17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“Harvard usulü dipnotu” ayıbı Nazım Güvenç, [email protected] D oğrudan edebiyat eserlerinde söz konusu olmaz çünkü gerekmez ama edebi eleştiriler de dahil olmak üzere bilimsel yazı ve kitaplarda vazgeçilmez bir görevdir kaynak göstermek. Yazar, verdiği bir bilgiyi, yaptığı bir alıntıyı nereden aldığını açık bir şekilde okuru bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu hem etik bir ödevdir hem de bilimsel bir kural. Çoğunlukla bu, “dipnotu” şeklinde yerine getirilir. “Sıkıntı” burada başlar! Bir kere, bazı yazarlar / yazıcılar (aralarında ne yazık ki “öğretim üyesi” olmuşlar da var!) dipnotu vermenin metni / sayfayı “ağırlaştırdığı”, okumayı zorlaştıracağı, okuru ürküteceği kanısındadır. O nedenle, hele akademik olmayan yapıtlarda kaynak gösterme işini ya tümden kaldırırlar ya da yasak savma türünden bir çözümü yeğlerler. Kimi çok çok kitabın sonuna topluca bir “yararlanılan kaynaklar” listesi ekler, kimi de metnin içinde ayraç arasında yazarın adını, kitabın adını anar, sayfayı belirtir, geçer. Kaynak göstermenin yeri, yordamı üstüne uzun, upuzun bir yazı yazılabilir. Fakat benim bu yazıda özellikle dikkati çekmek istediğim husus bundan ziyade, kaynak göstermeyi gerekli bir görev olarak yerine getirenlerin bunu yaparken uydukları ve adına “Harvard Referans Sistemi” denen bir uygulamadır. Kaynak göstermek ve bunu olabildiğince ayrıntılı olarak yapmak şahsen tüm kitaplarımda özenle uyduğum bir tutum. Gereğini hiç tartışmam bile. “Harvard usulü” kaynak göstermeye itirazım: metnin / sayfanın akıcılığını bir alay dipnotla bozmamak adına gönderme yapılan yazar ve yapıtını fiilen çok saygısız ve çok çirkin bir biçimde dipnotta “bir ad, bir yıl”a indirgemesidir! Sanki emek verilmiş, iyi / kötü bir eseri anmayı bir nesne imal etmekte kullanılan malzemelerin, diyelim bir ilacı üretirken kullanılan unsurların kodlarını belirtir gibi olmasınadır! Bu usule çok somut bir örnek vereceğim. Tam da şu sıralar okuduğum bir kitapta bu usulü görünce hem midem kalktı hem de isyanımı yazıya dökmek, kayıtlara geçirmek artık vacip oldu! Uzun zamandır tasarlıyordum, bu son örnek bardağı taşıran damla işlevi gördü kısacası. P Kitap “Piyasa” başlığını taşıyor. Yazarı: John O’Neill. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkmış (2001). Özgün adı “The Market” ve 1998’de Londra’da yayımlanmış. Ne demek istediğim en somut ve aslına sadık bir şekilde sergilensin diye kitabın “Hasımlara kısmi övgü” başlığını taşıyan ilk bölümünün dipnotlarını, yazarın gönderme yaptığı yazar ve eserlerini nasıl andığını örnekleriyle aktaracağım. Buyurun: “[…] 4. “Piyasa”nın çok çeşitli türleri ve anlamları konusunda kusursuz bir tartışma için bkz. Sayer 1995, 4. Bölüm. “5. Bu konularda yararlı tartışmalar için bkz. Sayer 1995 ve Hodgson 1988. “6. Mauss 1954 özellikle etkilidir. Modern toplumda piyasaya karşı hediyenin olası rolünün HARVARD REFERANS S ST EM tartışmasında Titmus 1970 ve Hagstrom 1965 özel bir önem taşır. Hediye ekonomilerinin farklı biçimleri konusunda bkz. Polanyi’nin çalışması. Kendisi Polanyi’den hayli etkilenmiştir (Polanyi 1957a ve 1957b). […] “9. Bkz. Polanyi 1957c. “10. Bu konudaki görüşüm Meikle’ın Meikle 1995’te yaptığı tartışmaya çok şey borçludur. “11. Bkz. Sugden, 1981, s. 10. 12. Marx 1973, s. 487488. […] “14. O’Neill 1994a’da bu argüman çizgisini eleştiriyorum. “15. Friedman 1979 bu açıdan özel bir önem taşır. […] “17. Avusturya geleneğiyle Aristocu özcülük arasındaki ilişki konusunda bkz. B. Smith 1986 ve 1990. Avusturya ekonomisi okulunun özcü bir yorumu için bkz. Mäki 1990a ve 1990b. […] “19. Hindess 1987, bölüm 9.” Ne demek istediğim bu özgün örneklerle sanırım daha iyi anlaşılmıştır. Kaynak göstermek, “Harvard usulü” icat edilmeden önce de vardı, bugün de var. Harvard’ın özde getirdiği hiçbir yenilik veya katkı yoktur. Tamamen biçimseldir. Ne var ki bu biçim güya gönderme yapılan kaynağa gitmekte hız ve kolaylık, pratiklik adına mastır veya doktora tezini okumakla görevli hocanın belki b (belki) “denetleme” işini bir nebze kolaylaştırmakta / hızlandırmakta ise de akademi dünyası dışında uygulanması çok zararlı yan etkilere yol açacak bir özellik taşımaktadır. Yukarıdaki alıntı örneklerinde de görüldüğü üzere, yazarın yapıtı adeta şifrelenmekte, basit bir sayısal koda indirgenmektedir. Bunun çirkinliği ve yazara, eserine yapılan bir kabalık olmanın ötesinde pedagojik sakıncası da vardır: Örnekteki “Hindess 1987” veya “Friedman 1979” kodları sayfa altında dipnotta okurun belleğinde işe yarar bir iz bırakmaz. Düşünün dipnotunda, yukarıda gördünüz, “Marx 1973, s. 487488” yazılmış. Marx’ın hangi kitabı belli değil. Bu dipnotunun verildiği sayfada (s. 19) Marx’tan 7 satırlık uzunca bir alıntı yapılmış. Alıntıyı sunarken de yazar aynen şu ifadeyi kullanmış: “Marx şöyle yazar:” Ondan sonra alıntı yapmış. Dipnotunu da aynen aktardığımız şekilde vermiş! Buyurun, ne anladınız bundan, söyleyin. Bir kere, 1973 yılı [Karl] Marx için anlamlı bir gönderme değil. Üstelik Marx’ın ekonomi üstüne bir tek kitabı yok, birçok kitabı var. Ve 1973’de yeni baskıları yapılmış bir alay kitabı olabilir. Hangisine gönderme yapılıyor belli değil! Anca en arkadaki listede bir sürü adı M harfiyle başlayan yazar arasında “Marx K.” girişini bulacaksınız, sonra onların arasında yılına göre dizilmiş 8 farklı giriş arasından 1973 yılını seçeceksiniz ve anca o zaman alıntının yapıldığı kaynağın “Grundrisse” olduğu bilgisine ereceksiniz! Üstelik de kitabın tam adı da bu değil. Tam adı: “Grundrisse der Kritik der politischen ökonomie”[Ekonomi Politik Eleştirisi Taslağı]! Kaynak göstermede bunun neresi bilimsel! Ayıptır ayıp! Yazara ayıp, okura ayıp! Ve bu sadece John O’Neil’in hatası / ayıbı değil. Harvard Referans Sistemi’nin kendisi bu ayıbın baş nedeni. O’Neil sisteme uymuş sadece... TÜ’deki Bilim ve Mühendislik Etiği Paneli’nin ardından Prof. Dr. Turan Öztürk (İTÜ) stanbul Teknik Üniversitesi ve Elektrik Mühendisleri Odası stanbul Şubesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Bilim ve Mühendislik Etiği” paneli günümüz şartlarında geniş diyebileceğimiz konuşmacı ve dinleyici katılımıyla 13 Nisan 2011 tarihinde gerçekleştirildi. Panele, konuşmacılardan stanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hasan Yazıcı’nın önerisi ile çok anlamlı bir alt başlık verilmişti: “Hangi Etikle Bilim Etiği”. Panelin afişinde de Tayfun Akgül’ün çizdiği “akademik bir ip cambazı” deseni yer almaktaydı. ki ayrı oturumda gerçekleştirilen panelin ilk konuşmacılarından Prof. Dr. Ayşe Erzan “Bilimde ve Teknolojide Güveni Kötüye Kullanma ve Haksız Rekabet” başlığı ile yaptığı sunumda, etiğin ne anlama geldiğini ve önemini tartışarak aşırmaların birçoğunun “kimseye zararı yok” mantığı ile yapıldığına değindi. Olanakların yetersizliği gibi söylemlerle oluşturulan mağduriyet edebiyatı ile aşırmanın masum gösterilmeye çalışıldığından bahsetti. Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Gürol Irzık “Bilimin Etosu, şlevi ve Karşısındaki Tehlikeler” başlıklı konuşmasında, bilim etiğinin kısa bir özgeçmişini ele alarak geçirdiği evreleri anlattı ve ulaşılan son noktadaki olası tehlikeli durumları sıraladı. Prof. Dr. Hasan Yazıcı “Tıp Araştırmalarında Etik: Güncel Sorunlar” ile tıptaki etik sorunlara değindi. Tıp alanındaki pek çok saygın bilimsel dergilerden örnekler sunarak kullanılagelen bazı alışılmış yöntemlerle sonuçların nasıl değişebildiğini gösterdi. kinci oturumun ilk konuşmacısı, Elektrik Mühendisleri Odası’ndan Elektrik Yük. Müh. Orhan Örücü “Mühendis ve Etik” başlılı konuşmasıyla mühendislik alanındaki etik sorunlara değindi. Çernobil radyasyon faciasından sonra Türkiye’de yaşanan ve bugün özellikle sağlık alanında hâlâ etkileri görülen süreci hatırlatması, o günleri yaşamayan öğrencilere trajikomik olayları ve yetkililerin açıklamalarını göstermesi ilginçti. O günlerde sürekli yok sayılmaya çalışılan radyasyonun gerçek oranlarını (%3 değil %65) cesaretle açıklayan ve bugün artık aramızda olmayan ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Olcay Birgül tekrar anıldı. TÜ öğretim görevlisi Turgut Uyar “Bilişim Teknolojileri ve Etik Tartışmaları” ile günümüzün hemen hemen en yeni alanındaki etik sorunlardan bahsetti. Tartışmaların en ilginç alanlarından biri olarak, öyle gözüküyor ki bilişimetik tartışmaları başlı başına ayrı bir panel konusu olabilecek yoğunlukta. TÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Atilla Bir bizleri yıllar öncesine götürerek Osmanlı Mühendishane Başhocası Mastariyeci Hüseyin Efendi’nin, antikçağdan beri çözülemeyen bir açının üç eşit parçaya bölünmesi problemini, Hüseyin Efendi’nin nasıl çöz(emediğini)düğünü ve bunu dönemin padişahı Sultan II. Mahmut’a onaylattırmalarını zevk içinde dinletti. Son konuşmacı, panelin düzenlenmesine öncülük eden ve büyük emek harcayan Prof. Dr. Tayfun Akgül idi. Tayfun Hoca “Akademik Üçkâğıtçılıklara Uç Örnekler” başlıklı konuşmasını, iğneleyici ve bir o kadar keyif verici karikatürleri ile süsledi. Sanırım konuşmasının en ilginç noktasını, bugün YGS’nin başında olan ve “şifreleme skandalı” ile başı dertte olan Prof. Dr. Ali Demir ile arasında geçen ilginç yazışmaları sunmasıydı. Öyle gözüküyor ki, Sayın Ali Demir TÜ’de Fen Bilimleri Enstitüsü müdürüyken de karikatürlere konu olabilecek yönetsel hataları ile dikkatleri üzerine toplamış. Panel ile ilgili ilginç bir ayrıntıdan söz etmek isterim. Panelde TÜ Etik Kurulu’ndan bir öğretim üyesi de dinleyiciler arasındaydı. Kendisine, bugünlerde etikle ilgili bir problem olup olmadığını sorduğumda bir şey olmadığını söylemesi çok ilgimi çekti. Bence önünde bir yığın dosya olması gerekirdi. Sanırım bir panel de “ TÜ Etik Kurulu Etiği” başlığı ile yapılabilir. HANG MARKS SOMUT ÖRNEK CBT 1259/ 18 6 Mayıs 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle