17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POL T K B L M Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] ÖZGÜR RADE SANAL B R KAVRAM MI? Üniversite Sanayi İşbirliği Merkezleri Platformu’nun (ÜSİMP) düzenlediği 4. Ulusal Kongre vesilesiyle, bu köşede sözü çok edilen bir konuya yeniden dönüyoruz... ÜSİMP’nin Düzenlediği ‘Ulusal Kongre2011’ Vesilesiyle... Yıllardır bu ülkede üniversitesanayi işbirliğini kolaylaştırmak, teşvik etmek, üniversite ile sanayi arasındaki etkileşimi arttırmak için çeşitli kararlar alındı; uygulamaya kondu... Bu uygulamalardan bazıları, etkileri doğrudan görülebilecek türdendi; bazıları da üniversitesanayi işbirliğine dolaylı yollardan da olsa zemin hazırlayacak türden... Örneğin, 1990’lı yıllarda yürürlüğe konan ve bugüne dek de ağırlıklı olarak TÜBİTAK eliyle uygulanagelen, sanayiye ARGE yardımı kararları, dolaylı yoldan da olsa, üniversitesanayi işbirliğinin en azından önüne açabilecek nitelikteydi. Çünkü, her şeyden önce sanayiyi ARGE yapmaya teşvik ediyordu ve ARGE’ye yönelen sanayi, ARGE’deki yetenek ve imkân açığını üniversite ile işbirliği yaparak kapatmayı deneyebilirdi... 1996 Eylülünde yürürlüğe konan, ÜniversiteSanayi Ortak Araştırma Merkezleri’nin kurulmasını teşvike yönelik destekleme programıysa (ÜSAMP) araştırma işbirliğinin tesisinde etkisi doğrudan görülebilecek bir programdı... 6 Temmuz 2001’de yürürlüğe giren 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu, akademisyenleri, bu bölgelerde yer alacak sanayi kuruluşlarınca yürütülen ARGE faaliyetlerinde yer almaya teşvik eden hükümler de getirmişti. Teknoloji geliştirme bölgelerinin ‘üniversite odaklı olarak’ tesisini öngören bu yasayla, sanayi kuruluşlarıyla üniversiteler arasında, en azından, işbirliği için kolaylık sağlayacak coğrafi bir yakınlığın yaratılması istenmişti. Tabii bu bölgelerin ana motifi de her şeyden önce, ARGE yapan ya da yazılım geliştiren firmalar yaratmak; buna niyetli firmaların önünü açmaktı. Bu da hiç kuşkusuz, üniversiteyle işbirliği için bir zemin ya da bir işbirliği potansiyeli yaratmak demekti. Unutmamak gerekir; sözü edilen yasadan önce KOSGEB eliyle yürürlüğe konmuş olan Teknoloji Geliştirme Merkezleri (TEKMER’ler) programıyla da KOBİ´ler için benzer bir kolaylığın sağlanması gözetilmişti. Sanayinin ARGE ve yenilik faaliyetlerini finansman yönünden desteklemeye yönelik olarak, 28 Şubat 2008’de kabul edilen 5746 Sayılı “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında[ki] Kanun” da tıpkı 1990’lı yıllarda yürürlüğe konan ARGE yardımları gibi, dolaylı yoldan da olsa, üniversitesanayi işbirliğinin önünü açıcı bir etki yaratabilirdi. Bilkent Üniversitesi Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi ile Nanoteknoloji Araştırma Merkezi ya da ODTÜMEMS gibi, üniversitelerde, kamunun finansman desteğiyle kurulan araştırma merkezleri, sanayinin de sürekli işbirliği yapabileceği birer cazibe merkezi olabilirdi. Savunma Sanayii Müsteşarlığı eliyle yürütülen ve Türkiye açısından bir istisna teşkil eden tedarik politikası da üniversitesanayi işbirliğinin tesisi yönünde önemli bir katalizör görevi görebilirdi. Söylenenlere ek olarak, sayıları çok fazla olmasa da, üniversite ile sanayi arasında kolaylaştırıcı görevi görecek bazı üniversite birimlerinin oluşturulduğuna ve aynı işlevi görecek ya da daha ileri düzeyde hizmetler sunabilecek bazı firmaların kurulduğuna da işaret etmek gerekir. Bunlar, ülkemizde, üniversitesanayi işbirliğinin kurulması için uğraş veren, hatta kendilerini buna adayan kadroların var olduğunu da gösteriyor. Ama, görebildiğim kadarıyla, bütün bu çabalara, doğrudan ya da dolaylı olarak sağlanan bunca imkâna rağmen, üniversitesanayi işbirliği dikkati çekecek bir düzeye henüz, ulaşmamıştır. Eğer, bu tespit doğruysa, demek, ortada mutlaka yanıtlanması gereken bir soru var: Niçin ulaşmadı? Ümidim o ki, İzmir’de yapılmakta olan Üniversite Sanayi İşbirliği Merkezleri Platformu (ÜSİMP) 4. Ulusal Kongresi’nde (23 Haziran 2011) bu soruya da net bir yanıt bulunacaktır. Geleceğin mekanik dünyasında özgür irademizi koruyabilecek miyiz? Son iki haftadır gördüklerimizin, hissettiklerimizin, düşündüklerimizin bir yanılsama olabileceğinden söz ettik. Şimdi sıra özgür iradede. Aldığımız kararları, attığımız adımları belirleyen nedir? Özgür irademiz mi, yoksa beynimizdeki spesifik sinir bağlantıları mı? Şimdi felsefeciler ve bilim insanları bunu tartışıyor. Sinir bilimciler, gerçek eylemlerin nörotransmiterler ve sinapslar düzeyinde gerçekleştiğini öne sürerken, felsefeciler ise deterministik bir evrende bile insanların özgür iradeye sahip olduklarına ve davranışlarından sorumlu olduklarına inandıklarını söylüyorlar. H epimiz, kararlarımızı kendi özgür irademizle aldığımızı düşünürüz. Oysa sinir bilim dalındaki gelişmeler, özgür irade dediğimiz kavramın aslında büyük ölçüde bir yanılsama olduğunu ve çıkış noktasının kişiye özel sinir bağlantıları olduğunu gösteriyor. Bu arada tartışmaların felsefi boyutlara taşınmasıyla, felsefeciler de görüşlerini dile getirme şansına kavuştu. Bunların görüşlerine göre özgür irade diye bir kavram var ve insanlar determinizmden* sanılandan daha az etkileniyor. Peki bilim insanları mı, yoksa felsefeciler mi haklı? Felsefecilerin güven veren mesajları insanları ikna etmeye yetecek mi? Yoksa determinizmin tartışma götürmez gerçekliğinin özgür iradeye duyulan inancı öldürmesine ve beraberinde ahlaki sorumluluk ve ceza gibi kavramları da silip süpürmesine seyirci mi kalacağız? Bütün bunların sonunda dünyayı nihilizm, ahlaki çözülme veya anarşi mi bekliyor? Bu, yalnızca ezoterik bir düşünce deneyi değil. Son yıllarda sinir bilimciler, davranışlarımızın bir nedensonuç ilişkisinden kaynaklandığı söylüyor. Başka bir deyişle, davranışlarımızın çıkış noktası spesifik bir beyin yapısı veya özel bir sinir bağlantısı olabilir. Özgür iradenin esamisinin okunmadığı bu yapı içinde, bilinçli ve kasıtlı yapılmış bir eylem yalnızca hayal ürünü veya illüzyon olabilir. Bu açıdan bakıldığında gerçek eylemler nörotransmiterler ve sinapslar düzeyinde gerçekleşir. Dolayısıyla 2500 yılının deterministik dünyasına bazılarının düşündüğünden çok daha yakın olabiliriz. Şu anda pek çoğumuz yaşamımızın kendi kontrolümüzde olduğuna inanıyoruz. Ve de bu durumdan şikâyetçi değiliz. Peki, özgür irademize duyduğumuz inancı yitirirsek ne olur? Son yıllarda bazı psikologlar bunu öğrenmeye çabalıyor. Çalışmalardan birinde Minnesota Üniversitesi’nden Kathleen Vohs ve Santa Barbara’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Jonathan Schooler’ın birlikte yürüttükleri bir deneyde, bir grup denekten Stanley Crick’in The Astonishing Hypothesis isimli kitabından bir alıntıyı okumaları istendi. Kitap, özgür iradenin yalnızca bir illüzyon olduğunu, insanların nöronlardan oluşmuş bir yumak olduğunu savunuyor. Bu pasajı okuyan deneklerde, okumayanlara göre özgür iradeye duydukları inancının daha zayıf olduğu anlaşıldı. Daha sonra kopya çekseler bile fark edilmeyeceklerine inandırılan deneklerden, matematik testi çözmeleri istendi. Özgür iradeye duydukları inançları büyük ölçüde sarsılmış olan deneklerin kopya çekmeye daha meyilli oldukları sap DAVRANIŞLARIN ÇIKIŞ NOKTASI F ZYOLOJ K tandı (Psychological Science, vol 19, p 49). nsanların özgür iradelerine duydukları inancın sarsılması ile ilgili bir diğer çalışmayı da Florida State Üniversitesi’nden Roy Baumeister yürüttü. Baumeister ve ekibi deneye katılanlardan özgür iradeyi güçlendiren veya zayıflatan metinler okumalarını istedi. Bu iki zıt düşünce şu satırlarla dile getiriliyordu: Özgür iradeyi güçlendiren ifade: “Bazen davranışlarımı etkileyen çevresel ve genetik faktörleri kontrol altında tutabiliyorum ve beni etkilemelerine izin vermiyorum” Özgür iradeyi sarsan ifade: “Özgür iradeye duyulan inanç, evrenin bilimsel yasalar tarafından yönetildiği düşüncesine ters düşer.” Daha sonra gönüllülerden bir dizi senaryo çerçevesinde, başka bir insana yardım etmeye ne kadar gönüllü oldukları soruldu. Tahmin ettiğiniz gibi özgür iradeye inancı sarsılmış olan insanlar, diğer gruba göre yardım etmekte daha az istekliydi. Bilim insanları bu insanların ayrıca yabancılara karşı daha saldırgan bir tutum sergilediklerini gözlemledi (Personality and Social Psychology Bulletin, vol 35, p 260). Buradan çıkartılar sonuç şu: Özgür iradeye olan inançlarımızı yitirmek çevremizdeki insanları da olumsuz etkiliyor. Ayrıca bu durum yaşam başarımızı da engelliyor. Vohs ve Baumeister ile birlikte çalışmalar yapan Florida State Üniversitesi’nden Tyler Stillman, özgür iradelerine güvenen insanların iş hayatlarında daha olumlu beklentiler içinde olduğunu ortaya koydu. Bu da yalnızca bir yanılsama olabilir mi? Stillman ve meslektaşlarına göre bu bir yanılsama değil. Bilim ekibi bir deneyde, bir iş yerinde amir pozisyonundaki kişilere emrinde çalıştırdıkları kişilerin çalışmalarını değerlendirmelerini istediği zaman, özgür iradeye inanan kişilerin performansının, diğerlerinden daha yüksek olduğunu keşfetti. Bütün bunlar, hayalimizde canlandırdığımız 2500 yılının deterministik dünyasında yalancı, üçkâğıtçı, şiddete eğilimli, çalışma arzusunu yitirmiş kişilerin çoğunlukta olacağını gösteriyor. Böyle bir dünyada sosyal uyumun olmayacağı da kesindir. Son yapılan araştırmalar, özgür iradenin kökleşmiş ve yerleşik bir duygu olduğu konusunda somut deliller sunuyor. 1998 yılında Uluslararası Sosyal Araştırma Programı çerçevesinde 34 ülkeden 40 bin kişiye, “Kaderimizi kendimiz mi tayin ederiz?” sorusu soruldu. Deneklerin %70’inin yanıtı olumluydu. Ayrıca insanlar yalnızca özgür iradeleri olduğuna inanmakla kalmıyor, bunun yanı sıra kendi iradelerinin diğer BAŞARMA ARZUSU YERLEŞ K VE KÖKLÜ CBT 1263/ 6 3 Haziran 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle