17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

yönündeki düşüncesi militarist bir bağımsız ülke istediği anlamını içermiyordu. Irkçı Avrupalı güçlerin Doğu Avrupalı Yahudilere sefil sığınmacılar gibi davranmalarına da karşıydı. Einstein, Yahudilerin yaşadığı çeşitli Avrupa kentlerinde kendilerine insanca davranılsaydı, Yahudi Diyasporası’nın asla farklı bir ülke kurmak gibi bir hedef gütmeyeceğine de çok önceden dikkat çekmişti. Gelgelelim, bu arada Siyonistlerden hep sakındı. Bunlardan biri bir aralar Yahudilerin Stalin Rusyası tarafından sömürgeleştirildikleri yönünde yalan beyanlarda bulunarak Einstein’ı Bolşeviklere karşı kışkırtmaya çalışan Isaac Don Levine idi. 9 Nisan 1926’da Einstein, Levine tarafından öne sürülen bu iddiaların safsata olduğunu vurgulayarak, Rusya’ya destek verdiğini ve “Rusya’da Yahudileri sömürgeleştirme çabalarının Filistin’in bir anda barındırmayı kaldıramayacağı binlerce Yahudiye yardım etme amacını taşıdığını ve bu yüzden de bu girişime karşı çıkılmaması gerektiğini” belirtti. Einstein, Stalin’in Yahudi davasına destek veren tek uluslararası lider olduğunu ve Sovyetler Birliği’nin de Yahudi halkına özerk bir alan oluşturan tek ülke olduğunu açıkça dile getirmekteydi. Einstein, Britanya’nın sözüne güvenerek, Filistin’de böyle bir oluşumun gerçekleşmesini hep düşlemişti. Ne var ki, aşırı sağcı Siyonistler komünistlere karşı hoşgörüsüzdüler ve Sovyetler’in girişimlerine destek vermeye yanaşmıyorlardı. Einstein 1926 Mart’ında Blumenfeld’e yazdığı bir mektupta, “Siyonizmin eğitim alanındaki başarılarını takdir ediyorum. Ancak bir kurum olarak Siyonizmi vicdanım rahat bir biçimde destekleyecek denli tanımıyorum” diyordu. Einstein, vicdanı rahat olmasa bile, oluşum aşamasında olan ve erdem ile anlıkçılığın hedeflendiği “Yahudi merkezi” ile ilgili olarak iyimser bir yaklaşım sergilemeyi yine de sürdürüyordu. “Arap sorununun Filistin projesinin geliştirilmesini tehlikeye atabileceği izlenimine” asla kapılmayan Einstein, “Yahudilerle Araplar arasında, özellikle de emekçi sınıflar söz konusu olduğunda, kusursuz bir uyum sağlanacağına inanıyorum,” diyordu. (1927) Bir yıl sonra, 1928’de, Britanya alelacele bir kararla Filistin için Arap, Yahudi ve birkaç Britanyalı vekile eşit yetkilerin tanındığı bir parlamento önerdi bu adım her iki taraftan yüzlerce kişinin yaşamına mal olan ilk büyük “ayaklanmalarla” sonuçlandı. 1930’da Yahudi göçleriyle birlikte, Britanya sayım raporunda Arap topraklarında yaşayan nüfusun yaklaşık %17’sini Yahudilerin oluşturduğu belirtilmekteydi. Araplar arasındaki kitlesel çalkantılara Britanya tarafından ilk kez 1936’da sömürgecilerin Filistin’e Hindistan’ın tümünden daha çok sayıda insan yerleştirmeleri üzerine “çözüm getirildi.” 1937’de manda altına alma önerisinin sözde Araplarla Yahudiler arasında ortak bir zemin oluşturulamadığı gerekçesiyle başarısız olduğu belirtildi ve Britanyalılar kolayca Filistin’i “bölüştürme” yoluna gittiler. Ancak bu bölüştürme daha çok Arapları (ve Einstein’ı) hüsrana uğrattı. Önerilen “Bölüştürme” yaşama geçirilmeden önce Siyonist Weizmann tüm Arapların Ürdün’e sürülmesini istedi. Einstein’ın bu görüşe karşı çıkması sonradan da ikisi arasında çekişmelere neden oldu. Einstein Weizmann’a yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Araplarla dürüst bir işbirliğine gidilmediği sürece barış ve güvenlikten söz edilemez. Bu yalnızca günümüz için değil, uzun erimli bir siyasal çözüm açısından da son derece önemli.” Einstein’ın istediği Arap topraklarında kurulu herhangi bir siyasal güç değildi. Siyonist propagandanın oyununa gelmeyi reddeden Einstein, Filistin’deki Arap halkının güvenliğinden giderek daha da çok kaygı duymaya başladı. “STALİN TEK DESTEKÇİ” nılmaz duruma gelse de, Einstein bunun bir sınırı olması gerektiğini öne sürüyordu. Önerdiği “sınırlara” başta komünizm karşıtları olmak üzere çok sayıda Siyonist karşı çıktı. Einstein’a göre bu kişiler “Faşistlerden ödünç aldıkları iğrenç yöntemleri hiçbir şeye sahip olmayan insanlar aleyhine kullanan” faşistlerdi. Bu duyguları, Gazze’deki çatışmaların İsrail devletini savunmak adına Arapları baskı altında tutmayı sürdürdüğü günümüzde daha da açık bir anlam ifade ediyor. Einstein daha o zamanlar Yahudileri ulusalcığın tuzağına düşmemeleri yönünde uyarıyor, “Yahudilik doğası gereği sınırları, ordusu ve geçici yetkisi olan bir Yahudi devlet görüşüne ters düşmektedir... Siyasal anlamda bir ulusa dönüşmek topluluğumuzun tinselliğinden uzaklaşması anlamına gelir” diyordu. Ancak geleceğin temellerini atan, Einstein’ın tasarısı değil, Britanya sömürgeciliği oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı 19391945 yılları arasında Britanya sınırlı sayıda Yahudinin (75 bin) Filistin’e yerleşmesine izin verdi. Bu arada Nazi kıyımı da Araplarla ve Sovyetler Birliği’ni destekleyen Filistin Komünist Parti’si ile Yahudiler arasında bir tür birliğin sağlanmasına olanak tanımıştı. Bu durum karşısında sağ kanat Siyonistlerin sayısı da hızla artmaya başladı. 1945 yılında 100.000 Yahudi Siyonist militanın derhal İsrail’e giriş izni verilmesi isteği üzerine Einstein sert bir tavırla, “Bu insanlara musibet gözüyle bakıyorum. Yanlış yola sapmış bu canilerle ilgili hiçbir şeyi ne bilmek ne de görmek istiyorum,” diye yanıt veriyordu. İsrail karşıtı: “Savaş kazanıldı, ama barış sağlanamadı.” (Einstein, 1945): Hitler’in ve Nazizm’in çöküşünden mutlu olsa da, Einstein bir Yahudi devleti görüşüne karşı çıkmayı sürdürüyor “bu bizler için yalnızca istenmeyen sonuçlar doğurur,” diyordu. Kendisi de bir “kültürel Siyonist” olan Amerikalı köktenci gazeteci I. F. Stone da, “Günümüzün en büyük Yahudisinin bir Yahudi devletini Araplara karşı bir haksızlık olarak değerlendirmesi son derece soylu bir davranıştır,” diyerek Einstein’a destek veriyordu. Einstein Araplarla Yahudiler arasında yaşanan çalkantıların kaynağı olarak Britanya’yı suçluyor, “Yahudilerle Araplar arasındaki güçlükler yapaydır ve bu yapay güçlükleri yaratan da İngilizlerdir,” diye kükrüyordu. Einstein Filistin’i tek bir hükümetin yönetebileceğine, ancak Britanya’nın araya girmemesi gerektiğine inanıyordu. Yerli halkı sömürürken toprak sahiplerinin elinden tutan Britanya’nın sömürgeci yönetimini topa tutan Einstein, önerilen bölüştürmelerin Batılılara sağlayacağı çıkarları da sert bir biçimde eleştirmekteydi. Weizmann 1952 yılında ölünce, boşalan İsrail Başkanlık koltuğu için uygun biri arandı. Ben Gurion utanmadan bu konum için Einstein’a başvurdu. Einstein yalnızca öneriyi geri çevirmekle kalmayıp bunun, “vicdanını rahatsız edecek güç bir durum yaratacağını” da sözlerine ekledi. Gurion’un Einstein’a yaptığı öneri tarihte çok iyi bilinse de, verilen yanıttan hemen hemen hiç söz edilmez. Çünkü, o güne dek ünlü bir Yahudi olarak tanınan Einstein’ın bu yanıt yüzünden günümüzdeki siyasal tanımıyla en büyük bir Yahudikarşıtı olarak yaftalanacağından korkulur. Benzer biçimde, Einstein’ın öldüğü günün ertesinde, 19 Nisan 1955 tarihli New York Times gazetesinde yayımlanan haberde, “Kuruluşuna Einstein’ın destek verdiği İsrail devleti...” denirken de tarih bile bile çarpıtılmıştı. Einstein’ın yaşamını kaleme alan Fred Jerome’nin de belirttiği gibi, Einstein yaşarken medyada hiç böyle bir yoruma yer verilmemişti. Gelgelelim, onu “kirli geçmişinden” arındırma yönündeki komplolar çok daha öncesinden FBI tarafından başlatılmıştı. Neyse ki, Jerome’nin araştırmaları sonucunda (Einstein Dosyası) bu tür girişimlere önayak olanlar gün yüzüne çıkartıldı. Einstein’ın Paul Robeson ile olan köklü dostluğu ve W.E.B. DuBois’ya verdiği koşulsuz destek de yıllarca kasıtlı olarak hasıraltı edilse de, bu kişiler onun destansı yaşam yolculuğunda en çok esinlendiği kişiler oldu. Einstein ile ilgili olarak, Britanya sömürgeciliğinin en güçlü eleştirmeni, Amerikan emperyalizminin en aykırı sesi, Stalin Rusya’sının ateşli destekçisi, siyahi komünistlerin sarsılmaz savunucusu ve İsrail devletinin temelini oluşturan aşırı sağ Siyonizmin bilgili eleştirmeni olduğu gibi birtakım gerçekler hep özenli bir biçimde gizli tutulmaya çalışıldı. Çünkü Einstein’ın gerçek kişiliği günümüz dünyasına esin kaynaklığı etseydi, bu durum yalnızca emperyalist güçlerde huzursuzluk yaratmakla kalmayacak, daha da önemlisitıpkı Einstein’ın, pazarlanabilir bir öke olarak değil de, ilerlemeci bir dünya için vicdanın toplu sesi olarak bir zamanlar yaptığı gibi tüm dünyada baskı altındaki insanların uyanıp haksızlığa karşı çıkmalarına neden olurdu. Saswat Pattanayak, Kindle Magazine / 30 Kasım 2012 (04.12.2012) Türkçesi, biraz özetlenerek: Rita Urgan TARİHİ ÇARPITMA “BARIŞ SAĞLANAMADI” İNGİLTERE’YE ÖNERİSİ DÜNYA GÖSTERGELERİ DÜNYADA İNANÇ DAĞILIMI Dünyada bir dine inanan ve herhangi bir dinle ilişkisi olmayan insanların yaşı, dünyanın neresinde yaşadığı gibi konularda veri toplamak her zaman zor olmuştu. Şimdi bu boşluğu Pew Araştırma Merkezi’nin son yıllarda yürüttüğü bir araştırma (http://www.pewforum.org/globalreligiouslandscapeexec.aspx) doldurmuş bulunuyor. Araştırmanın ilginç bulgularından biri, başka bir dinin hâkim konumda olduğu ülkelerde yaşamalarına karşın Yahudi ve Budistlerin en büyük dini azınlıkları oluşturmaları. Asya ise, herhangi bir dine inanmadığını beyan eden insanların en yoğun yaşadığı kıta. Bunun da nedeni, Çin’in resmi bir dininin olmaması. Buna karşın, Çin dünyanın en geniş Hıristiyan nüfusuna sahip. Bu ülkedeki Hıristiyanların sayısı yaklaşık 68 milyon. Raporun bir diğer özelliği de, kendilerini dindar olarak tanımlayan ancak İbrahimî dinelerden birine, Hinduizme veya Budizme bağlı olmayan insanları da kapsaması. Burada Asya yine birinci sırada. Bunun da en önemli nedeni Japonya’da Şintoizmin yaygın olması. EINSTEIN “FAŞİSTLER” DİYOR! Yahudilerin Arap topraklarına göçü yasal açıdan kaçı CBT 1346/15 4 Ocak 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle