Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“Eyvah, Başbakan üniversitemizi ziyarete geliyor!” Tarih akıllı insanların öyküsünü anlatır! Klasik bakış tarzıyla tarih, kahramanların tarihidir zannedilir. Değildir. Tarihi yönlendirenler, gözü pekler, kahramanlar değil, akıllı insanlardır. Akıllı insanlar, kahramanları kullanırlar, oradan oraya koştururlar. Prof. Dr. Üstün Dökmen S on yıllarda ülkemizde yukarıdaki trajikomik başlığı haklı çıkartan olaylar yaşanmaktadır. En son ODTÜ olaylarında çarpıcı olarak görüldüğü gibi, üniversiteler üzerinde bir ‘polis devleti’ baskısı gittikçe tırmanmakta, öğrenciler ve öğretim elemanları üzerindeki polis şiddeti neredeyse sıradan, gündelik bir hal almaktadır. Son olayın benzerleri daha önce başka üniversitelerimizde de yaşandı, yaşanmakta. Olayların ardından yaşanan öğrenci evlerine baskın ve gözaltılar ise bir polis devletinin ‘gözdağı verme‘ yöntemlerini çağrıştırmaktadır. Polis şiddeti, ögrencilere ve üniversiteye doğrudan bir saldırı olmanın ötesinde, öğrencileri şiddetin içine çeken provokatif bir işlev görmektedir. Polis şiddeti ve onun doğurduğu olayların özellikle Başbakan’ın üniversite ziyaretleri sırasında yaşanması ayrıca manidar ve öğreticidir. Başbakan’ın öğrenciler tarafından yüksek sesli eleştirilmesini, protesto edilmesini kabul etmek istemeyen siyasi iktidar, olası protestolara karşı aşırı ve orantısız bir polis gücü ile sözde ‘önlem’ almaktadır. Böyle bir ‘önlem’ anlayışı demokrasilerde değil, ancak totaliter rejimlerde görülür. Başbakan son olaylar üzerine şunları söySiz nasıl bir üniversitesiniz. Sizin yetiştirdiğimiz öğlüyor: “S renciler bunlarsa Türkiye batmıştır... Böyle üniversite öğretim görevlisi olsa ne olur olmasa ne olur.” Başbaka’nın aynı hafta içinde diğer demeci ise ‘kuvvetler ayrılığının önünde engel olarak dikildiği’ üzerine idi. Bu iki demeç, demokrasiyi içine sindirmiş bir ülkede kesinlikle kabul edilemez. Her iki demeç de eleştiriye ve denetime tahammülsüzlüğün açık ifadeleridir. Bu iki ‘demeç’ yukarıda değindiğimiz ‘totaliter’ rejim izleriyle, öyle bir rejim özlemiyle maalesef uyum içindedir. Başbakan, her kararına katılan bir TBMM, her kararını irdelemeden onaylayan bir yargı, kendisine sadece ödüller ve onurlar dağıtan üniversitelerin olduğu bir rejim mi hayal etmektedir? Ama kararlıyız; ülkemizde o tür bir Meclis, yargı ve üniversite olmaması için sonuna kadar mücadele edeceğiz. TBMM’nin muhalefet; yargının denetim işlevi demokraside yaşamsal önemdedir. Öğrencilerin, öğretim elemanlarının, şiddete başvurmadan siyasi iktidarı, başbakanı eleştirmek, protesto etmek en doğal demokratik haklarıdır. Öğretim elemanları Başbakan’ın memurları değil özgür bilim insanları, üniversiteler siyasi iktidarın arka bahçesi değil, özgür, özerk alanlardır. Son olarak; üniversitede tırmaman baskı ortamı ve Başbaka’nın üniversiteler ve kuvvetler ayrılığı hakkındaki son görüşleri, tartışılmakta olan yeni YÖK yasa taslağı konusunda bizde derin kaygılar uyandırmaktadır. Böyle bir siyasi/zihinsel ortamda, özgür, demokratik, özerk bir üniversite kavramı ile uyumlu bir yeni bir yükseköğretim yasası yapılabileceğine ihtimal vermiyoruz. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği A kıllı insanlar, sadece kahramanları yönetmezler, korkakları da yönetirler. (Aslında Psikanalitik Kuram’a göre, insanlar kahramanlar ve korkaklar olarak ikiye ayrılmazlar; hepsi korkar; ancak bazıları psikolojik savunma mekanizması kullanarak korkmuyormuş gibi davranır.) Sonuçta tarih, akıllı insanların hikâyesini anlatır. Doğal kaynakları yönetmek gerekiyordu. Akıllı insanlar doğayı, başka insanları ve hayvanları kullanarak yönetmeyi de keşfettiler. Akıllı insanlar, yeterince akıllı olmayan insanları ve hayvanları nasıl yöneteceklerdi? Akıllı insanlar gerekli yöntemi de buldular. Ceza ve ödül. (Genelde, öldürmeyen düzeyde ceza, güldürmeyen düzeyde ödül.) Yeterince akıllı olmayan insanlar ve hayvanlar, cezadan kaçmak, ödüle kavuşmak için, efendilerinin istekleri doğrultusunda, kahramanlıklar göstermişler, hayatları boyunca, tarih boyunca karın tokluğuna koşturmuşlardır. Krala ihanet en büyük suç sayılmıştır. Bazı hayvan terbiyecileri ve insan eğiticileri, gerek psikoloji ortaya çıkmadan önce, gerekse psikoloji kapsamında, cezayı ve ödülü önemli bir terbiye aracı olarak görmüşlerdir. Gerçi bazı kuramcılar, eğitimciler, yalnızca ödül veya yalnızca geribildirim vererek, hayvanları ve insanları eğitebileceklerini keşfetmişlerse de, yaygın olarak kabul gören eğitim aracı, cezaödül ikilisi olmuştur. Ceza ve ödül iki farklı yolla sunulur. 1) Kişilere doğrudan ceza veya ödül verilir. Örneğin cezalandırmak amacıyla, sopayla, kırbaçla dövülür, hakaret edilir veya aç bırakılır. Ödül amacıyla ise yiyecek, makam, aferin verilir; eğer ödüllendirilecek olan tavşan ise önüne havuç konulur. 2) Kişilere doğrudan ödül veya ceza verilmez; onlarda cezanın veya ödülün geleceği beklentisi yaratılır. İnsan (hatta hayvan), az sonra gelecek cezayı veya ödülü hayal ettiği için efendisinin beklentisi doğrultusunda davranır. Ceza geleceğini hatırlatan bu tür davranışlara kültürümüzde, “sopa göstermek, aba altından sopa göstermek” denilir. Karşı tarafta ödül beklentisi yaratan imalara ise “havuç göstermek” adı verilir. Akıllı insanların iddiasına göre, diyelim ki siz an alt kasta mensupsunuz, (farz edelim ki Hindistan’da ‘Dokunulmazlar’ sınıfındasınız, yani o kadar pis bir insansınız ki, üst kastlar size parmaklarını bile sürmüyorlar), siz acı çekiyorsunuz, açsınız. Bütün bunlar önemli değildir, çünkü bu dünya gerçek değildir; siz acı çektiğinizi sanıyorsunuz; aslında acı çekmiyorsunuz. Üstelik öldükten sonra, gerçek dünyaya, cennete gideceksiniz, daha sonra da yeniden doğarak daha iyi bir hayata kavuşacaksınız. Şimdilik katlanın. Akıllı yöneticiler insanlara çok uzun vadeli havuçlar da gösterirler. Örneğin Hitler, II. Dünya Savaşı’nda Almanlar her bakımdan zorlanırken, “Size bin yıllık barış vaat ediyorum” de miştir. Korkuyla yönetenlerin en ünlüsü Arnavutluk’taki Enver Hoca’ydı. Enver Hoca halkını denetim altında tutabilmek için, kapitalistler her an gelebilir gerekçesiyle, birer beton yığını olan binlerce bunker yaptırmıştı. İnsanlar, ellerinde tüfekle bu bunkerlerde geceler boyunca gönüllü olarak nöbet tutmuşlardı. Biz de Özal döneminde Saddam Ankara’ya füze atarsa diye pencerelerimizi bantladık, kapılarımızın altına ıslak havlu koyduk. Füze gelmedi; gelse bile öyle korunamazdık. O günlerden hatıra, koli bantlarına halk arasında, ‘Saddam Bantı’ denmeye başlandı. Galiba bütün bu örneklerde, birilerinin birilerini korkutarak yönetmesi ve bir yolla bu korkudan nemalanması söz konusudur. Yıllar önce dünyada, bu arada ülkemizde de bazı akıllı insanlar (bunlara “korku tüccarı” da diyebilirsiniz), televizyonlara çıkıp “Maya takvimi 21 Aralık 2012’de bitiyor, demek ki bu tarihte dünyada kıyamet kopacak” dediler. İddialarını güçlendirmek için pozitif bilimle bağdaşmayan görüşler ortaya attılar, şifrelerden, gökte kaybolmuş gezegenlerden bahsettiler. Onca astronomi uzmanının elinden ve gözünden kaçan bir firarî gezegenin bir anda ortaya çıkacağını ve dünyaya çarpacağını söylediler. Bu tür söylemler, kaygı potansiyeli yüksek kişileri büyük ölçüde sıkıntıya sokuyor, ayrıca çocukları korkutuyor. Ama bu iddialardan para kazananlarumursamıyorlar. Bu arada yeteri kadar akıllı olmayan insanlara, “Fransa’daki bir köy ve Türkiye’deki Şirince kıyametten muaf olacak” dediler. Yani bütün dünyada kıyamet kopacak ama mucize olacak, bu iki köy ayakta kalacak. Şimdi yeteri kadar akıllı olmayan insanlar, akıllı insanların bu son iddialarını ciddiye alıp, bu iki köye akın ettiler. Malını mülkünü satıp Şirince’ye taşınanlar, yüz liralık pansiyonu ikibin liraya tutanlar varmış. Bütün bu insanlar şunu düşünmüyorlar: Farzedelim ki 21 Aralık’ta kıyamet kopsa ve Şirince’ye saklananlar hayatta kalsalar. Peki 21 Aralık’ı izleyen günlerde ne olacak? İşe yaramaz bir dünyanın ortasında dımdızlak kalan Şirince bunca insanı nasıl besleyecek? Olur da 21 Aralık’ta kıyamet kopmazsa diye akıllı insanlar şimdiden önlemlerini aldılar; “Kıyamet ertelendi, 2020’de kopacak” diyorlar. Yeter ki birileri kaygı içinde kalsın, parasını ve zamanını bu akıllı insanlar için harcasın.İnsan, dünyadaki olayları önceden tahmin etmek ve kontrol etmek ister. Tarih boyunca kıyamet olayına ilgi duyulması, belki de bu istekten ötürüdür. İnsan, kıyameti de tahmin ve kontrol etme ihtiyacına sahiptir. Galiba akıllı insanlar, insanların bu ihtiyaçlarından yararlanıp onları yönetmeye ve para kazanmaya çalışıyorlar. İyi de, bu dünyada para kazanmanın daha dürüst bir yolu yok mu? ŞİRİNCE MUCİZESİ! Taslak, üniversitelerde sözleşmeli akademisyen çalıştırma düzenini getirmektedir; çalışmakta olan kadrolu akademisyenlerin durumu isteğe bağlı bırakılıyor görünse de, ileride kadrolu akademisyen sayısı azaltılıp tümüyle sözleşme SÖZLEŞMELİ AKADEMİSYEN CBT 1346/ 19 4 Ocak 2013 çözümünde performansı öne çıkaran bir yönetim modeli öngörürken, akademisyenlerin özlük haklarında iyileşme getirmiyor; oysa günlük geçim derdi yaşanırken verimli bilimsel üretimin gerçekleştirilemeyeceği unutulmamalı. Öğretim üyesi ücretleriyle kadrolara atamalarda, bu performansın temel alınacağı belirtilmekte. Performans ölçütleri nesnel ve özendirici olmalı, sınırları iyi belirlenmeli; uygulamada ise yandaşlık yerine liyakata özen gösterilmeli ve çalışanlar emeklerinin karşılığını alacaklarına inanmalılar. Akademisyenlerin bilimsel çalışmaları kurum içinde ve dışında nesnel ölçütlerle sürekli denetlenebilmeli, yaptırımlar tanımlanmalı, başıboşluk ve sorumsuzluk algısı yaratılmasının önüne geçilmelidir; üniversite bu yönüyle tartışılır olmaktan kurtarılmalı. Bilim etiği bağlamında bilgi üretimsizliğinin ve akademik tembelliğin hoş görülemeyeceği, üretenle üretmeyenin aynı kefeye konulamayacağı ilkesi, emeğe saygının doğal bir sonucu olarak akademisyenlerce benimsenmelidir. Üniversitede akademik yükseltme ve atanmaların belirli ölçütlere bağlanması, kişilere özel uygulamaların önlenmesi gerekir. Tüm akademisyenlerin işbirliğiyle ve bürokratik işlemlere boğdurulmadan eşyetkilendirme (akreditasyon) çalışmalarına süreklilik kazandırılmalı. Yurt içi ve yurt dışı akademisyen hareketliliğinin özendirilmesine, yeni üniversite kurulması için bilimsel ölçütler getirilmesine, yeni kurulan üniversitelere öğretim üyesi yardımı ile akademisyen yetiştirilmesine önem verilmeli. lilerden oluşan bir yapıya dönüştürülebilecek. Yardımcı doçentlerin tümünün, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması maddesi, akademisyenlerin üniversiteden uzaklaştırılmasının altyapısı işlevini görebilir. Özellikle, üniversitenin geleceği olan araştırma görevlileri açısından sözleşmeli çalışma düzeni daha büyük sakınca taşıyor. Sözleşmeli statüsü güvencesiz bir statüdür ve akademik özgürlükle de bağdaşmamaktadır. Taslakta öngörülen performans değerlendirmesi ve sözleşmelilik düzeni yoluyla iş güvencesi yok edilmektedir. Öte yandan, yasa tekniği açısından bakıldığında, TYÖK yasa taslağında geçici maddelerin yer almaması acaba yalnızca bir eksiklik olarak düşünülebilir mi? 1981 tarihli YÖK yasasının geçici maddeleri göz önüne alındığında iyimser olmak zorlaşıyor: 30 yıl önce bu geçici maddeler, olağanüstü siyasal ortamda üniversiteden kimi kişilerin uzaklaştırılması için bir araç olarak kullanılmıştı.