23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PSİKOLOJİ İçsel konuşmalarımızın sırrı Çoğumuz gün boyunca kendi kendimize konuşup dururuz. Peki, bu içsel konuşma neyin nesidir ve kişinin düşünce ve kararlarını nasıl etkilemektedir? Bu durum ister araba kullanırken, ister ırmak kıyısında gezinirken, ya da boş bir ekranın başında sessizce otururken olsun herhangi bir yerde başınıza gelebilir. Kimi zaman ansızın, kimi zaman yavaşça ve belli belirsiz bir biçimde kişi hiç kimsenin duyamadığı sözcüklerin bilincine varır. Bunlar kişiye bir şeyler anlatmaya çalışan, ona yol gösteren ve yaptıklarını değerlendiren sözcüklerdir. insanların çoğu zaman koşulların olanak tanıdığından çok daha hızlı ortaya çıkan bir düşünceler dizisini dile getirdiklerini gözler önüne serdi. Vygotsky’nin kuramı iç konuşmanın beyinde oluşumuyla ilgili birtakım olasılıklara da işaret ediyor. İç konuşma, Vygotsky’nin öne sürdüğü gibi dış konuşmadan kaynaklanıyorsa, her ikisinin de beyinde aynı sinirsel ağları devinime geçirmesi beklenebilir. Vygotsky’nin ölümünden çok sonra yapılan fMRI incelemeleri, iç konuşmanın gerçekten de, konuşma merkezi olarak bilinen Broca alanını da içine alan, beynin sol inferior frontal gyrus bölgesi ile ilintili olduğunu ortaya koydu. İç konuşmayla dış konuşmanın ne kadarının birbirleriyle çakıştığı henüz tartışmaya açık bir konu. Bir görüşe göre, iç konuşma yalnızca dış konuşmanın açık biçimde dile getirilmemiş biçimi. Eğer böyle bir durum söz konusu ise, içimizdeki sesin dış konuşma ile aynı ton, tını ve vurgulamaya sahip olması gerekir. Bunun öyle olduğuna işaret eden kimi ipuçları var. Nottingham Üniversitesi ruhbilimcilerinden Ruth Filik ve Emma Barber’ın aratırması doğrular ipuçları sunuyor. Vygotsky iç konuşmada sözcüklerin, tıpkı tornavidanın kulübe yapımı işindeki rolü gibi, kafada soru işareti yaratan konuyu dönüştürücü ruhsal birer gereç işlevini gördüklerini öne sürüyor. Düşüncelerin sözcüklere dökülmesi onlara çok daha somut bir yapı kazandırıyor ve kullanımlarını daha Rus ruhbilimci L.S kolaylaştırıyor. Sözel Vygotsky düşünce başka bilişsel sistemler arasındaki iletişime olanak tanıyor, beyne ortak bir dil sağlıyor da olabilir. Vygotsky’nin en çekici kestirimlerinden biri, kişisel ve içsel konuşmanın kişinin kendi davranışlarını denetlemesine olanak tanıyan bir yöntem olduğu yönündeydi. Bu durumda iç konuşmadan sorumlu sistemlerin yok edilmesi kişinin tasarlama ve denetim gerektiren işlemlerdeki başarısını olumsuz yönde etkilemesi gerekir. Bu da görüşün sınanması açısından güçlü bir olanak sunuyor. İ nsanlardan bilinç akışlarını yansıtmaları istendiğinde çoğu zaman bu tür deneyimlerden söz ederler. Genelde iç konuşma adıyla anılan bu durum içsel monolog ya da diyalog, ya da sözel düşünce gibi terimlerle de tanımlanır. Dil ile düşünce arasındaki ilişki düşün insanlarının oldum olası ilgisini çeken bir konu olmakla birlikte, genelde CBT 1380 11/ 30 Ağustos 2013 CBT 1380 10 /30 Ağustos 2013 iç konuşmanın bilimin alanı dışında kaldığına inanılmıştır. Şimdi yeni deneyler sayesinde bu durum giderek değişiyor ve iç konuşmanın beyinde nasıl oluştuğu, bu sürecin özdenetim ve öz farkındalık gibi süreçleri nasıl etkilediği giderek aydınlığa kavuşuyor. Kafamızdaki ses sonunda gizlerini ortaya döküyor ve bu sesin çoğumuzun sandığı denli güçlü bir etki yarattığı görülüyor. Günümüzde bu alanda yapılan araştırmaların büyük bir bölümü Rus ruhbilimci L.S Vygotsky’nin uzun süre göz ardı edilen kuramlarından esinlendi. Çok genç bir yaşta, henüz otuzlarında iken yaşama veda eden ve bu nedenle de “ruhbilimin Mozartı” olarak bilinen Vygotsky, yaklaşık on yıl boyunca yalnızca ruhbilimle ilgili çalışmalar yaptı. Oyun sırasında kendi kendilerine konuşan çocukları gözlemleyerek işe başlayan Vygotsky bu “kişisel konuşma”nın çocuklarla anababalar ve bakıcılar arasındaki toplumsal iletişimden kaynaklandığı sonucuna vardı. Bu kişisel homurdanmalar zaman içinde iç konuşmayı oluşturacak biçimde içselleştirilmekteydi. Vygotsky bu görüşünde haklıysa, iç konuşmanın çok özel birtakım nitelikleri olması gerekir. Toplumsal etkileşimlerden kaynaklandığına göre, bunun karşılıklı konuşmanın, farklı bakış açıları arasındaki alışverişin birtakım özelliklerini taşıması gerekir. Vygotsky iç konuşmanın içselleştirilme sürecinde kısaltma ya da daraltma gibi önemli birtakım değişikliklerden geçtiğini de öne sürüyor. Söz gelimi, gece vakti dışarıdan yüksek ve metalik bir ses duyan ve bu sesin kediden kaynaklandığını bilen bir kişi muhtemelen “kedi çöp tenekesini devirdi” diye içinden geçirmek yerine yalnızca “kedidir” deyip geçecektir, çünkü bu tek sözcük kişinin kendine iletmesi gereken tüm bilgileri içermektedir. Kısmen çalışmaları Sovyet yetkilileri tarafından baskı altında tutulduğundan olsa gerek, Batı dünyasının Vygotsky’nin görüşleriyle tanışması ve insanların gerçekten de bu özellikleri iç konuşmalarına yansıtıp yansıtmadıklarını deneylerle doğrulamaya çalışmaları epey uzun bir zaman aldı. Bu tür araştırmaların ilki 2011 yılında Durham Üniversitesi’nde gerçekleştirildi. Ruhbilimci Charles Fernyhough ve meslektaşı Simon McCarthyJones insanların %60’ının iç konuşmalarının karşılıklı bir sohbet özelliği taşıdığı yönünde beyanda bulunduklarına tanık oldular. YÜREKLENDİRİCİ KONUŞMALAR İnsanlardan geriye dönük içsel deneyimleri konusunda yorum yapmaları istendiğinden, “özbildirim” adı verilen yöntemlerin kendilerine özgü kısıtlamaları var. İnsanların belirli bir zaman dilimindeki düşünceleriyle ilgili çok daha ayrıntılı bir görünüm sunan bir başka yöntem Nevada Üniversitesi ruhbilimcilerinden Russell Hurlburt tarafından geliştirildi. Bu yöntemde katılımcılar bir çağrı aygıtından gelen gelişigüzel işaretler karşısında yaşadıkları iç deneyimleri ayrıntılı bir biçimde tanımlamak üzere eğitiliyorlar. Bu tür çalışmalar DÜŞÜNCELERİN GİZLİCE KAYDA GEÇİRİLMESİ İç konuşmanın davranışları düzenleyici bir rolü olduğu artık biliniyor. Peki, davranışları devinime geçirici bir etkisi de olabilir mi? Çocukların kişisel konuşmalarıyla ilgili araştırmalar bunun sıklıkla duygusal ya da güdüsel bir niteliği olduğunu ortaya koyuyor. Atletler performansları sırasında, öncesi ve sonrasında çoğu zaman kendi kendilerine yüreklendirici konuşmalar yaparlar. McCarthyJones ile Fernyhough iç konuşmanın niteliğiyle ilgili araştırmalarında öğrencilerin üçte ikisinin davranışlarını değerlendirici ya da devinime geçirici türde iç konuşmalar yaptıkları yönünde bildirimde bulunduklarına tanık oldu. İç konuşma birey olarak kim olduğumuzun ayırdına varmamıza bile yardımcı olabilir. Kimi düşün insanlarına göre, ruhbilimde üstbiliş adıyla bilinen, iç konuşma farkındalığının kendi anlaksal süreçlerimizi anlamamız açısından son derece önemli. Mount Royal Üniversitesi ruhbilim uzmanlarından Alain Morin iç konuşmadan daha sık yararlanan insanların kendilerini çok daha iyi tanıdıklarına tanık oldu. Peki, kendi kendilerine konuşmayan insanlara ne demeli? İşaret diliyle iletişim kuran işitme özürlü kişiler, beklendiği gibi, kendi kendilerine konuşurken de işaret dilinden yararlanır. Öte yandan, dilsel iletişim konusunda sorunlar yaşayan otistik kişiler görünürde tasarlama aşamasında iç konuşmaya başvurmasalar da, başka amaçlar söz konusu olduğunda bundan yararlanıyor. Kendi kendine konuşmanın insana her zaman iyi gelmediğinin giderek açıklığa kavuşmasının ardından, insanlar arasındaki farklılıklara kulak vermek de iç konuşmanın karanlıkta kalan yönlerine ışık tutabilir. Tedirginlik duyduğumuzda ya da bir şeyler kafamızı kurcaladığında çok zaman bunu sözcüklere yansıtırız ve içimizden yaptığımız bu konuşmalar kafadan atılması çok daha yararlı olacak düşüncelerin orada kalmasına katkıda bulunarak, kaygı ve bunalımı körükleyebilirler. Ne var ki, iç konuşma en ciddi etkisini sıklıkla başka ruhsal bozukluklarla bağlantılı olan bir deneyimde ortaya koyuyor. Başta şizofreni olmak üzere, çeşitli ruhsal hastalıkları olan kişilerin yanı sıra, herhangi bir ruhsal bozukluğu olmayan küçük bir azınlık, ortalıkta kimseler yokken konuşma sesleri duydukları yönünde bildirimde bulunuyor. Ses duyma, ya da işitsel sözel sanrı, bilişsel ve sinirsel kökenleri henüz tam olarak anlaşılamayan gizemli bir olgudur. Bu konuda öne sürülen en çarpıcı görüşlerden biri söz konusu olgunun bireyin iç konuşma sırasında söylediği sözcüklerin kaynağının kendisi olduğunun ayırdına varamadığı için meydana geldiğidir. Sonuçta, kişi gerçekte kendisine ait olan sesi yabancı bir ses olarak algılar. Bu görüşü destekleyen çeşitli veriler var. Gözlemler bu tür sesler duyan insanların böyle bir deneyim sırasında mafsal kaslarında çok küçük bir etkinliğin meydana geldiğini ortaya koyuyor. Bu tür kişilerin sağaltımı amacıyla uygulanan bilişsel davranış yönteminde, genellikle seslerin bastırılması ya da müzik dinletilmesi suretiyle seslendirme döngüsünün önlenmesi hedefleniyor. Ne var ki, ses duyma olgusu çok daha karmaşık bir durum. Şimdi Macquarie Üniversitesi’nde görevli olan McCarthyJones iç konuşmanın görünürde kimi seslerin kaynağı olduğuna, ancak öteki seslerin daha önce yaşanmış olaylarla (çoğunlukla travmatik) ilgili gerçek ya da değişime uğramış anılar olduğuna dikkat çekiyor. Çok sayıda araştırmacı artık seslerin birey için önemli anlamlar taşıdığına ve bu yüzden de onları bastırmak yerine daha iyi kavramak gerektiğine inanıyor. İç konuşmanın bireyin düşünce ve davranışları üzerindeki etkisi konusunda öğrenmemiz gereken daha bir yığın şey var. Herhangi bir engeli olmayıp kendi kendilerine hiç konuşmadıklarını bildiren insanlar konuya ışık tutabilir. Bu kişilerin bir bölümünde iç konuşma var olabilir, ama bu konuşma dil denemeyecek denli kısaltılmış ya da daraltılmış olabilir. Kesin gözüyle bakabileceğimiz bir nokta, iç konuşmanın farklı biçimler aldığıdır. Kimileri insanın kendi kendini denetlemesi ve devinime geçirmesi açısından yararlı olabilir. Kimileri de belli bir ses niteliğinden yoksun bir tür derin düşünceye daha yakın olabilir. Nitekim, iç konuşmanın daha iyi kavranması “düşünce” adını verdiğimiz isli puslu terimle ne demek istediğimizi çok daha açık bir biçimde dile getirmemize yardımcı olabilir. Böylelikle dil, biliş ve bilincin nasıl hep birlikte çalıştıkları konusunda ezelden beri kafaları kurcalayan düşünsel soruları daha kolay yanıtlayabiliriz. Kimi zaman insanların kafasından dile dönüşme aşamasına yakın olan ancak henüz yüksek sesle dile getirilecek türde olmayan bin türlü duygu ve düşünce geçer. Vygotsky düşüncelerin dile dönüştüğü bu süreci “sözcük seline dönüşen bir buluta” benzetmekteydi. İster kısaltılmış ister genişletilmiş olsun, insanın kendi kendine gerçekleştirdiği bu alabildiğine renkli iç konuşmalar insana özgü düşüncenin son derece yaratıcı ve esnek özelliklerini kavramamıza olanak sağlayacak ipuçlarını da içinde barındırıyor olsa gerek. Rita Urgan, New Scientist, 1 Haziran 2013 Fatih Projesi için basit bir öneri Can Gürses, cangurses@gmail.com T SÖZCÜK SELİ ürkiye’de eğitim sisteminin karışıklığını anlatmaya nereden başlarsak başlayalım sonunu getiremeyiz. İlkokuldan itibaren başlayıp üniversiteden mezun olduktan sonra bile devam eden sınavlardan mı dem vuralım; sürekli değişen eğitim programlarından mı; kendi başına 7 milyar liralık bir sektör olan dersanelerden mi; öğretmenlerin atanma durumlarından mı yoksa genel yeterliliklerinden mi; okullardaki suç oranından mı; üniversitelerdeki akademisyenlerin durumundan mı yoksa üniversiteli işsizlerden mi?!.. Tüm bu karamsar tablonun ortasında 3 yıl önce karşımıza bir umut ışığı olarak hatta eğitimde bir rönesans olasılığı olarak FATİH Projesi çıktı. Ülke tarihinin en büyük bütçeli projelerinden bir tanesi olan FATİH Projesi’nin gidişatı konusunda bundan önceki bir yazımda da belirttiğim gibi şimdilik istikbal meçhul. Fatih Projesi’nin en tepesindeki isimlerden ve projenin Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki birinci dereceden sorumlusu Grup Başkanı Mesut Küçükiba’nın harcama kalemlerinde çeşitli usulsüzlükler olduğu iddiası üzerine görevden alınmasının ardından, Genel Müdür Mustafa Koç’un da görevine son verileceği konuşuluyor. Sebep mi? • “Hukuk danışmanlık hizmeti” altında 4 avukata 6 ay için 955 bin lira ödenmesi, • Genel Müdürlüğün özellikle açık lise sınavları nedeniyle Müsteşar Yardımcılarını bile “sınav kuryesi” olarak Mekke’ye göndermesi ve bir çok başka iddia. Bunlardan bağımsız olarak projenin başarısını belirleyici en büyük faktör FATİH Projesi’nde odak noktasının işin hardware dediğimiz donanımsal boyutuna verilmesi. Şimdiye dek yapılan ihalelerin tamamı; 11 milyon civarındaki tablet, yüzbinlerce yazıcı ve akıllı tahta için açıldı ve devam ediliyor. Projenin 4 alt başlığından sadece bir tanesinde, Eğitim Bilişim Ağı (EBA) projesinde eğitsel içerikler ve yazılımlardan bahsediliyor. Bu işin en uzağındaki insanların bile mantıken tam tersi yönde hareket edilmesini önereceği aşikâr aslında. Yani en ufak eğitsel içerik ve/ veya yazılımımız yokken önce, ileride içlerinin boş kalacağını bildiğimiz milyonlarca tabletin ihalesini düzenliyoruz. Oysa eöğrenme işiyle biraz dahi ilgilenmiş insanlar bilir ki eğitsel tasarım yapmak, içerik hazırlamak yılların bilgi birikimini, uzmanlığını ve geniş bir kadroyu istihdam etmeyi; dolayısıyla yatırım yapmayı gerektirir. Hele bir de koskaca K12 müfredatının içeriğini baştan sona hazırlamaktan bahsedersek bu işin ne kadar uzun sürebileceğini tahmin edersiniz. Tüm eğitim programını ve ilgili kazanımları, eöğrenme objelerine dönüştürme işini şimdiye dek yapan çok fazla yerli firma mevcut değil. Aslında bu kapsamdaki bir çalışmayı yapan sadece bir tane firma mevcut o da 2008’de Türk Telekom’un aldığı Sebit’in ürettiği Vitamin. Bu ürünü şimdiki haline getirmeleri ve tüm K12 programını kapsamaları on yıldan da fazla bir çalışmanın ürünü denilebilir. İşin ilginç tarafı, TT’nin Vitamin ürününden beklediği satış verimini alamadığı da bir gerçek. Çok yeni bir hamleyle Vitamin’in satışı için Sebit’in kendi özerk satış takımından bağımsız olarak TT’nin bizzat devreye girdiğini ve takımlarına daha satılabilir ürünler üretmesini telkin ettiğini duyuyoruz. Tüm bu anlattıklarımdan mevcut tabloyu basit şekilde şöyle özetleyebiliriz: •FATİH Projesi belkide ülke tarihinin en önemli projesi •Projenin genel hedefi her öğrenciyi bilişim teknolojilerinin son olanaklarından faydalandırmak. •Ancak proje hem son zamanlardaki yönetici değişikliklerinden hem de öncelik verilen konular açısından bir çıkmaza girmiş durumda. Bu durumda çok basit bir önerim var: Acilen bir içerik geliştirme ihalesine çıkalım; K12 düzeyindeki her derste ve sınıf için. Aynı tablet ve benzeri ihalelerinde olduğu gibi yerli veya yabancı tüm içerik firmalara açık olsun. Halen beklediğimiz kabahat çünkü bu işe şimdi başlansa Vitamin benzeri bir ürün çıkması yıllar alır. Peki asıl soruya gelelim: Neden yapmıyoruz?! Tüm bu tablet ve akıllı tahta ihaleleri bitip ortalık durulduğunda birileri çıkıp sormayacak mı nerede her yaşa, düzeye, derse, öğrenme stiline uygun eğitsel içerikler ve/veya yazılımlar diye? Ve bu soru sorulduğunda ortada hâlâ rakipsiz durumda olan “bazı ürünler” olmayacak mı?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle