sağlanmalı. Denetleme demokratik iç denetim ve alanda en yüksek çalışmayı yapmış kişilerden oluşan resmi bilimsel denetleme organlarınca yapılmalı. Bilim politikamız yok. Üniversiteler özerk değil ve üst yönetimlerin nihai olarak siyasi erkin ataması, bugün üniversiteleri çalıştıramaz duruma getirmiştir. Üniversitelerin artık özek olmalı, yönetimlerini belli ölçütler dâhilinde kendileri belirlemeli. TÜBİTAK, TÜBA, YÖK üyelerinin, rektör ve dekanların bilimsel ölçütlere göre mutlaka siyasetin dışında liyakate dayalı belirlenmesi gerekir. Kaliteli eğitim ve araştırma yapmak için yeniden evrensel üniversite hedeflerini düzenlemeleri kaçınılmaz. SANCAR EN YÜKSEK BİLİM DANIŞMANLIĞINA GETİRİLMELİ Y ıllardır üniversitelerin onurunun ayaklar altında olduğunu söylemek abartma olmaz. AKP iktidarı bu yönden 12 eylül darbesinden hiç de geri kalmamıştır. Türkiye’nin üniversiteleri Alman faşizminden kaçıp Türkiye’ye sığınan bilim insanları ile ün kazanmıştı. Ama yazık ki onları izleyen yıllarda siyasetin ve askeri darbelerin hiç bir zaman rahat bırakmadığı üniversiteler, özlenen düzeyde özerk, bağımsız bilim üretmeye öncelik verecek kapasiteye sahip yüksek kurumları olamadı. 27 Mayıs’ı izleyerek ve 60’lı 70’li yıllarda bazı umutlarımız vardı. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980, üniversiteler için ağır darbeler oldu. AKP iktidarı ve bu iktidarın üniversitelere ve bilime bakışı tam bir düş kırıklığıdır. 90’larda Avrupa’dan yüzlerce yıl sonra kurulan Türkiye Bilimler Akademisi (TUBA) bu iktidar tarafından yok edildi, yerine göstermelik bir yapı oluşturuldu. Uzun yıllardan beri yine göstermelik bir rektör ve yönetici seçimleri yapılıyor. Öğretim üyelerinin adeta figüranlık rolü oynadığı bir oyundan ibaret bu seçimler. Bu atamalarda bilimsel liyakat söz konusu olmamıştır. Üniversitelerimizin bu aşağılamayı yıllardır sineye çekmesi hazin bir gerçeğimizdir. Önde gelen bilim insanlarımızdan Celal Şengör Türkiye’de üniversite yok diyor. Onu abartmalı bulabiliriz ama bu saptamanın içindeki gerçek payını yadsıyamayız. Üniversitelerimizde kişisel başarılar var. Bugün ağır koşullara dayananlar var ama ülkenin en eski üniversiteleri kan kaybediyor. İstanbul Tıp ve Cerrahpaşa Tıp fakülteleri sıkıntılar ve mali güçlükler içindeler. Yatakların yarısını kullanamıyorlar. Aylar sonraya randevu verebiliyorlar. Kısaca sahipsiz ve desteksizler. Üniversitelerimizde müziğin günah olup olmadığını tartışan, hatta her türlüsü günahtır diyen, örtünmeyen kadınların fuhuşu davet edeceğini ileri süren, biz laiklere ancak tahammül ederiz onlarla beraber yaşayamayız, milliyetçiliğim Müslümanlığımdır diyen, Allahın rızasını gözeterek üretilen bisiklet İslami olur, İslami teknoloji yaratmalıyız, bir Müslüman hem Allaha hem de onu tanımayanlara inanamaz diye buyuran, laikliğe açıkça meydan okuyan ve iktidarın desteklediği çok sayıda öğretim üyeleri ve yöneticiler yer alıyor. Onlar bu nitelikleri ile genç çocuklarımıza eğitim verme görevini sürdürüyor. Önceki başbakanın direktiflerine uyarak dindar unsurun yanına kindarı da eklemeyi başardıklarını da söyleyebiliriz. İktidar üniversitelerin işletme mantığı ile yönetil
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle