Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Eczacılık Eğitiminin Unutulmaz Hocası: Prof. Dr. Hayriye Amal A CBT 1262/ 18 27 Mayıs 2011 Prof. Dr. Esin Gürsu: İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi ltı yıl önce yitirdiğimiz sevgili hocamız Prof. Dr. Hayriye Amal ülkemizde bilimsel düşüncenin yerleşmesinde, farmasötik kimya anabilim dalının kuruluşunda, öğretimi yurtiçinde sürdürecek elemanları yetiştirerek, anabilim dalının geliştirilmesinde hizmet vererek eczacılık alanındaki bilim dalı ile ilgili tüm çalışmaları ülkemizde gerçekleştiren ilk kadın doktor, ilk kadın doçent ve ilk kadın profesördür. Prof. Dr. Hayriye Amal 1912 yılında stanbul’da doğmuştur. stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Eczacı Okulu’nu 1935’te bitirdikten sonra 1936 yılında aynı okulun o zamanki adıyla spençiyari Kimya Enstitüsü’nde asistanlığa başlamıştır. O dönemde spençiyari kimya enstitüsü direktörlüğünü sürdüren Prof. Dr. P. Duqaunois’nın danışmanlığında 1942 yılında doktorasını vermiştir. 1944 yılında doçent ünvanını aldıktan sonra, bu arada tıp fakültesine bağlanan eczacı okulunda, tıp fakültesi profesörler kurulu tarafından Farmasötik Kimya Enstitüsü Direktörlüğüne atanmıştır. 1950 yılında profesörlüğe yükseltilmiş ve 13.05.1950 tarihli profesörler kurulu kararı ile Farmasötik Kimya Enstitüsü yönetimine yeniden getirilmiştir. Farmasötik Kimya Enstitüsü zaman içinde kürsü ve anabilim dalı şeklinde değişikliğe uğramış ve Prof. Amal Farmasötik Kimya Anabilim dalı Başkanlığı görevini emekli olduğu 1980 yılına kadar sürdürmüştür. Uzun yıllar farmasötik kimya alanında eğitim ve bilimsel araştırma etkinliklerini tek başına yürüten Prof. Amal, doçent olduğu 1944 yılından itibaren 44 yıllık hizmeti süresince 19 elemana doktora yaptırmış, bu elemanlardan 9’u farmasötik kimya, 2’si farmasötik teknoloji alanında profesör ünvanını almıştır. Türkiye’de açılan diğer eczacılık fakülteleri de dahil olmak üzere Farmasötik Kimya Anabilim dalının kurulması ve elemanlarının yetiştirilmesinde önder olmuş ve ayrıca çok sayıda eczacı yetiştirmiştir. Kimyasal maddelerin zor sağlandığı harp yılları ve daha sonraki yıllarda zor koşullarda, bugün kolayca temin edebildiğimiz bileşikleri sentezlemek suretiyle yapmış olduğu bilimsel çalışmalar bugün hâlâ atıflar almaktadır. Yurtiçi ve yurtdışı mecmualarda yayımlanmış 68 orijinal çalışması, biri tercüme, dördü telif olmak üzere 5 kitabı ve bu kitapların genişletilmiş yeni baskıları ile birlikte toplam 11 kitabı bulunmaktadır. dari görev olarak anabilim dalı başkanlığı dışında dekanlık ve uzun bir süre stanbul Üniversite Senatosu’nda fakültenin senatörü olarak görev yapan Prof. Amal, bütün bu yoğun çalışmaları yanında Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin ilk kuruluş yıllarında (19631966) kurumsal ve uygulamalı farmasötik kimya derslerini vermeyi kabul etmiş ve bu görevi de büyük bir şevk ve titizlikle yerine getirmiştir. Tıp fakültesine bağlı eczacı okulunun 1962 yılında stanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi haline getirilmesinde çalışma ve gayretleri ile büyük katkısı olan Prof. Amal, fakültemiz yayın organı olup öğretim üye ve yardımcılarının araştırmalarını ilim dünyasına toplu halde duyurma olanağı veren .Ü. Eczacılık Fakültesi Mecmuası’nın çıkarılmasında da aynı gayreti göstermiş ve mecmuanın çıkarıldığı 1965 yılından emekliye ayrıldığı güne kadar, başkan olarak redaksiyon heyetinde büyük bir titizlikle çalışmıştır. Ayrıca eczacılık mesleğine uygulama sahasında rehber olacak nitelikteki 1974 Türk Farmakopesi’nin hazırlanmasında çok büyük emeği vardır. Bu nedenle Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından bir takdirname ile ödüllendirilmiştir. Türk Eczacılar Birliği Yüksek Haysiyet Divanı Başkanlığı’nı da yıllarca yürütmüştür. Yaşamının son yılı olan 2005’de eczacılık mesleğine yaptığı hizmetler nedeniyle kendisine Türk Eczacılar Birliği Hizmet Ödülü verilmiştir. Prof. Amal’ı tüm öğrencileri ve birlikte çalışmış öğretim üyesi ve yardımcıları ve idari personel, hepsi çok sever ve fakültedeki yıllarını anımsarken daima kendisinden övgü ile bahseder. Liseden eczacılık fakültesine gelen öğrenci farmasötik kimya dersinde, son derece aktif, hareketli, çok güzel ders anlatan, giyimi, konuşması ve her haliyle insanı fetheden bir Cumhuriyet kadını hoca ile tanışmaktaydı. Hangi öğrencinin dersi iyi dinlediğini ve konu ile ne kadar ilgilendiğini, kimlerin amfide bulunduğunu anlayan bir hoca idi. Çok titiz, disiplinli, çalışmayı araştırmayı çok seven ve bu konuda birlikte çalışan elemanlarına gerek çalışmalarında gerekse bunlarla ilgili diğer konularda tam destek veren hocamız, aynı zamanda hepimizin özel yaşamımızda karşılaştığımız tüm zorluklarda bizlere moral vermiş, üzüntülü ve sorunlu günlerimizde sıkıntımızı bizlerle paylaşmıştır. stanbul Üniversitesi’nde Farmasötük Kimya Anabilim Dalı ve Eczacılık Fakültesine yaptığı hizmetlerle tüm yıllarını vererek bizleri yetiştiren, hocalık ve bilim yaşamı ile bizlere örnek olan hocamızın 3 Nisan 2005 günü aramızdan ayrılmasının, eczacılık camiası, tüm öğrencileri ve sevenleri için yeri doldurulamayacak bir kayıp olduğuna inanıyor, kendisini özlem, saygı ve rahmetle anıyoruz. Çevre karşısında ikiyüzlülük Çevre karşısında ikiyüzlülük, sonuçları korkutucu ve bedeli çok ağır olacak bir tavırdır. Büyük sayılan küçük hesaplar yanında bu konular da bir düşünülse…Prof. Dr. Gürgör Evren Y azının başlığı, nşaat Mühendisleri Odası stanbul Şubesi’nin 1618 Mayıs 2011 tarihlerinde düzenlemiş olduğu “9. Ulaştırma Kongresi”nin son oturumundaki panel/forum’un konusudur. Kongrenin ana konusu “sürdürülebilir ulaştırma” idi. Üç günlük kongre sürecinin canlılığı ve katılımcıların ilgi düzeyi, konunun ne denli önemli olduğunu ortaya koydu. Kongrede, sürdürülebilirlik kavramı bağlamında Aristoteles’ten günümüze kavrama yüklenen anlamdan, teknoloji, endüstri ve ekonomideki değişimlerin neden olduğu bireysel ve toplumsal davranış biçimlerindeki sürdürülebilirlik karşıtı değişimlere ve sürdürülebilirlik adına birçok alanda köklü dönüşümlerin zorunluluğuna, ülkemizde devletin sürdürülebilirlikteki konumuna değin birçok konuda bildiri sunuldu. Öte yandan her zamankinden çok fazla yayalık, bisiklet kullanımı konusu işlendi. Ayrıca hava kirlenmesi, gürültü, trafik kazaları gibi dışsal etkilerin azaltılabilmesi doğrultusundaki çabalar ve önlemlere ilişkin araştırmalara yer verildi. Bu özetin özüdür, kongrenin değerlendirilmesi, bu yazının kapsamını aşacak niteliktedir. Kongre sonundaki panel/forum’un “Çevre Karşısında kiyüzlülük” başlığı bir saptamanın, tepkisel sayılabilecek söylemidir. Çevre adına söylenen etkileyici sözlerle çevre için yapılanlar arasında dramatik bir uyumsuzluk bulunduğu bir gerçektir. Bu ikiyüzlülük (bilinç yetersizliği demek fazla saflık olacak) saptamasını haklı çıkaracak örnekler çoğalmış durumda. Bu saptamayı desteklemek için ilk akla gelen örnekler yeter de artar bile. 1 milyon metrekare alanda yedi gökdelenli ve şimdi gündemden çıkmış gözüken Haydarpaşa projesi, 7 tepeye 7 tünel (bir bölümü yapılmış olup ne işe yaradıklarını merak ettiğimiz, tehlike düzeyi yüksek karayolu tünelleri bunlar), Boğaz Karayolu Tüneli, “iki yakada iki şehir”, “Kanal stanbul”. Bu liste, elbette ki uzatılabilir. Bu projelerin ortak özelliği planlarda yer almamaları, hatta kesinlikle plan stratejilerine aykırı olmalarıdır. Toplum için bu projeler hiçbir bilgi sahibi olmadıkları sürprizlerdir. Uzmanlar, konunun ilgilileri, plan çalışmalarında görev alanlar bile bu projelerden yeterince haberdar değildir. 3. köprü örneği, çok yönlü irdelenmesi gerekli özellikler taşımaktadır. Çünkü, orman ve su havzalarını yok ederek stanbul’un yaşanabilirliğine en büyük darbeyi vurma tehli kesini taşımaktadır. Bu köprünün transit trafik (Boğaz geçişindeki payı en fazla yüzde 3 düzeyinde olduğu için ülkeye çok pahalıya mal olacak bir yatırımı gerektirmesi söz konusu olmayacak bir trafik) için yapılacağı, çevresinde yerleşim oluşmaması için her türlü önlemin alınacağı söyleniyordu. Şimdi ise 3. köprünün, yine planlarda bulunmayan iki yakada iki şehir projesi bağlamında açıklanmaktadır. Böylece konu çokboyutlu karmaşık bir nitelik kazanmıştır. Ama sürdürülebilirlik karşıtı bir gelişme olduğu gerçektir. Çevre ile ilgili hukuki düzenlemelere bakmak önemli ipuçları vermektedir. 17 Temmuz 2008’de Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’ndeki değişiklikle 1993 yılından önce planlanan yatırımlara ÇED muafiyeti getirilmişti. Çevre Mühendisleri Odası’nın başvurusu üzerine 27 Ocak 2011’de Danıştay tarafından yönetmelik için yürütmeyi durdurma kararı verilmişti. 14 Nisan 2011’de yönetmelikte yapılan son değişiklikle, 3. Köprü, zmir stanbul Otoyolu ile Sinop ve Akkuyu Nükleer Santrali projelerine yeniden ÇED muafiyeti getirildi. Böylesine çok önemli çevre etkileri yaratabilecek projelerin olumsuzluklarını görmezden gelme anlayışının savunulacak yanı bulunmuyor. Çevre açısından dikkat çekici bir uygulama da fizibilite ve ÇED etütlerinin, projelerin ihalesinden sonra yapılmasıdır. Bu ÇED etütleri de kredi verecek kurumların zorlaması ile yapılması da diğer düşündürücü durumdur. Bu bağlamdaki en son örnekler stanbul zmir Otoyolu ve Boğaz Karayolu tünelidir. Ciddi sonuçları olabilmesi olasılığına karşın, kendi doğal ve tarihsel çevremiz, yaşamımız için çevre etki değerlendirilmesinin gerekli görülmeyip, kredi bulabilme amacıyla yüklenicilerce bu değerlendirmelerin yaptırılmasının anlamı üzerinde düşünmeliyiz. Aslında, doğayı, çevreyi, ekonomik ve sosyal yapıyı ve yaşamı etkileyecek nitelikte büyük kamu yatırımlarının planlama öncesinden uygulanmasına kadar karar sürecinin yasal düzenlemelerle tanımlanması, saydamlığın ve toplumun katılımının sağlanması sürdürülebilir bir gelişme için yaşamsal önem taşımaktadır. Bu aynı zamanda, gerçek bir demokrasinin gereğidir. Çevre karşısında ikiyüzlülük, sonuçları korkutucu ve bedeli çok ağır olacak bir tavırdır. Büyük sayılan küçük hesaplar yanında bu konular da bir düşünülse… HALEDEN SONRA ÇED!!