17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Neden Demokratik Üniversite? Üniversitelerdeki yönetim anlayışı ve uygulamaları konusundaki tartışmalar sürüyor. Özgür ve demokratik üniversite arzusu ise gittikçe daha çok önem ve zorunluluk kazanıyor. Bunun nedenlerini anlamak ve yapısal değişiklikleri sağlam temellere oturtabilmek için, üniversitelerin dünyada ve ülkemizde geçirdiği evreleri iyi analiz etmeli. Bu evreleri premodern (ulusdevlet öncesi), modern (ulusdevlet dönemi) ve küresel (ulusdevletin bir kolu, uzantısı) olarak üç ana yapıda incelemek olanaklı. Prof. Dr. Yavuz Odabaşı, Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi, [email protected] Duymak istemeyen kadar kötü sağır yoktur! Uygar dünya, çağdaş bilim haykırıyor, ama tüm bunlara sırtını dönmüş olan hükümet duymuyor! Ege Öğretim Elemanları Derneği (EGÖDER), ağustos ayında uzun bir bayram tatili öncesi çıkarılan KHK ile TÜBA’nın tüzelkişiliğine olan müdahaleyi ve sonuçlarını izlemeye devam ediyor. TC’nin ilk ve tek bilim akademisine yapılan bu müdahaleye karşı üniversitelerimizin ve bilim dünyasının tepkisi, ne yazık ki çok sınırlı, çok cılız kaldı. Sayılarıyla her fırsatta övünülen 103 devlet, 61 vakıf üniversitemiz YÖK’e, dolayısıyla hükümete bağımlı bir üniversite sisteminin toplum ve bilim vicdanına nasıl ters düştüğünü gösterdiler. Buna karşın, sayıları az da olsa, bağımsız yapıdaki birkaç öğretim üyesi derneği bu süreçte toplumun ve bilimin vicdanının sesi oldular, yapılan yanlışlığı cesurca dile getirerek TÜBA’ya sahip çıktılar. Öte yanda, uluslar arası akademi ve bilim dünyası da eylül ayından bu yana Cumhurbaşkanı’na, hükümete mektuplar yazarak TÜBA’nın özerkliğine darbe vuran bu değişime karşı yoğun kaygılarını, eleştirilerini ve önerilerini iletiyorlar. Yapılan yanlışı; eylül ayında önce dünyanın en saygın bilim dergileri Science ve Nature duyuruyor, kaygılarını belirtiyor… Ardından… Avrupa’nın en büyük bilim topluluğu olan, 2 000’in üzerinde üyeye sahip Avrupa Akademisi (Academia Europaea) söylüyor, Aralarında 34 Nobel ödüllü bilim insanı da dahil olmak üzere Almanya, Avusturya ve İsviçre’deki seçilmiş 1 000 bilim insanının oluşturduğu dünyanın en eski (kuruluşu 1652) bilim akademilerinden olan Alman Bilimler Akademisi (German Academy of ScienceLeopoldina) söylüyor, Avrupa’daki 40 ülkeden 2 100 üyeye sahip olan Euroscience söylüyor, Güney Afrika Bilimler Akademisi (Academy of Science of South Africa) 500 üyesiyle söylüyor, 400’e yakın üyesiyle Fransız Bilimler Akademisi (French Academy of Science) söylüyor, Hollanda Kraliyet Bilimler ve Sanatlar Akademisi (The Royal Netherlands Academy of Arts and Sciences) 200 üyesiyle söylüyor, Dünyada 70 ülkeden, psikoloji alanındaki ulusal derneklerin temsil edildiği Uluslararası Psikoloji Bilimleri Birliği (International Union of Psychological Science) söylüyor, İngiltere’deki bilim akademileri; Kraliyet Akademisi (The Royal Academy), Edinburgh Kraliyet Akademisi (The Royal Society of Edinburgh), İngiliz Akademisi (British Academy) ve Tıp Bilimleri Akademisi (The Academy of Medical Sciences) söylüyor ki, bunlardan Kraliyet Akademisi’nin (The Royal Society), aralarında 80 Nobel ödüllü bilim insanı da olan 1 500 seçilmiş üyesi var, İngiliz Akademisi’nin ise özellikle insan bilimleri ve sosyal bilimlerde yetkin 900 üyesi bulunmakta… Hepsi söylüyor, Avrupa ülkelerinin hemen hepsinden temsilcisi olan, 53 ulusal bilim akademisinin ortak birliği olan Avrupa Akademiler Birliği (All European AcademiesALLEA) söylüyor, İtalya’da 1603 yılında kurulmuş olan, 519 üyeli L’Accademia Nazionale dei Lincei söylüyor, Gelişmekte olan ülkelerin bilimler akademilerinin K lasik dönem olarak da bilinen ilk dönemlerdeki üniversite kavramı ve uygulaması 700 yıl öncesine kadar uzanır. Bu dönemdeki üniversiteler, hazine olarak kabul edilen bilginin korunması gerektiği düşünülen, bilginin sınırlı sayıda insanın elinde olduğu ve kitlelerden uzak tutulmasına çalışılan yerler idi. Uzun yıllar süren not tutmalar, tekrara dayalı yöntemler, hem eğitimde hem de araştırmada geçerli idi. Metin okuma, temel yaklaşımdı. Hiç şüphesiz yönetim ustaçırak ilişkisinde loncavari, otoriter, merkezi ve hiyerarşik dokunulmazlıklar içeriyordu. Bologna ve ortaçağda Paris üniversitesi eğitim misyonları ile en prestijli ve diğer Avrupa ülkelerine model olan üniversiteler idi. Erken dönem modernizmde hümanizm, Avrupa ve Latin Amerika’da kök salmaya başladı. Bilindiği gibi hümanizm; birey, özgürlük ve değerlere önem veriyordu. Bu dönemi izleyen yeni hümanist Alman üniversite modeli, Humboldt tarafından doktrine edildi ve özgün araştırmayı ve akademik özgürlüğü teşvik etti. Rönesans dönemi İtalyan üniversiteleri de, Humboldt tipi Alman üniversitelerini model aldı. Katı ve askeri bir disiplin ile kendi kendini yönetme ve ilimde demokratik karar süreci yoktur anlayışı hâkim idi. Rektör, birliği sağlamak için fakülteler arasındaki çatışmaları, uzlaşmazlıkları yöneten iktidar sahibi otoriter kişilerdi. Bu anlayış, geç modernizm dönemine kadar etkisini sürdürdü. Böylece, ilk devrim niteliğindeki değişim olan araştırma ve eğitim birlikteliği üniversite anlayışında ve uygulamalarında egemen oldu. İkinci dönem, bağımsız ulus devlet koşullarında ulusallaştırma, devletleştirme ve ulus devletin ihtiyaçlarına cevap verecek toplumsal hizmetlere odaklanan üniversite yapılanmasına şahit oluyor. Erken dönem Batı Avrupa üniversiteleri İngiliz, İspanyol, Fransız ve İtalyan kent devletleri monarşileri gibi ülkeler ve Latin Amerika ülkeleri, hükümetlere hizmet için üniversitelerin ulusallaştırılmasını yaşadı. Devletleştirme ise, ABD ülkelerinde yaygınlaştı. Kamu hizmeti misyonu, ABD’de 1800’lerin sonunda yaygınlaştı ve ulus devletin bireylerine hizmet misyon olarak kabul gördü. Bu anlayış, demokratik üniversite anlayış ve uygulamalarının temelini de attı. Bu yapısal oluşum, ülkemizde üniversite oluşumuna da model oldu. II. Dünya Savaşı öncesi kapalı ulusal toplumlar ve mesleki sistemlerin istediği sınırlı sayıda bilim insanları, bunun yanında benzeşmeyi temel alan bir felsefede tek konuda uzmanlaşmış öğretmen, doktor, mühendis, asker, avukat, din adamı yetiştirmek ana amaç idi. Bilim, ulusal kalkınmanın ve küresel rekabetin motoru olarak günümüzdeki kadar önem kazanmamıştı. Yeni üniversite modeli, statik topluma ve iş piyasasına insanların uyum sağlamasına yönelik olmaktan, insan sermayesinin ulusal ve uluslaşması sosyoekonomik gelişmeye dönük olarak yetiştirilmesine döndü. Modernite bilgiyi disiplinlere ayırıp uzmanlıkları yaratmasına karşın, 21.yy daha çok farklı disiplinlerde bilgi sahibi olarak yaratıcılığı ve inovasyonu öne çıkartıyor. “Herkes için eğitim” anlayışının gelişmesi yaşanıyor. Bilimin gelişmesi ve toplumun bilimden doğrudan ve en kısa zamanda yararlanması, bilimselleşmesi, bilginin ve iletişimin demokratikleşmesi, üniversitelerin gelişmesine, dönüşmesine ve insan potansiyelinin zenginleşmesine neden oluyor. 1968 gençlik hareketi başta Avrupa ülkelerinin üniversitelerinde öğrencilerin ve diğer paydaşların temsil edilmelerine ve kararlarda etkili olmalarına neden oldu. Ülkemizde ise, tam tersine daha otoriter davranışlar ve uygulamalar gerçekleşmiş ve korunmacı bir anlayışla içe kapanma yaşanmıştır. 1933’teki reform; eğitim, öğretim bilim ve araştırma çalışmalarının çağdaşlaşması amacını taşımaktaydı. Ülkemiz yükseköğretim sistemi “Modernleşme” sürecine girerek çağdaş ülkelerle aramızda bulunan açıklığın giderilerek ekonomik kalkınmamıza destek sağlanması amaçlanmıştır. 1963 yılında yapılan reform ile bu anlayış bir adım daha ileri götürülmeye çalışılmıştır. 1981’de gerçekleştirilen YÖK yasası ile başlayan uygulamaları “Akademik Dünyanın Merkezileşmesi” ve “Bürokratikleşme” olarak adlandırmak olanaklıdır ve ikinci dönem dünya üniversite anlayışına uygunluk taşımaktadır. Bu niteliklerdeki küresel aktör olabilecek uluslararası araştırma üniversiteleri geçmiş deneyimler ve alışkanlıkların çok uzağında oluşuyor. Küresel rekabet ortamında hem ülkemiz hem de dünya üniversiteleri; öğrenci, öğretim üyesi ve kaynak için uluslararası rekabet içinde. Ancak, geleneksel siyasal yapı, dil ve sınırların belirsizleştiği, zihniyet dönüşümünün ve yönetim yapısının değiştiği bir ortamda başarı gelebilecek. Tekseslilikten (bilmek ve yapmak) çoksesliliğe (kendini tanıma ve başkalarıyla bağlantı kurma) geçiş için özgür ve demokratik yönetim kaçınılmaz. Var olan bürokratik ve siyasal sistemler, zihniyetler, alışkanlıklar ve kurumlar bu dönüşümde en büyük engellerdir. İçe kapanık ve bilgi edinmeyi, bilgi aktarmayı ana işlev olarak gören ve mutlak emir ve eleştirilmesi olmayan doğru olarak sunulanları ezbere ve tekrara dayalı, sorgusuz –sualsiz itaat odaklı “biat kültürü” ne uygun bürokratik merkezi yönetim modelinin, özgür ve demokratik yönetim modeline yerini bırakması başarı için gerekli olabilmektedir. Bilginin üretilmesinde olduğu kadar bilginin paylaşılmasında, dağıtımında, kullanılmasında ve yararlanılmasında da demokrasinin varlığını gerçekleştirmek kaçınılmaz görünüyor. Gücün iç ve dış paydaşlar tarafından paylaşılması, meslektaş saygısını yaratan, ortak karar almaları gerçekleştirecek demokratik, özgür bir kültürün yaratılması gereklidir. Demokratik bir yönetim, kişisel aydınlanmasını gerçekleştirmiş, özgür ve demokrat üniversite mensuplarının varlığı gerektiriyor. Yeni üniversite yönetim modeli de buna muhtaçtır. GELECEĞİN ÜNİVERSİTELERİ CBT 1288/ 18 25 Kasım 2011 İçinde bulunduğumuz dönem ise ikinci devrim niteliği taşıyor. Uluslararasılaşmayı misyon olarak gören ve küresel rekabet içinde yer almada ortam kolaylaştırıcı olma görevi üstlenen üniversitelerin eğitim, araştırma işlevlerine topluma hizmet işlevi de eklendi. Bilginin, öğrencinin, öğretim üyesinin, programların içeriklerinin hareketliliği ön plana çıkıyor. Eğitim ve araştırma konusunda esnek ve duvarların, engellerin ortadan kaldırılması ile özdeşleşmiş bir dönemi yaşıyoruz. Geleneksel işlevsellik, ulusal düzeyden küresel düzeye farklılıklar gösterecek biçimde gelişme gösteriyor. Dünya modellerine uyum sağlamak ve küresel ilişkilerin ve eşgüdümün sağlanabilmesi için bu yöne dönüşüm kaçınılmaz. Her bir dönem kendine has anlayış, uygulama, öncelik ve yönetim biçimlerine sahip oldu. Ancak günümüzde ülkemizde ve birçok Avrupa ve dünya üniversitesi özgür ya da totaliter devlet yönetimine sahip olunup olmaması fark etmeksizin ikinci dönemin özelliklerini taşıyor. Ulusun oluşmasında ve sanayileşmesinde, toplumsal dönüşmesinde gereken altyapıyı, anlayışı, doktrini gerçekleştirmek için işlevler görme alışkanlığını sürdürmektedir. ÜÇÜNCÜ DÖNEM ÜNİVERSİTELER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle