17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nükleer çöplüğün yeni adresi: TOROSLAR Yrd. Doç. Dr. İrfan Mukul, Sinop Üniversitesi, [email protected] Özelliğinden kaybeden doçentlik unvanı Doç.Dr. Haluk Türkdemir, Kimya Bölümü Öğ. Üyesi; [email protected] F ukuşima Daiçi nükleer santralındaki patlamaların nedeninin hidrojen gazı birikimi olduğu bildirildi. Öte yandan 1979’da ABD’de Three Mile Island Adası’nda meydana gelen ve dünyanın en büyük üç nükleer patlamasından biri olan patlamaya da hidrojen gazı birikimi yol açmıştı. Ne var ki ABD’deki patlamanın nedeni deprem değil, soğutma suyundaki arıza idi. Depremin hemen ardından Fukuşima santralının dört reaktörü durduruldu... Sonuçta reaktörler soğutulamadığı için aşırı ısınma tehlike yarattı. Fukuşima ve Three Mile Island kazalarında olduğu gibi şimdilik en büyük nükleer kaza olarak gözüken Çernobil nükleer santralındaki kazanın da önceden öngörülmesi mümkün değildi. Yaşanan üç büyük nükleer kazanın teknoloji ile alakası olmadığı ortada. Ve henüz nükleer santralı bulunmamasına rağmen dünyanın 20 büyük nükleer kazasından birinin de Türkiye’de gerçekleştiğini anımsayalım: 1999 yılında hurda diye satın aldıkları konteynerin içinden radyoaktif madde çıkan aynı aileden 13 kişi yoğun radyasyona maruz kalmıştı. Fukuşima’daki nükleer felaketten sonra dünyanın birçok ülkesinde nükleer santrallarının tartışılmaya başlanması gibi süreçlere Aylar I II III Sıcaklık(Cº) 17,4 16,0 16,1 IV 18,0 D Bununla birlikte bir başka büyük tehlike şudur; ABD senatosu tarafından onaylanan Fransa ile yapılan ikili anlaşma, üçüncü ülkelerde nükleer yakıt zenginleştirmesi tesisi kurulmasını amaçlamaktadır. Öte yandan ABD, Nevada eyaletinde Yucca Dağı’nda çok ciddi bir yatırım yaparak nükleer atıkların saklanacağı tesise şimdiye kadar 11 milyar dolarlık yatırım yapılmıştır. ABD’nin yeni başkanı Obama göreve geldiğinde uzmanların hazırladığı rapor ve senatonun kararıyla o yatırımları nükleer atıkların saklanması için güvenli olmadığı nedeniyle durdurulmuştur. Durdurma kararı üçüncü ülke arayışlarını hızlandırmıştır. Söz konusu ülke de bulunmuştur. Türkiye, nükleer yakıt üreten gelişmiş ülkeVII 28,5 VIII 28,9 IX 27,5 X XI XII 26,0 22,1 20,3 oçentlik, 2547 Sayılı YÖK Yasası’nın 3. maddesi m (3) bendine göre akademik öğretim üyesi unvanları arasındadır. Aynı yasanın 22. Maddesinin a bendine göre öğretim üyelerinin görevlerinin ilk maddesi; “Yükseköğretim kurumlarında ve bu kanundaki amaç ve ilkelere uygun biçimde önlisans, lisans ve lisansüstü düzeylerde eğitim öğretim ve uygulamalı çalışmalar yapmak ve yaptırmak, proje hazırlıklarını ve seminerleri yönetmek” olarak belirtilmektedir. O halde doçent unvanlı bir kişi temelde akademik anlamda bir öğretim üyesi olmalı, lisans ve lisansüstü eğitim süreçlerinde yetkin bir biçimde görev almalı, projeler yapabilmeli, lisansüstü çalışmaları yönlendirmelidir. YÖK Yasası’nda yapılan değişikliklerden sonra doçent olma koşulları ağırlıklı olarak yayın puanına indirgendi; hiç öğretim üyeliği yapmamış, lisans ve lisansüstü derse girmemiş, kendi inisiyatifi ile proje yapmamış, hatta hiçbir akademik kurumda görev yapmamış kişiler de doçent olabilir hale getirildi. Doçentlik bir öğretim üyeliği unvanı olmaktan çıktı, yayın başarısı olan araştırıcılara veya araştırma gruplarında yeterince uzun süre çalışmalara katılarak yayınlara ortak olanlara verilen unvan haline dönüştürüldü. Bu haliyle doçentlik sınavı yapılması anlamını büyük ölçüde yitirdi. Kişinin doçentlik alanında danışılabilir güvenirlik ve yeterlilikte birikim ve deneyime sahip olmaması, yayın puanını yükseltmesine engel olmadığı için, başvuru koşulları arasında da böyle bir birikim/deneyim aranmadığı için, bu özelliklere sahip olmayan adayların doçent yapılması doğal hale getirildi. Öyle ki, aynı yayınlarla yakın bir başka alanda bir veya birkaç doçentlik ünvanı için de başvurmalarının önünde engel yok. V VI 20,7 24,5 Tablo I: 2008 Yılında Mersin linde Aylık Ortalama Deniz Suyu Sıcaklıkları (Kaynak, DM ) karşın, Türkiye’nin Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurma ısrarı nereden kaynaklanıyor? Kapitalist sistem her meta gibi enerjinin de sınırsız üretimine dayanır, çünkü enerjinin kullanımı ile hem üretim hem de tüketim yaratacaktır. Uyandırılan taleplerle enerji tüketiminin sürekli kılınıp sistemin kendini yeniden üretmesi sağlanır. Üretim süreçlerinin bütünlüğünden kopartılan bireyler için sunulan kendini var etme yolu tüketimdir. Birer tüketici olarak kendini var eden, tüketiciliği esnasında sosyal ilişkiler kuran birey kendisine yabancılaşmakta, bireylerin temel gereksinimleri dahi sorgulanamaz olmaktadır. Örneğin Japonya’daki felaketin sorumlusu deprem de tsunami de değil, enerjinin sınırsız üretimine ve tüketimine dayanan kapitalizmin kendisidir. Japonya’nın büyük şehirlerini gereksiz yere aydınlatan reklam panolarını günün 24 saati parlatmak için aşırı enerji üretimine ihtiyaç vardır. Ama aynı Japonya’da yüzde 30’luk bir tasarrufla en az on tane nükleer santral yapılabilir. Bu tür felaketlerden çıkış yolları enerjinin sınırsız tüketiminden değil, insanların gereksinimlerine yönelik enerji politikalarından, başka bir ifadeyle enerjinin değişim değeri olarak değil, kullanım değeri olarak görülmesinden geçer. Akkuyu’ya kurulması düşünülen nükleer reaktörün yanına, nükleer yakıt fabrikası, nükleer zenginleştirme ve nükleer işleme tesislerinin de kurulacak olması, hatta bu tesislerin nükleer santralın bir parçası gibi görünmesi bizleri yanıltmamalı çünkü uluslararası nükleer lobi, Akkuyu nükleer alanını bir nükleer çiftliğe çevirmeyi düşünmektedir. SINIRSIZ TÜKET M ARZUSU CBT 1263/ 19 3 Haziran 2011 lerin bakış açısıyla üçüncü dünya ülkesidir. Dolayısıyla Toros Dağları silsilesi, Akkuyu’da kurulacak nükleer çiftliğe yakınlığı nedeniyle nükleer yakıt atıklarının en iyi saklanabileceği yer olarak görülmektedir (ABD’nin Nevada eyaletindeki Yucca Dağı’ndaki iptal edilen sistem Toros Dağlarına taşınacak). Anadolu’nun güneyinde yer alan Akkuyu’nun bağlı olduğu Mersin ilinin deniz suyunun yıl içindeki sıcaklıklarına bakıldığında (Tablo: I) deniz suyu sıcaklıklarının nükleer santralın soğutma sistemini, yüksek deniz suyu sıcaklığı nedeniyle soğutacak nitelikte olmadığı görülür. Sıcak deniz suyunun soğutulması için gerekli tesisin kurulması, santrale büyük bir ek maliyet getirecektir. Bu durumda Akkuyu’nun seçilmesinin başka nedenleri olmalı. Bugün siyasi iktidarın Akkuyu’da nükleer santral tesisi kurmak istemesinin ve bu yöndeki ısrarlarının nedeninin, uluslararası nükleer lobilerin yaptıkları çalışmalar ve yönlendirmeler olduğu söylenebilir. Oysa nükleer santrallardan elde edilecek enerjinin dört beş katı kadar enerjinin basit bir yatırımla elde edilebililir. Örneğin TEDAŞ rakamlarına gör, elektrikte kayıp, kaçak miktarları Türkiye’de yüzde 15’ler civarında. Bu oran AB ve OECD ülkeleri ortalamalarına çekildiğinde elde edilecek yüzde 78’lik tasarruf, nükleer enerjiden sağlanacak elektrik kapasitenin çok üzerinde olacaktır. Sonuç olarak yapılması gereken oldukça basit. Başta güneş enerjisi teknolojileri olmak üzere tüm yenilenebilir enerji kaynaklarını ve teknolojilerini, kapitalistlerin esasen fosil kaynaklara ve nükleer fisyon teknolojisine dayanan tercihlerine itibar etmeden devreye sokmak olacak. Yardımcı doçentlik unvanı, öğretim üyeliği unvanları arasında belirli periyotlarla yenilenmesi gereken bir atanma sürecini öngörürken doçentlik kadroları sürekli atama kadroları niteliğinde olduğu için bu akademik unvanın Amerika ve pek çok Batılı ülkedeki “emeritusluk” karşılığına geldiği düşünülebilir. Ancak atanma kriterleri açısından emeritusluk ile hiç ilgisi bulunmuyor. Doçentliğe yükseltilmedeki mevcut uygulamalar sonucu, doçenti olmayan bir bölümde bu unvana sahip olmasına izin verilen araştırma görevlilerinin yardımcı doçent veya öğretim görevlisinin ders ve uygulamalarında yardımcı olarak görev alması ya da bölüm başkanı olma talebi gibi garabetlere yol açabilmektedir. Doçentliği belirli bir araştırma performansı sonrası özlük hakkı haline getiren mevcut uygulama, yeni kurulan veya akademik kadrosunu geliştirmek isteyen kurumları da kendi yağlarıyla kavrulmaya mahkum hale getirmekte, kurumlar arasında öğretim üyesi sirkülasyonunu da engellemektedir. Özellikle gelişmiş üniversitelerimizin pek çok bölümünde piramit yapısında olması öngörülen akademik unvan dağılımının ters piramite dönüşmesi bu sürecin sonucudur. YÖK’ün doçentlik sınavlarının uygulanışı konusunda bir düzenleme arayışı içerisinde olduğu biliniyor. Bu sınavı nasıl yapılması gerektiği sorusundan önce, başvuru koşullarının ele alınarak bu unvana, yasayla tanımlanan “öğretim üyesi” olma zorunluluğu ve niteliğinin tekrar kazandırılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Başvuru koşullarının, Seneca’nın “Docendo Discumus” (öğretirken öğrenilir) sözünün de hatırda tutularak, doçentlik unvanı öncesinde öğretim görevlisi veya yardımcı doçent unvanı ile en az beş, hatta 78 yıl üniversitelerde ilgili alanda lisans ve lisansüstü eğitim içerisinde yer almış olmalı, Doktorasından sonra, yürütücüsü olduğu en az bir ulusal veya uluslararası araştırma veya lisansüstü çalışma projesi almış, bu projenin bilimsel sonuçlarını uluslararası yayın indekslerine giren dergilerde yayımlamış olmalı, Doçent adaylarının üniversite veya eşdeğeri, lisans ve/veya lisansüstü eğitim veren bir kurumda halen çalışıyor olmalı adayların başvurduğu alanda, tamamen doktora çalışmalarının dışındaki araştırma ve çalışmalarla yeterli yayın puanına ulaşmış olmalı, yayın puanı ya da kişinin yayın performansı değerlendirmesinde yurtdışında bulunduğu/çalıştığı kurumların olanakları göz önüne alınmalı. Doktora sonrası eğitim süreçlerinde görev almaya başlayan akademisyenin üstlendiği dersleri en yararlı olacak şekilde vermeye çalışması yerine, tamamen yayın sayısını arttırmaya yönelmesi, bir yandan yayın kalitesini olumsuz etkiliyor, lisans ve lisansüstü eğitimin de nitelik kaybına uğramasına yol açmaktadır. Ayrıca, doçentlik sınavları • Eğitimöğretim dönemlerinin içinde değil, başında yılda iki kez yapılmalı. Eğitim dönemlerinin ortasında yapılan jüri toplantıları eğitimöğretim programlarında aksatıyor, jürilerde yer almada isteksizliğe yol açıyor. • Sınav jürilerinde görev alması beklenen öğretim üyelerinin giderleri hatta verecekleri emekler maddi açıdan desteklenmeli. • Jürilerde görev alacak öğretim üyeleri o konuda kuşkuya yer bırakmayacak şekilde en üst düzey akademik performansa sahip olanlar arasından belirlenmeli.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle