Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bilim Adamı ve Aydın Sorumluluğu 1 Toplumsal değişim dönemlerinde, söz konusu değişim sürecini ilgilendiren kavramların anlamları bulanıklaşır. Öyle ki çıkarları birbirine ters düşen toplumsal sınıflardan, grup ve çevrelerden her biri onlara kendilerince bir anlam yüklerler. Halil İbrahim Işık (Emekli Felsefe Öğretmeni) Toplumsal değişimler başlıca üç türde olabilir. 1. Toplumsal evrimin doğası gereği olan ve insanların çoğu kez farkına varmaksızın yaşadıkları evrimsel değişim. 2. Toplum için gerekli ve zorunlu olduğu halde, var olan üretim ilişkilerinden çıkar sağlayanların direnmeleri nedeniyle gerçekleşmeyen değişim ve yenileşmelerin, birtakım toplum önderleri ya da kurumların, sınıfların çabalarıyla verilen bir toplumsal savaşımla oluşturulduğu devrimsel değişim. 3 Yapılmış bir devrimin getirdiği yeni üretim ilişkilerine karşı direnen, bir önceki dönemin çıkar gruplarının çabalarıyla oluşan, “geriye dönüş” biçimindeki karşı devrimsel değişimler. XVII. yüzyıldan sonra aşama aşama, feodal düzenden sanayi toplumuna geçiş, üretim ilişkilerinin doğal evrimine bağlı, devrimsel bir değişim olarak görülebilir. Osmanlı Devleti’nin, fetih gücünü yitirdikten sonra halkını kendi yalnızlığı içinde bir yana iterek hem toplumsal evrimin, hem de her türlü devrimin ve yenileşmenin önünü kesmiş olan buyurgan yapısına karşı Cumhuriyet devrimleriyle gerçekleştirilen yenileşmeler, bizler için devrimsel değişimin yaşanmış en somut örnekleridir. Bir de, “Ah, neydi o Osmanlı’’ söylemleri ile Cumhuriyet öncesi ya da Cumhuriyet devriminin “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” ilkesine ters düşen üretim ilişkilerine bağlı oldukları için hep Cumhuriyet’le, onun getirdiği kazanımlarla hesaplaşan karşı devrimcilerin bizlere yaşattıkları geriye dönüş süreçleri var: şte Köy Enstitülerini kapatanlar; işte tüm toplumun ortak çıkarlarını gözeten ekonomi yerine ‘her mahallede bir milyoner yaratma’ sevdasıyla birtakım kişilerin yükselişi uğruna halk çoğunluğunu yoksullaştıranlar. Giderek hem ülkemiz, hem de tüm dünya, yoğun sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların çözümünden öncelikle ülkeleri yönetenler sorumluymuş gibi görünse de her ülkenin ve genelde de tüm dünyadaki “aydınların” sorumluluğu onlarınkinden Sokrates (İ.Ö. 470399) belki de kat kat fazladır. Diyalektik düşünce’nin öncüsü bir Herakleitos olmasaydı, gençleri çok seven, onları sürekli aydınlatıp “en büyük erdemin bilgi olduğunu”, başka bir anlatımla, “en gerçek aydınlatıcının bilim olduğunu” öğreten bir Sokrates olmasaydı, aynı biçimde, doğruya ancak tartışa tartışa varılabileceğini öğreten bir Platon olmasaydı, bir “Eski Yunan mucizesi”nden söz edilebilir miydi? Şimdi, üstünde her zaman tartışılan “aydın” kavramını bilimselfelsefi bir çözümlemeyle aydınlatmaya çalışalım: “Aydın”, Avrupa’da o güzelim XVII. ve XVIII. yüzyıllarda yaşanan “Aydınlıklar Çağı”nın ortaya çıkardığı bir kavram. Toplumsal düzlemde, feodal düzene sarsılmaz bir temel oluşturmuş olan Kilise’nin ‘Kutsal Devlet’i, yerini yolunu araştırma, bilme ve yeni buluşlarla açacak olan, kentsoyluların (burjuvazinin) örgütlediği ulusdevletlere bıraktı. Sanayi devrimiyle doğan bu ‘yeni insan’lar (kent soylular), Ortaçağ Hırıstiyan bağnazlığının dünyayı karartmasına, hiçbir yenileşmeye izin vermeyen korkunç zorbalığına (bu istem derebeylerinden geliyordu) karşı ‘aydınlanmayı’, bilginin ışığını savunuyordu. Haklarını yememek için belirtmeliyim: Aydınlıklar Çağı’nın öncesinde de daha lkçağ’da, gelmiş geçmiş insanların en aydını, en bilgesi büyük Sokrates yaşadı: “En büyük erdem bilgidir. Bilgiye ‘sahip olmak’ ya da ‘sahip olduğunu sanmak’ değil, onu elde etmeye çalışmak, araştırmak’tır bilgelik! Onun öğrencisi Platon var bir de: “Bir insanın sahip olabileceği en yüce değer bilgidir; bilen insan yanılmaz; her türlü yanılgının ve yanlış davranışın kaynağı bilgisizliktir. şte bu nedenle de toplumu en bilgili kişiler (filozoflar) yönetmelidir! Ancak onların “bilgi” ve “araştırma” kavramlarına verdikleri anlam henüz bizim bilimsel anlayışımızdan çok uzak olup, kendi çağlarına Galileo Galilei (15641642) toplumsal ve sınıfsal konumlarına bağlı, henüz nesnel bir açıklık kazanmamış, bulanık bir çerçevededir. AYDIN KAVRAMINA ÇÖZÜMLEME Otoriter ailelerde yetişen çocuklar daha depresif! Çocuk yetiştirmede en önemli sorun, disiplin kurma ve özgür bırakma arasındaki hassas dengeyi yakalamaktır. Otoriter ebeveynlerin yetiştirdiği çocuklar, akademik açıdan başarılı olsalar dahi, depresif bir yapıya sahip olabiliyorlar. CBT 1259 / 14 6 Mayıs 2011 G eçen yılın sonlarına doğru Yale Üniversitesi’nden hukuk profesörü Amy Chua’nın kaleme aldığı “Battle Hymn of the Tiger Mother” isimli kitabın piyasaya çıkmasıyla birlikte çocuk yetiştirme konusundaki tartışmalar yeniden alevlendi. Chua, ruh ve beden sağlığı yerinde çocuk yetiştirmenin sırrının çocuğu pek çok yönden kontrol altında tutmak olduğunu öne sürüyordu. Peki bilim bu konuda ne diyor? Tennessee Üniversitesi’nden psikolog Brian K. Barber “Aralarında Çin’in de bulunduğu pek çok kültürde, sıkı disiplinin ve müdahaleci davranışların doğru olduğuna ilişkin herhangi bir kanıta rastlamadım” diye konuşuyor. Barber ve ekibi, farklı ülkelerde çocuklara yönelik psikolojik kontrolün uygulanış şekillerine ilişkin bilgi edinmek için aralarında Kosta Rika, Tayland, Güney Afrika’nın da bulunduğu beş farklı kültürden gelen ergenlik çağındaki 120 çocuk ile görüştüler. Daha sonra 2.100 çocuğu incelediler. Araştırmanın sonuçları Journal of Adolescence isimli dergide yayımlandı. Bu sonuçlara göre Chua’nın kitabında tanımladığı bazı davranışlar –çocukları aşağılamak, duygularını önemsememek, özel yaşamlarına saygı göstermemek gibi ile depresyon ve antisosyal davranışlar arasında bir yakın bir korelasyon bulunuyor. Araştırmanın bul gular önceki sonuçlar ile örtüşüyor. Barber, “zorlayıcı otoriter” aile –aşırı zorlayıcı ile “inandırıcı ve güvenilir otoriter” aile arasında kesin bir sınır çiziyor. nandırıcı ve güvenilir otoriter ailelerde sertliğin yanı sıra, şefkat ve kendi yolunu çizme yönünde cesaretlendirme gibi yaklaşımlar da söz konusu. Amerikalı 20 bin lise öğrencisinin katılımı ile gerçekleştirilen daha önceki bir çalışmada Temple Üniversitesi’nden Laurence Steinberg ve ekibi, hoşgörülü ve güvenilir ailelerde yetişen çocukların psikolojik açıdan sağlıklı olduğunu, oysa zorlayıcı otoriter davranışlara maruz kalan çocukların daha depresif ve endişeli bir yapıya sahip olduklarını ortaya çıkartmıştı. lginç olan bu iki farklı ortamda yetişen çocukların okullarında başarılı olmaları. Bu da aşırı zorlayıcı bir yetiştirme tarzının gerekli olmadığını gösteriyor. Kaynak: http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=tameyourinnertiger