24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Uygarlığın Kuyruğunda Kalmamalıyız Bizim toplum Batı uygarlığının dışında kalmaya da korkuyor, içine girmeye de korkuyor. İçinde bulunduğu durumun, kendi güncel iradesi dışında, bir tarihi süreç içinde saptanmış olduğunun farkında da değil. U ygarlık kavramı bir davranışlar bütünüdür. Fakat sadece evrensel bir düşünür grubunun hürmet gören ama uygulanmakta zorluk çekilen kuramsal görüşlerinden oluşmaktadır. Kanımca en uygar olduğu kabul edilen toplumlarda bile uygar davranış, insanların tümel davranışlarının küçük bir oranıdır. Amerika ve Almanya uygar toplumlar ama Afganistan’da, uzaydan gelmiş astronotlara benzeyen giysileriyle Amerikan ya da Alman askerlerinin yüzü boyalı ve zıpkınlı Zulu ya da İrokuva savaşçılarından amaç açısından ne farkı var? Türkiye’deki bütün düzensizlikler çeşitli nedenlerle açıklanıyor. Bazen yağma, bazen politika, bazen kültürel hamlık, bazen bilgisizlik, bazen tümü neden olarak gösteriliyor. Ülkenin bir ucundan öbür ucuna bu nedenlere bağlı olarak açıklanacak olaylar var. Gerçi sanayi ve üretimi gelişiyor. Her şeyin kalitesinin iyiye gittiğini söylememek haksızlık olur. Fakat iyileşme, egemen kültürlerin ve ileri sanayi ülkelerin düzeyine ulaşamıyor. Durumu, toplumun bilgi ortalaması ve genel cehaleti ile açıklamak da doyurucu bir yanıt değil, olamıyor fakat Batı ya da, örneğin Japonya ile aramızda uçurumlar olduğu da yadsınamaz. Neden? GERİ KALMA NEDENLERİNİ ANLAMALIYIZ Türkiye için gelecek standartları ya da modelleri tar CBT 1346/ 5 4 Ocak 2013 Bu bağlamdaki düşünceleri kesin yargılar olarak sunmak yanlış olur. Olumsuz yargılara, Batı uygarlığını parametre olarak aldığımız zaman ulaşıyoruz fakat hangi parametreler yol gösterici olacak? Genelde dünyanın gelişmiş ve yüksek gelirli toplumların sayısal düzeylerine ulaşmak fakir toplumlar için olası değil. Afganistan’ın, Pakistan’ın, yarı toprağı yabancılara satılmış Sudan’ın bir belirsiz gelecekte Amerika ile eşdeş olacağını sanmak sadece hayal. Eğer doğru anımsıyorsam, dünyanın Amerika gibi olması için üç tane yerküre gerektiğini hesaplamışlardı. Kaldı ki bu olanak maddi olarak var olsa bile bunun için gerekli zaman içinde neler olabileceğini hiçbir boyutu ile öngöremeyiz. Bu öncül gözlemlerle başlarsak, dünyanın yolu Batı’nın ulaştığı maddi standartlara ulaşmak söz konusu olunca, Türkiye’de herkesin bir arabası olsa bile, Türkiye’nin bir Amerika olması söz konusu değil. Çin Amerika’dan daha fazla patent alsa, daha çok piyanist yetiştirse de Amerika gibi olmayacak. Avrupa’nın kentler ve yığılmış zenginlikleri fakir ülkeler kendi kentlerinde hiçbir zaman göremeyecekler. Çünkü sömürülecek bir dünya kalmadı. Gittikçe daha zengin olma ve fazla üretim hikâyesi sadece bir geç kapitalist sürdürülebilirlik taktiğidir. Toplumların kendi kendilerini sömürmesi olanaksız. Gerçi toplumun bir bölümünün ötekilerini sömürmesi, değişik adlar altında, bütün tarih boyunca sürüp gitmiş fakat asıl bizim sorunumuz bu değil. Sorunumuz başkaları tarafından sömürülmemek. HANGİ PARAMETRELER YOL GÖSTERİCİ? tışırken bizim toplumu gelişen dünya karşısında geri bırakan tarihi nedenleri doğru anlamadan, ne bugünü anlar ne de yarını planlayabiliriz. Rönesans sonrası Avrupa kültürünü ve uygarlığını temsil eden her düşünce ve araç, bilim, teknoloji, sanat, felsefe alanlarında Türkiye hâlâ gelişmiş Batılı standartların çok gerisinde. Gerçi dünyanın ürettiği her şeyi kullanıyoruz. Otomobil, foto çeken telefon, günde ortalama 5 saat seyredilen televizyon, matbaa, sinema, CD, DVD, asfalt yollar, elektrikli ve elektronik aletlerin tümü, tıpta kullanılan araç ve ilaçla,r modern silahlar ve başka lüks tüketim malları. Bunların çoğu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı. Oysa bu toplum Osmanlı yaşamına 19. yüzyılda giren kavramları bile kurumlaştıramadı. Anadolu hâlâ İstanbul’la boy ölçüşemiyor. En can alıcı örnekler arasında resim, heykel, kent planlaması gibi kavramlar var. Taksim Meydanı planlaması tipik bir örnek. Türk toplumu Batı’nın 2500 yıllık bilgi üretimi ve kurumlaşmasını 150 yılda gerçekleştiremezdi ve gerçekleştiremedi. Bugün topallayarak yapılan uygulamalar, politikacılar, aydınlar okuyan çoğunluğun yeterli entelektüel potansiyele sahip olmadığını kanıtlıyor. Bu gelişmelerin ithal ve taklitle gerçekleşeceğini sananların idare ettiği İslam dünyası fakir ve zavallı toplumlardan oluşuyor. Sadece biz ayrıcalıklıyız. Nedenini biliyoruz ama bu bize 21. yüzyıl için yetmez. mediler. Osmanlı’da Farabi ya da İbni Sina’yı izleyen bir Türk dilli filozof yok. İbni Sina’nın Avrupa’da 16. yüzyılda 22 kez basılan tıp üzerindeki ünlü Kanun’un Türkçeye çevirisi ancak 19. yüzyılda yapılmıştı. Bu kul toplumu, insan kimliğini hiç bilinçlendiremedi. Bilim ve teknolojinin yarattığı maddi araçlar yaşamı kolaylaştırır fakat uygarlığın bu maddi göstergeleri uygarlık yolundaki insan çabalarının sadece ikincil boyutudur. Uygarlığın birincil boyutu düşünceye dayalı, maddi olanı yaratmanın koşullarını saptayan insanı, davranışlarını adına layık yapan, felsefeyi ve sanatları yaratan insan aklının eylemleridir. Biz Rönesans’ı geçirmemiş bir toplumuz. Aydınlarımız birkaç sanatçı, birkaç yapıt, birkaç yazar adı bilirler. Fakat Türkiye’de ‘insan’ın evrensel statüsü, Tanrı karşısındaki konumu bağlamında toplum Rönesans düşüncesinden uzak! Türkiye’de felsefe ve teknoloji tartışmaları kimi ilgilendiriyor? Türk halkının Francis Bacon’u ya da Montaigne’i okumasını pek beklemiyoruz fakat bu 500 yıldır Avrupa’da olmayanların öğrenemedikleri pek çok şey var. Geçen gün yeni yapılan yoldan Eskişehir’e gittim. Yol güzel, fakat yamaç eteklerinde beton enjekte edilmiş istinat duvarlarının doğayı nasıl tahrip ettiğini yolu yapanlar hiç düşünememişler. Bu Batılı düşüncenin 2500 yıllık estetik birikiminin bizim kültüre yansımamış olmasının sonucudur. Bu toplumun okumuşuna kültürün daha üst düzeylerinden gönderme yapmaya çekiniyorum. Auguste Rodin’in Honoré de Balzac heykellerinin toplumsal içeriğini ya da Gabriel Fauré veya Giuseppe Verdi’nin ‘Requiem’lerinin dini ve toplumsal içeriklerini, bizim kültürümüzde paraleli olmayan yaratmalar olarak, tartışmanın anlamsız olduğunu hissediyorum. Ne var ki bizim kültürümüze ulaşamamış bu birikim ve ayrıntılar, taklit ettiğimiz sayısız ithal ürünün doğru kullanımını zorlaştırıyor. Örneğin, kent ulaşımını arapsaçına çeviriyor, Taksim Kışlası ya da Çamlıca Camisi gibi büyük kamusal projeleri korkutucu çirkinliklere dönüştürüyor. FELSEFEDEN UZAK Sayın Okuyucular, Osmanlı toplumu Rönesans’tan bu yana Avrupa’nın geliştirdiği bilgi birikimini, Cumhuriyete kadar dışladı. Rönesans denilen büyük kültürel dönüşümü gerçekleştirememiş bir toplumda yaşıyoruz. Bu cahilliği ve geri kalmışlığı kültürel özgünlük sanan düşünürlerimiz (!?) var. Rönesans deneyimini yaşamamış olmak, insanın dünya ve evrendeki konumunu anlamamış olmak demek. Oysa bu, 18. yüzyıl Aydınlanması’ndan önce ulaşılması gereken bir bilinç Tayfun Akgül aşamasıydı. Allah’ın kulu olan Osmanlı, aynı zamanda sultanın kulu ve ağanın da kölesi idi. Biz toplumsal bağlamdan önce, insan bağlamında aydınlanmamış bir toplum olarak kaldık ya da bırakıldık. Bu toplum için onlarca işçinin ya da çocuğun ya da kadının ya da trafik kurbanının ölmesi bir maçta bir takımının ötekine attığı bir gol kadar önemli taşımıyor. Bu aymazlık ortaçağdan mı başlıyor, yoksa yeni mi aşılandı? Anadolu’da Selçuk ve Osmanlı kültürü, Batı Rönesansı’ndan önce İslam Rönesansı’nı da dışlamıştı. 912 yüzyıllar arasındaki Abbasi Rönesansı’nı Selçuklu ve Osmanlı kültürleri izle BİLGİ BİRİKİMİ DIŞLANDI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle