Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Sağlık CBT 1435/19 Eylül 2014 POLİTİK BİLİM Aykut Göker harunaykutgoker@gmail.com Antidepresanlar bardağın yarısını dolu gösteriyor Yaygın olarak kullanılan antidepresanlar öğrenme ve sindirimi de etkileyebilirler Osmanlıda “Bilim” Meselesi... Bu hafta kamunun araştırma kuruluşlarını konuşacaktık. İzninizle bunu erteleyip, izlediğinizi sandığım, Sayın Bahadır’la tartışmamıza ilişkin biriki noktaya değineyim. ‘Editöre Mektubumda’ (CBT, 29 Ağustos), Sayın Bahadır’ın yaptığı “çıkarsama konusunda birincil kaynaklara dayanarak yorumda bulunabilecek bir bilim disiplininden olmadığım için herhangi bir görüş ileri sürmeyeceğim.” demiş; sonra da şunu eklemiştim: “Sayın Bahadır’a göre demek ki, Sayın [Halil] İnalcık da olayı [Takiyüddîn’in kurduğu rasathanenin padişahın emriyle yıkılması olayı] hatalı yorumlayanlardan...” Sayın İnalcık’ın burada söz konusu olan yorumu ise şuydu: “Galata’da 1577’de kurulmuş olan rasathanenin yazgısı, din bağnazlığının aklî ilimler üzerine açık zaferini gösteren bir olaydır.” Sayın Bahadır’ın çıkarsamasında dayandığı ana kaynak, değerli bilim tarihçisi, Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı’nın doktora tezi... Bense, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın aktardığım görüşünü, “The Ottoman Empire: The Classical Age 13001600” adlı eserinin Türkçe çevirisinden almıştım. Mektubumda anlatmak istediğim de şuydu: Aynı olayı farklı yorumlayan bu çok değerli bilim adamlarının görüşlerini dayandırdıkları birincil kaynaklara / özgün belgelere inerek irdelemede bulunabilecek bir disiplinden gelmiyorum. Yalnızca, mirasçısı olduğumuz Osmanlının kültürünü, düşünce sistemini ve bu bağlamda bilimde, teknolojide ne yapabildiğini sosyal ve beşerî bilimlerin ulaşabildiğim seçkin temsilcilerinin eserlerine dayanarak anlamaya çalışıyorum. Örneğin, www.inovasyon.org’ta yayımladığım “Yaratıcılık ve Yenilikçiliğin Kültürel Kökenleri ve Bizim Toplumumuz” başlıklı çözümleme denememin başlangıç bölümlerinde de bunu yapmaya çalışmıştım. O denemede öncelikle, ‘kültür’ kavramını, ‘toplumların öğrenme ve öğrendiklerini gelecek kuşaklara aktarma kapasitelerine dayanan bilgi ve deneyim birikimlerini ifade etmek için’ kullandığımı belirtip ardından, şunları özellikle eklemiştim: “Toplum içinde böyle bir birikim süreci ve sonuçta ‘kültür’ nasıl ortaya çıkacaktır? Sosyolog Behice Boran’ın, 1940’lı yılların Amerikan etnolojisini (kültürü tetkik eden ilim) eleştirirken yaptığı tespit bu konuya açıklık getiriyor: ‘Kültür, karşılıklı insan münasebetlerinin, topluluk faaliyetlerinin mahsulüdür; ancak karşılıklı insan münasebetleri, faaliyetleri çerçevesinde görüldüğü takdirde kültür hâdiseleri öz vasıflarında, doğru olarak anlaşılabilir.” (“Sosyolojide Bocalamalar II” [1943], ‘B. Boran: Yazılar / Konuşmalar / Söyleşiler / Savunmalar, Cilt 1.’ içinde.) Bu çerçevede amacım, Osmanlı toplumuna egemen olan düşünce sistemini ve bunun maddî temellerini anlamaktı. Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın tespitleri benim için aydınlatıcı olmuştu. Daha önce de bu köşede aktardığım o tespitlerden birini tekrar aktarayım: “Osmanlı İmparatorluğu, kendi devlet anlayışı istikametinde geliştirdiği yapısının çok tabiî bir tezahürü olarak, kendine uygun bir şekilde dogmatikleştirdiği Ehli Sünnet düşüncesi içinde ve kendi pratik ihtiyaçlarına cevap verebilecek tarzda bir düşünce ortamının oluşmasını teşvik etmiştir. O bundan da ayrılmamaya yüzyıllar boyu itina göstermiş ve her türlü ayrılma teşebbüslerini ağır bir şekilde cezalandırmıştır...” (Yeniçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri / Osmanlı Dönemi [2011]) Belli ki bu ortam, bilimin yeşermesine uygun bir ortam değil... Her toplumda yerleşik düşünce kalıplarını zorlayan insanlar ortaya çıkar. Osmanlıda da çıkmıştır. Ama belirleyici olan toplumun kültür yapısıdır. Toplum nerededir, kültürünün yeniden üretilmesini destekleyen üst yapı kurumları nerededir, ona bakmak gerekir. Bu bağlamda, konumuz da Osmanlıda “bilim” olduğuna göre, mutlaka bakmamız gereken Osmanlı medresesine de iki hafta sonra birlikte bir göz atalım ve Molla Fenarî’den (13501431) başlayıp medreseye hangi “ulema mektebi” egemen olmuş (o arada Fâtih Sultan Mehmed o mektebin devamına nasıl bir katkı sağlamış) onu bir anlamaya çalışalım. P rozac, Paxil, Celexa, Zoloft, Lexapro gibi ilaçlar kısaca SSRI (Seçici Serotonin Gerialım İnhibitörleri) adı verilen bir gruba giriyor ve gerek ABD’de, gerekse dünya çapında en yaygın kullanıma sahip ilaçlar arasında yer alıyorlar. Bu tür ilaçlar genelde depresyon ve kaygı bozukluklarına çözüm getirmek amacıyla kullanılsalar da, kimi zaman süreğen ağrı, erken boşalma, bulimiya, huzursuz bağırsak sendromu, âdet öncesi sendromu ve ateş basması gibi durumlarda da hastalara öneriliyor. ABD’de günümüzde her 10 erişkinden biri bu tür ilaçlardan birini kullanıyor. 4059 yaşları arasındaki kadınlarda bu oran dörtte bire yükseliyor. Uluslararası Pazarlama Servisi (IMS) verileri de, Türkiye’de son dokuz yılda antidepresan kullanımında %160 oranında bir artış meydana geldiğini ortaya koyuyor. ortadan kalkması için en az birkaç hafta geçmesi gerekiyor. Kimi veriler SSRI türü ilaçların beyinde korku ve daha başka duyguların denetiminden sorumlu olan amigdala bölgesini yatıştırarak bireyin olumsuz yaklaşımlarını azaltabileceğine de işaret ediyor. Oxford Üniversitesi psikofarmakoloji uzmanlarından Phil Cowen, depresyon ve kaygı bozuklukları olan kişilerin genelde hoşa gitmeyen tatsız toplumsal ve çevresel koşullara aşırı bir ilgi gösterdiklerine, bunun da kişilerin yaşadıkları deneyimleri yorumlama biçimlerinde “olumsuz bir duygusal önyargıya” neden olduğuna dikkat çekiyor. Bu kişilerin amigdala bölgelerinde aşırı bir etkinlik olurken, duyguları dizginleyen prefrontal kortekste olağanüstü bir devinimsizlik oluyor. Beyin taramaları SSRI türü ilaçların amigdalaya ket vurup, prefrontal korteks ile duyguların işlendiği bölgeler arasındaki iletişimi güçlendirmek suretiyle bu olumsuz düşünceleri azalttıklarını gözler önüne seriyor. SSRI türü ilaçların beynin öğrenme ve bellekten sorumlu hipokampus bölgesindeki sinir gelişimini devinime geçirdiklerine de tanık olundu. Beyin görüntüleme işlemleri depresyonlu kişilerde sinir hücreleri arasındaki bağlantıların daha az olabileceğini ortaya koydu. Öyle ki, SSRI türü ilaçların sinir hücrelerinde gelişimi ve esnekliği (plastisiteyi) sağlamak suretiyle depresyonu ortadan kaldırabileceklerine inanılıyor. Cowen depresyonlu kişilerde yeni sinirsel bağlantıların eski duygusal çağrışımlara daha olumlu bir bakış açısıyla yaklaşmayı öğrendikçe oluştuğuna inanıyor. Bu öğrenme süreci iyileşme için gerekli olabilir SSRI türü ilaçların işe yaramalarının neden uzun bir zaman aldıkları da yeni bakış açısının kazanılması için gerekli bu süreyle açıklanabilir. SSRI türü ilaçlar bedenin başka bölgelerinde de çeşitli etkiler yaratıyor. Örneğin, bu ilaçlar kan damarlarındaki gerilimi azaltıp cinsel uyarılmayı güçleştirdiklerinden cinsel işlev bozukluğuna neden olabiliyorlar. Ancak ilacın bir kişide yarattığı olumsuz yan etki, bir başkasının kurtuluşu olabilir: erken boşalmadan yakınan erkeklere kimi zaman SSRI türü ilaçlar öneriliyor. Bu ilaçlar bulantı ve kilo alma gibi iki yaygın yan etkinin sorumlusu sayılan iştah sinyallerinde de farklılıklara neden oluyor. Buna bağlı olarak, bağırsaklardaki serotonin düzeyleri kasılmaları ve çeşitli salgılamaları tetikliyor. Bu da, SSRI türü ilaçların huzursuz bağırsak sendromu ve başkaca sindirim bozukluklarının giderilmesinde neden etkili oldukları konusuna olası bir açıklık kazandırabilir. RİTA Urgan, Scientific American Online/ 12 Haziran 2014 ÖĞRENME SSRI grubu ilaçlar en çok beyinde, omurilikte ve sindirim yolunda bulunan ve duygudurum, iştah, cinsel işlev ve uykunun düzenlenmesi gibi işlevleri gören serotonin adlı sinir ileteninin bedende yeniden emilimini önlüyorlar. Söz konusu ilaçlar sinir hücrelerine serotonin SEROTONİN DÜZEYLERİNİN ARTTIRILMASI İŞTAH taşıyan ve SERT adıyla bilinen proteine ilişerek sinir ileteninin hücreye geri dönmesini önlüyorlar. Bedendeki etkin serotonin miktarının artmasına neden olan bu kimyasal işlemin kişinin sağlık ve mutluluğunu körüklediği varsayılıyor. Ne var ki, SSRI grubu ilaçların salt serotonin düzeylerini arttırmanın dışında bir işlev gördüğü yönünde de birtakım ipuçları var. Öncelikle, insanların bu tür ilaçlara çok farklı tepkiler verdikleri görülüyor. Araştırmalar bu ilaçların hafiforta dereceli depresyonda pek bir işe yaramadıklarını, ancak şiddetli depresyon durumunda son derece etkili olduklarını ortaya koyuyor. Depresyonun tek sorumlusu düşük serotonin düzeyi olsaydı, SSRI türü ilaçların belirtilerin yok edilmesinde sürekli aynı etkiyi yaratması gerekirdi. İkincisi, serotonin düzeyi ilacın başlanmasından hemen sonra değişse bile, depresyon ve kaygı belirtilerinin