23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Bilim ve cumhuriyet Cumhuriyet sadece bir biçimden ibaretmiş gibi görülmektedir. Oysa cumhuriyetin varlığının, bilimsel düşüncenin halk arasında yayılması ile doğrudan ilişkisi vardır. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com Bir ülkede vatandaş susmanın ağır bir yük olduğunu hissediyorsa, o ülkede susanlar konuşacak bir şeyleri olmadığından dolayı değil, konuştuklarında başlarına bir şey geleceği korkusundan dolayı susuyor demektir. CBT 1346/ 12 4 Ocak 2013 Ben ODTÜ mezunuyum. Bununla da hep gurur duydum. Bir ODTÜ mezununun hayata olumlu anlamda bir değer katmaması, ailesine, çevresine, çalıştığı müesseseye, vatanına bir katkıda bulunmaması bence düşünülemez. Çünkü bunun basit bir nedeni vardır. ODTÜ insanı çok çalıştırır, çok çalışmayı öğretir. Bununla yetişen bir ODTÜ’lü gittiği her yere çok çalışmayı ve başarıyı götürür. ODTÜ ortamı kendi kurallarını size kabul ettirir ve bu kurallar öğrencisini de öğretim görevlisini de müstahtemini de yukarıya doğru ilerlemeye zorlar. ODTÜ’de herkes birbirine “hocam” diye hitap eder. Yani bir profesör ile bir müstahdem ODTÜ kampsü içinde aynı ortak paydada buluşurlar: ODTÜ’lü olmak. ODTÜ’lü olmanın bir mirası vardır ve o havayı yıllarca yaşamamış bir kişi dışarıdan bakarak, analiz yaparak ne o mirası ne de o mirasın üniversite mensupları üzerindeki hoş baskıyı idrak edemez. ODTÜ sadece öğrencisini değil, öğretim üyelerini de müstahdemlerini de çok çalıştırır (ör. şimdiki rektörümüz benim mezun olduğum yıllarda İşletme Bölümü başkanıydı). Ülkemizde birbirine karıştırılarak içi boşaltılan bir olgu da ifade özgürlüğü. Bu çoğunlukla düşünce özgürlüğü ile karıştırılır. “Düşünce özgürlüğün varsa yakınacak bir şeyin yok” demeye getirir bu karışıklık. Sahi Türkiye’de dileyen dilediği şeyi düşünemiyor mu? Elbette ki düşünüyor. Sıkıntı düşündüğünü ifade ederek onu dışarıya vurup vuramamasında. İfade özgürlüğü; düşündüğünü meşru ortamlarda ve şiddete başvurmadan dile getirebilmek ile sınırlı da değildir. Dile getirdikten sonra vatandaşının başına bir şey gelmeyeceğini onun içine işleyebilmiş olmalıdır kamu yönetiminin. Bir ülkede vatandaş susmanın ağır bir yük olduğunu hissediyorsa, o ülkede susanlar konuşacak bir şeyleri olmadığından dolayı değil konuştuklarında başlarına bir şey geleceği korkusundan dolayı susuyor demektir. Öyle bir ülkede ifade özgürlüğünden nasıl bahsedilebilir? ODTÜ kampüsünde Aralık ayı içinde yaşanan olaylar ifade özgürlüğü olgusu ile açıklanabilir mi? Yoksa anarşi ya da terör kelimelerini de resme dahil etmek mi gerekir? Detayları ne yazık ki bilemiyoruz. Bir yanda şiddete başvurmadan protesto etme hakkını kullanırken polisin saldırısına uğradığını iddia edenler var diğer yanda ise polise demir bilyelerle, taşlarla, molotof kokteyllerle saldırıldığını iddia edenler. Büyük bir olasılıkla bunların hepsi aynı anda doğru. Ancak ortada iyi niyet olmadığı da ortada. Herkesin kendi tezini güçlendirmek için somut verileri, o gün orada yaşananları olasılıkla abartmasından öyle anlaşılıyor (ör. o gün orada kaç polisin olduğunu biliyoruz ama kaç tane demir bilye atan sapan olduğunu bilmiyoruz). Bu gibi vakalarda bir tarafın haklı (ya da haksız) olmasının ne yazık ki bir anlamı kalmıyor. Çünkü sonuçta Türkiye kaybediyor. Nasıl mı? Bu örnekte bakın Türkiye nasıl kaybediyor: Birincisi Türkiye’nin uzaya uydu gönderen iki düzine ülkeden birisi olmasının gururu geniş kitlelerce yaşanamıyor. İkincisi objektif ve uluslararası kriterler baz alındığında akademik çalışmalarıyla dünyanın önde gelen üniversiteleri arasına girmiş bir Türk üniversitesi vatandaşın zihninde kötü bir imajla yıpratılıyor. Üçüncüsü vatandaş düşündüklerini açıkça, korkmadan, ürkmeden ifade edebileceğine olan inancını daha da yitiriyor. 