Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Akademik yaşamda koçluk Büyük İskender’e, boşuna “büyük” denmemiş, danışmayı bildiği, bundan erinmediği ve kendisine önerilenleri göz ardı etmediği için “büyük”. Akıl hocası Aristo ile yaptığı nice görüşme mantığını çalıştırmasını, aklını ve zekâsını kullanmasını, bir karar almadan önce seçenekleri ve sonuçları önceden görmesini sağlamış. Prof. Dr. Pınar Aydın, aydinpinartr@gmail.com “Tepki göstermek temel insan hakkıdır. Tepki göstermeyen onurlu bir yaşam sürdüremez.” (Raşit Kaya, Prof. Dr., ODTÜ, 20 Aralık 2012.) Yazıklar Olsun İTÜ Rektörlüğü’ne ODTÜ öğrencilerinin 18 Aralık’ta yerleşkelerine gelen Recep Tayyip Erdoğan’a karşı göstermek istedikleri tepkinin polis zoruyla engellenmesi üzerine ODTÜ Rektörlüğü ve öğretim üyelerinin, öğrencilerinin tepki gösterme hakkına sahip çıktıkları biliniyor. ODTÜ tarihini bilenlerin yadırgamayacakları kurumsal bir tavırdı bu… Ama kuvvetler ayrımına bile tahammülü olmayan Erdoğan’ın hem öğrencilerin tepkisine hem de akademisyenlerin tavrına tahammül göstermesi elbette beklenemezdi. Erdoğan özellikle akademisyenlerin tavrına karşı peşpeşe gelen sert çıkışlarda bulundu. Bunda da yadırganabilecek bir durum yok... Ama 2002 Kasım’ından bu yana, AKP hükümetlerinin iktidar ortakları olan cemaatle birlikte üniversitelerde YÖK eliyle yürüttükleri kadro harekâtını izliyor olmama rağmen, aralarında İstanbul, Marmara, İstanbul Teknik, Yıldız Teknik, Galatasaray, Mimar Sinan ve Hacettepe üniversitelerinin de bulunduğu bir kısım üniversitelerden gelen ve Erdoğan’ın ODTÜ’ye yönelttiği suçlamaların ardında duran rektörlük açıklamalarını yadırgadım. YÖK başkanlığı ve üyeliklerine yaptıkları atamalarla bu kurulu denetimleri altına alarak başlattıkları sürecin aslında bütün bir üniversite sistemini kendi siyasiideolojik çizgilerine çekmeyi amaçlayan bir süreç olduğunu bilmiyor muydum? Biliyordum... Görünüşe göre bilimle uğraşan ama temelde kendi inanç sistemlerine bağlı ‘öğretim elemanlarını’ (bu bağlılığın en güvenilir kanıtıysa tarikat bağıydı) kritik kadrolara (üniversite rektörlükleri, fakülte dekanlıkları ve bölüm başkanlıklarına) yerleştirerek bu amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştıklarını bilmiyor muydum? Biliyordum... Ellerinden geldiğince de, yine kendi inanç sistemlerine bağlı ‘öğretim elemanlarını’ mevcut üniversitelerde boşalan ya da yeni ihdas edilen kadrolara atadıklarını; yeni açtıkları üniversitelerin ise AKP ve cemaat için tam bir kadrolaşma alanı olduğunu bilmiyor muydum? Biliyordum... Peki, bu süreçte YÖK’e biçilen ana misyonun bütün bir üniversite sistemini kapsayan bu kadro harekâtının yürütülmesi olduğunu ve de YÖK’ün bugünkü Başkanı Çetinsaya’nın Gülen cemaatinin gazetesi Zaman’da yazdığı yazılarla da tanındığını; Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın da üyesi olduğunu, sözün kısası YÖK’e yüklenen misyonu yerine getirebilecek özelliklere sahip bulunduğunu bilmiyor muydum? Maalesef bunları da biliyordum... O halde, bir kısım rektörlüklerin, onur mücadelesi veren ODTÜ öğrencilerini ve onlara sahip çıkan akademisyenleri hedef alan açıklamalarıyla, Erdoğan’ın arkasındaki siyasî duruşlarını göstermelerini niçin yadırgadım? Demek ki ben hâlâ farklı bir değerler sistemine göre düşünüyormuşum ve çıplak gözle gördüğüm, görmekle de kalmayıp bu köşede sürekli yazdığım gerçeği yerli yerine oturtamamışım. Ve hâlâ bir üniversitenin ancak aklı merkez alan bir düşünce evreninde varlığı tanımlanabilecek bir bilim kurumunun dinsel dogmayı merkez alan bir dünya sisteminde yer alabileceğini kabullenememişim... ODTÜ’ye laf söyleyen üniversiteler konusunda daha fazla bir şey söylemeyeceğim ama izin verirseniz, bunların içinden bir tanesine, kuruluşu 1773 yılına kadar uzanan ve benim de 1960 yılında mezun olduğum İstanbul Teknik Üniversitesi’nin rektörlüğüne bir çift sözüm var: Yazıklar olsun size... Yeni yılda onurlu bir yaşam sürdüreceklerin yolu açık olsun... E CBT 1346/ 8 4 Ocak 2013 ğer Aristo ona, neyi yapması, neyi yapmaması gerektiğini söylemiş, her işine kararına karışmış olsaydı, İskender büyük olamazdı, hep hocasının gölgesinde kalır, o yanında olmayınca öksüz kalmış gibi olurdu. Oysa Aristo ona akıl hocalığı yaparken, doğruların onun doğruları olabilmesi için sadece doğru soruları sormuş olmalı. Kendisi için en doğru olanı İskender kendisi bulmuş olmalı. Aristo, Çin atasözündeki gibi ona yemesi için balık vermemiş, önce balık tutmayı öğrenmesi gerektiğini anlamasını, sonra da bunu nasıl yapılacağını keşfetmesini sağlamış olmalı. Anne ve babalarımızın her şeyi nasıl yapmamız gerektiğini öğretmesinden sonra okulda neleri öğrenmemiz gerektiğine karar verildiyse onları ezberliyoruz, sorgulamadan, araştırıp kendimiz bulmadan. Öyle ki haritaya bakarak yol bulmaktan bile aciziz, kuzey neresi, güney neresi bilen neredeyse yok. Yol ararken birine sormak, kendisi biliyor mu diye en ufak bir kuşku duymadan tarifin peşi sıra gitmek ama sonunda yine kaybolmak ve yine birine sormak zorunda kalmak sıradan bir durum bizler için. Körler körleri kovalıyor. İskender’in Aristo’ya Hindistan’ın yolunu sormadığına adım gibi eminim. Öte yandan akademik alan tümüyle sorgulama, varsayım üretme, araştırma, kanıtlama, sonra yeniden sorgulama, varsayım üretme, araştırma ve kanıtlama üzerine dayalı. Bilgiler ve bulgular Aristo’nun zamanındaki gibi değil ama sorgulamada değişen bir şey yok. Akademinin çalışma sistematiği böyleyken çalışmaların sonuçlarının sunumunda da belli sistematikler olmalı. Uluslararası bilimsel dergi veya kongre dediğimizde araştırmalarımızı sunmanın belli şekilleri var. Bir bilimsel makalenin gazete yazısı gibi sonuçla başlamaması, bir bilimsel sunumun, demeç vermek gibi olmaması gerekiyor. Araştırmacı önce hangi bilgileri izlediğini, bunlara dayanarak neden ve hangi varsayımı ürettiğini, sonra bunu nasıl kanıtlayacağını ve bulgularının olumlu ve olumsuz yönleri hakkında neler düşündüğünü açıklaması gerekiyor ki, bilimsel ölçütlere uysun. Okul sisteminin hiçbir bölümünde eleştirel düşünce eğitiminin yer almaması sonucu yapılan binlerce araştırmanın ve gözlemin önemli bir bölümü bilimsel dünyada kayda geçmeden yok olup gidiyor. Harcanan para ve zamanın, özellikle emeğin yanı sıra yitip giden aslında genç araştırmacının kendine olan inancı ve umudu oluyor. Ne yazık ki vazgeçme ve günlük yaşama teslim olup, düşünme alanını küçültme birçok genç araştırmacı ve gelecekteki akademisyenin kaderi olmaya başladı. Beyin göçünden daha üzücü ve tehlikeli olan bu durum “akademik depresyon” olarak neredeyse klasik kitaplara girmek üzere. Hocalar, akıl hocası olmak zorundadır ama kendisinin akıllı bir akıl hocası olmamış hocaların bunu yapabilmesi oldukça güç, hele kendileri nicedir akademik depresyonda ise. Hele yeni açılan onlarca üniversitedeki onca yardımcı doçent bölüm başkanı nasıl doçent olacak, nasıl yeni nesillerin akademik kadrolarını yetiştirecek? Yayın ölçütleri mi indirilecek, yerli olimpiyatlarımız mı düzenlenecek? Öyle gözüküyor ki makale yazma, uluslararası bilimsel yayın ve sunum yapma açısından bu boşluk koçluk sistemi ile kapatılabilir. Hatta araştırma fonlarına başvurma, makale yazımında kolaylık sağlayan bilgisayar programları kullanmayı öğrenme, dergilere gönderilen yazıların reddedilme nedenleri, tez hazırlama vb. birçok konuda koçluk almak gerekli bile olabilir. Hoca, kendi de dahil olduğu çalışmanın makalesinde düzeltmeyi bizzat yaparken, koç, nelerin hatalı olduğunu ve nasıl düzeltilmesi gerektiğini genç akademisyen adayının kendisinin bulmasını sağlayacak. Hoca, tarafsız gözle bakamazken koç, tamamen tarafsız gözle bakan olacak. Çıkar çatışması olmaksızın, ne hoca, ne üstler ne de meslektaşlarla bilimsel fikir ve eser üretmenin en emin yolu bir akademik koçla çalışmak olabilir. Bir akademik koçun çalışma alanı, kişinin sahip olduğu yetenekleri ortaya çıkarmak, zayıf yönlerini ve ortamdaki yarışmayı saptamasını sağlamak ve bunların çözümünü buldurmaktır. Haliyle koçun akademik yöntemler açısından donanımlı, uluslararası arenayı bilen bir koç olması gerekir. Aynı zamanda koçluğun etik yönlerini de yerine getirmesi gerekir. Burada koçun danışmanlığa soyunmayıp daima hizmet alanın düşünme ve kendini tanıma sistemini geliştirmek esastır. Koç kendi fikrini söylemez, hizmet alanın fikir geliştirmesini sağlar. Akademisyenlik zorlu, uzun ve engellerle dolu bir yaşam biçimidir, ancak destekleyici ve teşvik edici bir ortamda yeşerebilir. Ülkemizde yavaş yavaş gelişen koçluk alanı, akademik yaşamda da yararlı olacaktır. Yeter ki morali bozuk her genç akademisyen içindeki “Büyük Akademisyen”in ortaya çıkması için Aristo’sunu arayacak kadar aydınlığı görebilsin.