17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DUYURU HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com Türk bilim insanına Almanya’dan araştırma ödülü Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi ve Bilim Akademisi üyesi İsmail Çakmak, Almanya’da Alexander von Humboldt Vakfı tarafından yaşam boyu bilimsel katkılar için verilen Georg Forster Araştırma Ödülü’ne layık görüldü. Humboldt Vakfından 60 bin EURO tutarında para ödülü alacak olan İsmail Çakmak’a ayrıca bilimsel araştırmalarında ve bilimsel konferanslara yönelik seyahatlerinde kullanmak üzere 25 bin EURO tutarında ek para desteği de verilecektir. Georg Forster Araştırma Ödülü, konusunda bilime uluslararası düzeyde önemli düzeyde katkılarda bulunmuş olan ve bilimsel araştırmalarıyla gelişmekte olan ülkelerin sorunlarına katkılarda bulunma potansiyel yüksek olan araştırıcılara verilmektedir. Tüm bilimsel araştırma alanlarını kapsayan bu ödül, her yıl en fazla 4 kişiye verilmektedir. İsmail Çakmak, bu ödüle Göttingen Üniversitesi tarafından aday gösterildi. En az 6 ay süreyle Göttingen Üniversitesi’nde bulunacak olan İsmail Çakmak, bu ödül çerçevesinde ayrıca Bonn Üniversitesi, Berlin Humboldt Üniversitesi, Hannover Üniversitesi, Giessen Üniversitesi, Kassel Üniversitesi, StuttgartHohenheim Üniversitesi, Bayreuth Üniversitesi, Kiel Üniversitesi ve Halle Üniversitesi’nde de kısa süreli ziyaretlerde bulunacak ve konferanslar verecektir. Facebook’ta: “Yalnızca iktidara gelmek isteyenlerle, bir düşünceyi iktidara getirmek isteyenleri birbirlerinden ayırmalıdır. Bunların ortak yanı, birbirlerini kullanmakta bir sakınca görmemeleridir. Bizi de dahil. Şu halde üçüncü bir yol kalıyor: Bizi ve başka hiç kimseyi kullanmamayı ilke edinenlere onayımızı, oyumuzu vermeliyiz.” diye yazmıştım. Kurtuluş Kongresi Elektromanyetik Alanlar ve Etkileri Sempozyumu TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası, İstanbul Tabip Odası ve İstanbul Barosu olarak düzenlenen “Çevre ve İnsan Sağlığı için EMANET2013 Elektromanyetik Alanlar ve Etkileri Sempozyumu” 89 Kasım günleri İstanbul, Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu’nda gerçekleşecek. Bugün başlayacak olan sempozyum, elektromanyetik alanların zararlı etkilerinden korunma, alınması gereken önlemler ve bilgilenme tartışma ortamı oluşturmak amacıyla ulusal ve uluslar arası düzeyde düzenlendi. Sempozyum’un davetli sunumunu bu alanda önemli çalışmalarda bulunmuş olan Washington Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü‘nden Prof. Dr. Henry Lai, “Cep Telefonu Kullanmak Sağlığınızı Etkiler mi?” başlığıyla yapacak. 1980 yılından beri, düşük frekanslı manyetik alanların ve radyo frekanslarının (RF) biyolojik sistemler üzerine etkilerini, moleküler düzeyden davranış değişikliklerine kadar olan geniş bir aralıkta araştırmakta olan Henry Lai’nin araştırmalarının diğer bir alanı, sıtma, kanser gibi birçok hastalıkların tedavisinde elektromanyetik alanların kullanımıdır. Turgay Dalkara’ya TWAS ödülü Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr.Turgay Dalkara (The World Academy of Sciences for the Developing WorldGelişen Dünya için Bilimler Akademisi) tarafından verilen 2013 Tıp Bilimleri Ödülü’nü Tayvan Üniversitesi’nden MeiHweiChang ile paylaştı. Dalkara’ya ödül, iskemik beyin hasarı ve migrene yol açan moleküler ve hücresel mekanizmaların daha iyi anlaşılmasına yol açan çalışmaları nedeniyle verildi. Sayın Başkan, bu ve benzeri olumsuzlukların tekrar yaşanmaması için görev size düşüyor. Saygılarımla, *** Mektubu alan Doğu Bey hemen görüşmek istedi. Odasına giderken tepkisi ne olacak diye düşündüm. Sadece “Ne haddinize ...” ya da “kim oluyorsunuz ...” diye başlarsa “böyle kuruma böyle başkan, bu kurumda yerim yok” diyeceğimi biliyordum. Beni kapıda karşılayan Doğu bey “Hoş geldiniz” dedikten sonra emin olmak için mektubu tekrar özetlememi istedi. Kısaca, isim isim özetledim ve “Başkan, bu olay on yıllarca konuşulacak, her gittiğiniz yerde önünüze konacak, ne kadar başarılara imza atarsanız atın, bu olay hep gündeme getirilecek, Doğuş Üniversitesinde profesörlük kiloyla dağıtılıyor denecek; bunu kimse yapmazsa ben yapacağım, bilginiz olsun” dedim. Başkan’ın tepkisi “Levent bey, bu olaylardan hiç haberim yoktu, olanlara çok üzüldüm ama iyi ki varsınız, üniversitemde olmanıza çok sevindim. Bir daha böyle olayların yaşanmaması için ne gerekiyorsa yapalım. Hatta bunu siz yapın, kiminle çalışmak isterseniz yanınıza alın, size desteğim tam” şeklinde oldu. Hemen işe koyulduk ve başta Akademik Atama/Yükseltme Kriterleri olmak üzere Yurtdışı Bilimsel Toplantılara Katılım, Bilimsel Yayınları Teşvik ve Bilimsel Araştırma Proje Destekleri yönergelerini stratejik hedefler doğrultusunda elden geçirdik. Hem akademik çıtayı yükselttik hem de araştırma/ geliştirme teşviklerini arttırdık. Genç akademisyenlere ve daha çok üretene daha çok destek felsefesini benimsedik. Kurum için üreten, katkı koyan akademisyenlere teşviklerini geciktirmeden ödedik. Kurumdan ayrıldıktan sonra bile kurum adına yayınları çıkan akademisyenlere ulaşıp teşekkür ettik, teşviklerini hesaplarına aktardık. Kimsenin hakkı kalmasın diye titizlendik. Başkanın desteğiyle ulusal ve uluslararası etkinlikler düzenledik. Birçok açıdan Doğuş’ta, hatta Türkiye’de ilklere imza attık. 2009 – 2012 arası kurumun üniversite olma yolunda önemli adımların atıldığı bir dönem oldu. 2012 Eylül’ünde bir yıllığına akademik izinle doktora dersleri vermek üzere ABD’deki Massachusetts Üniversitesi’ne gidinceye kadar bir daha kurallara uymayan ne bir atama yapıldı ne de buna cesaret edildi. Ta ki, bir kaç ay öncesine kadar! Neler mi yapıldı? Şu kadarını söyleyeyim; yapılanlar 2009’u gölgede bırakacak düzeyde (!) bunları da önümüzdeki yazılarda ele alalım. Yazımızı ise, sayın Doğu Gözaçan’a gösterdiği duyarlılıktan ötürü teşekkür ederek bitirelim! Buna Sayın Avukat Halil Öztürkmen’den aşağıdaki “yorum” geldi. “kendi partimizi kuralım. (…). Evrensel hak ve özgürlüklere bağlı kalarak, genel merkez teşkilatı kurulmadan önce her il, istişari düzeyde kendi teşkilatını ve politik önceliklerini belirlesin. Partinin tüzüğü, programı ve genel merkez teşkilatı illerden seçilecek delegelerin oluşturacağı kurultayda belirlensin....” Sayın Leyla Erdem Yiğit şu eleştiriyi yaptı: “Affınızı dileyerek ‘yeni parti kurmak’ fikrine katılamıyorum. Katılmak istesem de, buna nesnel koşullar elvermiyor. Böyle davranmak, muhalefeti denetlemekten ve yönlendirmek için baskı aracı olmaktan daha kolay olsa gerek ki, ‘ayrı parti fikri’ çıkış olarak algılanıyor. Bugünkü CHP ve sol muhalefeti, bir başka Batılı ülkede aklı başında akademisyenler, dernekler ve burjuvazinin temsilcisi varsıl sanayiciler, köylüler, işçiler rezil /rüsva ederlerdi. Aynı zamanda siyasal iktidarı geniş kitlelere şikâyet ederek yapardı bunu. Bize bakınız, tuhaf bir sessizlik, akıl almaz bir utanmazlık var! Birkaç bilim adamı bu görevini ve yurtseverliğini bireysel olarak yerine getiriyor. CHP’nin Genel Başkanı rahat uyuyor mu, bilemiyorum. (…).Parti kurmak yerine sistematik bir halk denetimi seslendirilmeli, siyasi eleştiri ve baskı yapılmalıdır. Bunu, bilim adamları, akademik çevre, ticaret kesimleri, laik sanayiciler muhalif herkes ve her grup aynı anlayış ve taleplerle yapmalıdır.” Ben de şunları yazdım: “Halil Öztürkmen Bey’in önerisi yapı ve işlev bakımlarından buradaki üçüncü yol yaklaşımımıza gerçeklik kazandırabilecek bir yetenektedir. Atatürk’ün ulusal savaşım tasarımında yer alan ‘sathı müdafaa’ düşüncesini ve kurtuluş felsefesini taşıyabilecek bir eylem biçimi gibi görünüyor. İlgilenen arkadaşlarla bu konuyu her yönüyle irdelemeliyiz. Lütfen söz alınız.” Halil Bey’in yanıtı şöyle oldu: Çok teşekkür ederim değerlendirmeleriniz için. Doksanlı yılların ortalarına doğru bir tartışmaya katkı olarak ifade etmiştim, partiye ilişkin düşüncelerimi. 12 Eylül döneminde yürürlüğe konulan Siyasi Partiler Kanunu, büyük ölçüde önceki de, tekçi bir örgütlenme modelini öngörmekte. Oysa Türkiye’nin sorunlarını o gün de, bu gün de tekçi bir yapılanmayla aşmak, bu kadar farklılığın birlikte yaşamasını mümkün kılmak açısından zor görünüyor bana. İşaret ettiğiniz gibi Kurtuluş Savaşı öncesinin örgütlenme örneği çok ilginç gelmişti. Orada da “bağımsızlık” tüm yerel örgütlenmelerin ortak amacıydı, ama o amaca ulaşmak için “esnek” diyebileceğimiz bir örgütlenme oluşmuştu kendiliğinden. Şimdi en büyük sorunumuz bana göre, her zaman, herkesin memnuniyetini mümkün kılacak değişmez bir doğrunun bulunamayacağı gerçeğini göz önünde bulundurarak, hem bugün, hem de gelecekte birlikte yaşamamıza elverişli demokratik iklimi oluşturmak… Bu ortak amacın benimsenmesi geçmişin dogmalarının tartışılmasını da zorunlu kılacak. Ne görmezlikten gelerek sorunları çözmek mümkün, ne de dudak kıpırdatmakla dua okumak. Herkesin, en azından kendini ilgilendirdiği ölçüde karar alma süreçlerine sahici olarak katılmasını sağlamak gerekli. Yasaları yaşananlara uydurma zorunda kalışımız, görmezlikten gelerek sorun çözme alışkanlığımızdan kaynaklanmıyor mu? Türkiye’de bine yakın kaymakamlık var. Ülkemizi bu kasabaların ayakta tuttuğunu düşünüyorum. Bunların vereceği ikişer delegeyle böyle bir “Kurtuluş Kongresi” yapabiliriz. Bu kongrenin sonucunda ne yapılacağı açıkça ortaya çıkar. Şimdi yapılacak şey, bu kongrenin gerçekleşmesini sağlamaktır. Mali yükünü delegeyi gönderen kasaba üstlenmelidir ki, daha başlarken kimseye gebe kalınmasın. Onca çokça gelinmelidir ki, dışarıdaki yedi düvel kime kanca takacağını bilemesin. Ankara’dan değil, Ankara’ya yürünsün! Ne dersiniz? CBT 139019 / 8 Kasım 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle