Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
•KÜLTÜR• DOĞAN KUBAN ES SUAL’U NISFUL LM Soru sormayı ne zaman öğreneceğiz? On yıl önce Aya İrini’de Berlin Filarmoni Orkestrası Berlioz’un fantastik senfonisini çalmıştı. Dinleyenler klasik Batı müziğini izleyecek nitelikte uygar olduklarına inandığım İstanbullu Türklerdi. Sonra bu konserin filmini aldım. Ara sıra dinlerim. Hector Berlioz (18031869) III. Selim’le Abdülaziz’in saltanatları arasında yaşamış. O sırada %90’ı köyde yaşayan halk bir yana, İstanbul’da yaşayan Osmanlı aydınları bile olasılıkla adını işitmemişlerdi. Avrupa’ya gidenler, azınlıklar ve sultan çevresi dışında Berlioz’u dinleyen olmamıştır. leri hangi etkinlik alanlarında oluyor? Bu ilişkilerin yaşamsal önemi var mı? Aya rini’de konser dinleyenler Türkiye’de neyi temsil ediyorlar? Bu soruların neredeyse sonsuz sayıda oluşu insanı korkutuyor! Kuşkusuz dünyanın her yerinde bu çelişkiler var. Farklılaştığını değil, sadece dışlandığını hissedenler de ülkelerinden kaçmak istiyorlar. Biz korku göçünü, umut göçünü, aydın göçünü, işsiz göçünü biliyoruz. Bunlar hep gelişmemiş, fakir ülkelerden kaçışlar. Hitler döneminde, komünist rejimlerde entelektüel göçlerini de gördük. Sorun sadece kaçış değil. Çağımızda insanlar kendi içlerine de kapanıyorlar. Entelektüel bataklığın, çağa uyumsuzluğun, cehaletin oraya buraya savurduğu insanlar çoğaldı. Türkiye’de sanat alanı birkaç büyük kentle sınırlı. Devletin kurumlarında koca toplumun boyutlarıyla orantılı insan yetişmiyor. Musiki üniversitelerde bir sığıntı gibi; ne devlet istiyor, ne de toplum. Birkaç özel çaba olmasa Türkiye çöle dönecek. Türk klasik müziği, caz müziği eğlence yaşamı ile birlikte yaşıyor. Onları kör topal yaşatan halk. Çin elli milyon piyano öğrencisini yetiştiriyor çağdaş uygarlık düzeyine erişmek için. Klasik musikinin, resmin, heykelin gelişmemesi ile eğitim düzeyinin okuma yazma görevini bile yapamaması, Türk bilim yaşamının kağnı hızıyla seyretmesinin ortak bir yanı var olmalı. Bu 3. Ahmet çağına kadar uzanıyor olamaz mı? Şu soru sorulabilir: Yüz bin cami yaptıran bir toplum dünya çapında bir bilim kurumu geliştirmemişse; yüz bin cami yaptıran bir toplum uç teknolojilere henüz el atmamış, ve inşaat sanayisi ile yetindiği halde hâlâ metro ya da büyük asma köprü yapamıyorsa; yüz bin cami yaptıran bir toplum dünya çapında bir slam tarihçisi yetiştiremiyorsa, dünyada bilimsel araştırma sıralamasında çok gerilerden geliyorsa, her şey yetenekli ve olanaklı vatandaşların kişisel çabalarına bırakılmışsa ve bu politikanın yanında Türkiye’nin küçük Amerika olması önerisi de yaşamaya devam ediyorsa burada sorulacak sorular hâlâ belirgin hale gelmedi mi? stanbul’da devletin ya da büyük belediyelerin açtığı bir çağdaş sanat müzesi olmaması, fakir ve çirkin yapılaşmış mahallelerin göbeğinde dev AVM’lerin varlığı, devletin yıllık gelirinin yarısının dış borç ödemeye gitmesi, Temiz enerji üretimini programlayamamak, depreme karşı örgütlenememek gibi olgularla klasik musiki öğretimi arasında bir ilişki söz konusu mudur? Burada bir terslik var. 21. yüzyılın ne kadar yakınındayız? Sevgili okuyucular, Konya Karatay Medresesi’nin (1251 tarihli) kapısında bir hadis kufi yazılı süsleme içinde saklıdır: “Sormasını bilmek bilimin yarısıdır.”; Arapçası ‘Es sual’u nısfulilm’dir. Bu toplum ne zaman soru soracak kadar uygar olacak? SAVRULAN NSANLAR DÖNEM F akat 1869’dan yüz kırk yıl sonra yetmiş beş milyonluk Türk toplumunun ne kadarının Berlioz’u dinleyebileceğini düşündüm. Dinleseydi ne olurdu diye de düşündüm. Musiki bağlamında Türk toplumunu Fransa ya da Batı ile karşılaştırmanın anlamsız bir uğraş olduğuna karar verdim. Ulusal gelirin nasıl dağıldığını bilmeyen ve merak etmeyen bir toplumun klasik Batı musikisi izleyiciliğini sorgulamak doğru değil. Toplum kültürünün bir bütün oluşturduğu, her şeyin birbiriyle ilişkili olduğu doğrultusunda bir inancım var. Bu konuda ünlü Amerikan biyoloğu ve yazarı Edward O. Wilson’ın ‘Consilience’ kavramını da on yıldır biliyorum. (E.O.W, Consilience, The Unity of Knowledge, Vintage Books, April, 1999) Bu terim bütün bilimlerin entelektüel birliği anlamına geliyor. Ben de bu düşünceye paralel olarak, Türkiye’deki sayısız olumsuzluğun cehaletin yaygınlığından kaynaklandığını düşünüyorum. Geçen gün bir gazete haberinde Avrupa Birliği’nin eğitimle ilgili raporunda Türkiye’nin en geride olduğunu okudum. Canınızın sıkılmasını istemiyorsanız Türkiye’yi Mısır’la karşılaştırıp sevinebilirsiniz. Allah bilir, Mısırda bu istatistikler yoktur. Üniversiteden sonra geçen altmış iki yılda musiki ve toplum üzerindeki gözlemlerimi anımsayarak ne toplumun ne politikacıların ne de üniversite hocalarının Berlioz’la fazla bir alışverişleri olmadığına karar verdim. O zaman toplumun ortalama yaşamında, Berlioz’un, Ravel’in, Debussy’nin, Mahler, ya da Stravinsky’nin bir yeri yoksa, operanın da zoraki bir yeri varsa, Avrupa uygarlığını tanımlayan hangi özelliklerin bizim toplumda varlığını araştırmak anlamsız olmuyor mu? Gerçi Osmanlı döneminden kalan bir tiyatro merakımız var. stanbullu sanatçıların kinci Dünya Savaşı’ndan önce Denizli’ye gelip Hamlet oynadıklarını hatırlıyorum. Fakat bu oyunlar, sanatçıların bütün iyi niyetli çabalarına karşın, biraz orta oyununa dönüşmüş versiyonlardı. Savaş içinde ve hemen sonra üniversitede arkadaşların okudukları kitapları düşündüm. Genelde dil de bilmedikleri için, meraklı olanlar (birkaç kişi) çeviri olmadıkça Sartre, Camus, Joyce, H. Hesse gibi yazarları da okuyamazlardı. Okuma yazma bilmeyenler, yani o sırada toplumun yüzde sekseni zaten herhangi bir kategoriye katamazdı. SAYILAR BÜYÜK ORANLAR AYNI Resim ve heykel alanı da öyleydi. Sanatçılar stanbul’da, biraz da Ankara’da küçük gruplar oluşturuyordu. Etkileşim kendi aralarında olurdu. Şimdi doğal olarak sanat müşterisi çoğaldı, hatta kenarda köşede peyzaj resimleri satan dükkânlar bile var. Bu resimleri kentlileşen köylülerin duvarlarına bir sınıf atlama belgesi olarak asıyor olabilirler. O da iyi. Sokaklara yığın halinde doldurulan çiçekler gibi. Ona da razıyım. Fakat Berlioz’u dinleyen Türklerin oransal olarak arttığını sanmıyorum. Burada anlama, yorumlama aşamalarından zaten söz etmiyorum. Kanımca halk Berlioz’u anlayarak değil, sempati ile dinleyecek bilgiye bile sahip değil. Klasik musiki Erzurum, ya da Yozgat’ta ya da Siirt’te aranacak bir şey değil. Olmasa ne olur? Bir şey olmaz. Şimdiki Türkiye olur. Musikiyi bırakıp başka alanlara geçince de, sayısal olarak, iç açıcı gelişmeler yok. Sayılar büyük, oranlar aynı. Çağdaş sanatta, felsefede, edebiyatda, bilimde öyle, hatta okuma yazmada. 1789’da Paris’te %90 erkek, %80 kadın okuma yazma biliyormuş. Şimdi stanbul’da nasıl? Toplumu yanıltan temel sorun otomobilli, telefonlu, televizyonlu, apartmanlı, buz dolaplı, elektrik süpürgeli olmak. Bu, eski hikâyedeki ‘vezir olduk, ama adam olamadık’ deyimine uygun düşüyor. Halk çağdaş televizyon karşısında Libya savaşını seyreder, fakat Libya’yı Amerika’da sanabilir. Köylü çocuk araba markalarını sayabilir. Cep telefonu ister. Ama Çanakkale’yi Kars’ta sanabilir. Bu cehalet genelleşerek, temelin altından gelen rutubet gibi, üniversiteye de sıçrıyor. Sadece öğrenci düzeyinde değil. Profesör düzeyinde de. Avrupa Birliği raporu bundan da söz ediyor. Yani cehalet üniversitenin allahlık sınavlarından üniversiteye de sıçradı. Belki de artık Berlioz ya da Joyce’un ya da evrensel bir yazın kültürünün farkında olmakla genel cahillik arasında ilişkilerin doğası üzerinde düşünmek gereken bir çağa geldik. Bunun gelecekle ilişkisi de irdelenebilir. Ormanı kesip yok eden, kerpiç evden çıkıp gökdelende oturduğu için tarihi çevresini de yok etmiş bir toplumda yaşıyoruz. Ankara’yı dünyanın en çirkin başkenti yaptık. Acaba 18. yüzyılda resim yapamadığımızı düşünürsek, bu olgular arasında nedensellik ilişkileri üzerinde durma zamanı gelmedi mi? Bu toplumda yaşayan fakat Berlioz’u dinleyenler var. O nasıl yetişiyor? Toplumun musikiden habersiz üyeleriyle ilişki Bilim Merkezi Yaz Bilim Okulu başlıyor Bilim Merkezi’nde 713 yaş arası çocuklara yönelik düzenlenen Yaz Bilim Okulu programı 20 Haziran2 Eylül 2011 tarihleri arasında gerçekleşecek. Haftalık ya da iki haftalık olarak seçilecek, hafta içi her gün 10.0017.00 saatleri arasında devam edecek olan programda çocuklar bilim ve sanat alanında pek çok uygulamalı atölye ve geziye katılma imkânı bulacaklar. Bilim&Drama, Genetik, Matematik, Nanoteknoloji, Uzay, Enerji, Elektronik, Kimya, Arkeoloji, Bilim llüzyon, Satranç, Biyoloji, Karikatür, Robot, Ekoloji, Tarih, Origami, Resim, Kil, Uzay, Dinozor ve Fosil, Küresel Isınma gibi pek çok atölye düzenleniyor. Bunların yanı sıra atölye çalışmalarını des CBT 1262/2 27 Mayıs 2011 teklemeye yönelik kültür ve sanat gezileri yapılıyor. Atölye saatleri arasında da Deprem&Yangın Afete Hazırlık Eğitimi, Belgesel ve Film Gösterimleri, Deney Gösterileri, Zekâ Oyunları, Tiyatro Gösterileri gibi etkinliklere yer veriliyor. Psikolojik danışman eşliğinde gerçekleştirilecek Bilim Okulu programı kapsamına çocuklara özel yetenek testleri de uygulanacak. Danışman her gün okul saatlerinde okulda olacak ve çocukları birebir gözlemleyecek. Dileyen veliler psikolojik danışmanla, çocuklarının ilgi alanları ve genel durumu ile ilgili kendisiyle görüşebilme imkânı yakalayacak. Tel: 0212 266 00 46 EMail: info@bilimmerkezi.org.tr / duygu@bilimmerkezi.org.tr Tayfun Akgül