21. yüzyılda en kritik şey ileri teknoloji üretmek. Bunun için bilim üretmek gerekiyor. Bu da kendini kuşatılmış hissetmeyen üniversite ortamlarında sağlanabilir. İster ODTÜ’de ister başka bir üniversitemizde. Tüm rektörlerimizi kendi üniversitelerinde bilim yapmada ODTÜ’yü geçmeye davet ediyorum. İfade Özgürlüğü B ir toplumsal yönetim biçimi olarak cumhuriyet, egemenliğin kaynağının ulusun iradesinde olduğunu öngörür. Ulus da iradesini demokratik olarak seçilmiş temsilcileri aracılığıyla ifade eder. Bu tanımlara uygun bir toplum, cumhuriyet toplumudur. Bu tanımlarda herhangi bir sorun yok. Fakat gerçek yaşamda her şey çok farklı biçimde gerçekleşiyor. Ülkenin adı cumhuriyet olabilir. Egemenliğin kaynağının ulusta olduğu da yasalarda belirtilmiş olur. Birkaç yılda bir yapılan genel ve yerel seçimlerle ulusun temsilcileri de seçilir. O halde “cumhuriyet rejimi artık yaşama geçmiş” mi demek gerekir? Gerçeğin böyle olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu soruya cevap verebilmek için cumhuriyet fikrinin doğuş koşullarına gitmemiz gerekir. Cumhuriyet fikri, tarihsel olarak, küçük bir egemen azınlığın, dinin otoritesinden de yararlanarak halkın çoğunluğunu kendi çıkarları ve düşüncesi doğrultusunda yönetmesine karşıt olarak doğmuştu. Dolayısıyla cumhuriyet kavramı daha doğuşunda halkın çıkarlarının, ve halkın iradesinin gerçekleşmesi koşullarının yaratılması temeli üzerine dayanıyordu. Bu gerçek halkı ve ulusu oluşturan tek tek bireylerin hem kendi çıkarlarını, hem de bir bütün olarak ulusun genel çıkarlarını doğru olarak değerlendirebilmeleri gereğini ortaya koyar. Bu nasıl sağlanabilir? Bu, ancak insanların özgürce düşünmelerini ve iradelerini kısıtlayan koşulların ortadan kaldırılmasıyla olabilir. İnsanların özgürce düşünebilmeleri, doğayı ve toplumsal koşulları doğru kavrayabilmeleri bilimsel düşünme yoluyla olabilir. En büyük aydınlatıcı bilimdir. Dolayısıyla kendisinin ve ülkesinin çıkarlarını gerçekçi bir biçimde göremeyen insanlar, kolaylıkla başkalarının çıkarları lehine aldanabilirler. Bu bakımdan genel bilimsel eğitim, bir cumhuriyetin varlığı için yaşamsal bir zorunluluktur. İnsan topluluklarını, kendi sosyal varlığının farkında olmayan bir topluluk halinden, kendini yönlendirebilen bir toplum haline, cemaat durumundan bilinçli toplum durumuna getiren şey, bilimsel düşüncenin toplumda yayılmasıdır. Ulusun seçimler ve temsilcileri yoluyla genel iradesini yansıtması şüphesiz çok önemlidir. Bu mekanizma yaratılmadan cumhuriyet yaşayamaz. Fakat tek tek her iradenin oluşmasının koşulları ve yolları da o kadar önemlidir. Her bir birey doğru bilgilere ve gerçeğe yaklaştığı ölçüde, o bireylerden oluşan toplum da gerçek anlamda bir cumhuriyete yaklaşır. Aksi takdirde rejim, adı cumhuriyet bile olsa, gerçekte bir ortaçağ rejimini temsil ediyor olabilir. Sonuç olarak, cumhuriyetin iki esası vardır. Birincisi, ulusu yöneten iradenin ulustan gelmesi. İkincisi ise, ulustan gelen bu iradenin, bağımsız ve gerçekçi iradelerin toplamı olması. Eğer “irade nasıl olsa seçimler yoluyla ulustan geliyor” denerek bağımsız, özgür ve gerçekçi bireysel iradelerin oluşumu önemsenmiyorsa, cumhuriyet gerçekte cumhuriyet olmaktan çıkmış demektir. Genç Cumhuriyet bu gerçeği görerek, daha ilk yıllarından itibaren bilime, bilimsel düşünceye ve bilimsel eğitime büyük bir önem vermişti. Bir cumhuriyet, ancak bilimsel düşüncenin ulus içinde yayılması ölçüsünde gerçek anlamda cumhuriyet olabilir. HFSA Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi İstanbul Barosu tarafından çıkarılan; Hayrettin Ökçesiz, Gülriz Uygur ve Saim Üye tarafından hazırlanan kitapcığın içeriği “Hukuka Felsefi ve Sosyolojik BakışlarV” sempozyumunun bildirilerinden oluşmakta. Bildirilerden bazıları ise şöyle: Engin Topuzkanamış: Hukuk ve modernlik üzerine bazı notlar, Mehmet Ali Tutumlu: Hukukun gerçekleşmesinde yargıcın rolü, Mehmet Turhan: Anayasa hukukunda “yalancı” Alf Ross Paradoksu, Mevlüt Uyanık: İslam aklının eleştirisi, Ertuğrul Uzun: Yorum yöntemlerini bilmek yorum yapabilmek için yeterli midir? Hukuk doktrini, klasik yorum yöntemleri ve hukuki argümantasyon teorisi. Ogün Ürek: Hukuk ve insanın etik olma hakkı, Nusrettin Yılmaz: Felsefi bağlamda “iyi biri olmanın” bazı yol ları, Mehmet Yüksel: Modern kültürde hukuk ve ahlak, Nüvit Gerek ve Hayrettin Ökçesiz : Açış konuşması, F. Ceren Akçabay: İnsan haklarının liberal yorumu, Harun Bodur: Adalet Tanrıçaları Themis ve diğerleri, Gökçe Çataloluk: Luhman’ın sisteminde mahkemelerin rolü, Abdullan Dinçkol: Karar verme süreci içinde hükmün oluşması ve hakimin fonksiyonu, Şule Şahin Ceylan: Uyuşmazlık çözümünde yargı alternatifleri, Halit Uyanık: Kurumsallaşmış bir norrmatif sistem olarak hukuk ve ikincil eylem sebepleri ve Mustafa T. Yücel: Türk yargı sistemi ve “Yapısal analiz sorunlar”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle