17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) u Bilgi olgusunu gündelik hayatımıza uygulamayı ıskaladığımızdan sorunun tanımını değiştiriyor ve Nasrettin Hoca misali çözümü başka yerlerde arıyoruz! M. Şükrü Hanioğlu ve Atatürk’ün eseri Bir 10 Kasım haftasında Atatürk’ü “insanlaştırmaya” çalışmanın anlamı ne olabilir? Osman Bahadır [email protected] r32 Bilgi Olgusu ve Trafik Bilgi üretmek dediğimizde akla genelde iki şey geliyor. Birincisi bilimsel bilgi, ikincisi ise kişisel fikir. Birincisi sadece üniversitelere mahsus bir şey diye göz ardı ediliyor. İkincisinden ise herkeste istemediğiniz kadar çok var. Bilgi aslında, etrafımızda akıp gitmekte olan veri ve enformasyonu yakalayıp, onları değerlendirme sonucunda üretilebilecek bir olgu. Bu sayede pratikte pek çok sorunu analiz edebilir, onlara çözüm üretebiliriz. Etrafımızı saran hava gibi verilerle ve enformasyonlarla çevrili durumdayız. Doğrusu bunların başıboş ırmaklar gibi akıp gitmesine izin vermek yerine değerlendirebilsek, ölçsek, biçsek, (ama üstüne HES yapmak için değil) pratikteki pek çok kişisel ya da toplumsal sorunumuza da çözüm üretebiliriz. Pratik olup, örneğin İstanbul’un trafik sorununu ele alalım. Bu sorunun temelinde sanırım pek çok İstanbullu için yolların az, araçların çok olması yatıyor. Oysa gerçekten de durum böyle mi? Bunu anlamak için trafik verilerini kullanmamız gerekir. Trafiğin bedava ürettiği bazı veriler: Belli bir artelden, gün, saat vb bazında geçen araç türü ve sayısı Bu araçların ortalama hızları Bu araçların seyir esnasında yaptığı yol tutuş modelleri Köprülerden geçen araçların OGS / KGS oranı Bu türden sanırım daha pek çok veri üretebiliriz. Peki bu verileri ürettiğimizde bunlardan nasıl istifade edebiliriz? Örneğin OGS/KGS kullanım oranı, köprülerdeki OGS’li ve KGS’li turnike adetlerini (ve lokasyonlarını) belirlemede fayda sağlayabilir (bugüne dek bu verilerin kullanılmamış olduğunu, kuyruk halindeki OGS turnikeleri ile yanyana duran boş KGS turnikelerin varlığından anlıyoruz). Bir başka boşa giden veri de seyir esnasında sürücülerin yol tutuş modelleri. Örneğin TEM otoyolunda geçiş izinleri olduğu saatlerde ağır vasıtaların yol tutuş modelleri incelendiğinde bu araçları kullanan sürücülerin en sol şerit dahil, tüm şeritlere yayılabildiği kolayca tespit edilebilir. Her birinin önünde beş altı yüz metrelik boşlukların oluştuğu da. Bu basit hata, araç yoğunluğundan dolayı çok büyük (ama yapay) sıkışıklığa neden olabilmekte. Diyelim ki bu veriler değerlendirildi ve yukarıdaki türden tespitler yapıldı. Sonuç? Evet sonuç olarak üretilecek kararlar ve onların uygulaması bilgi oluyor. Sadece ağır vasıtaların en sağdaki iki şerit dışındaki şeritlere girmeleri engellenecek şekilde tedbir alınsa bile trafikte ciddi rahatlama olacağına kanaat getirilebilir ve trafik polislerine bu yönde talimatlar verilebilir (şu an bu ilişki benim kişisel fikrim, ancak veriler dikkate alınarak incelendiğinde bu objektif bir hale gelebilir). Veri ve enformasyonu kullanıp bilgi üretmek için ilgili süreçlerden sorumlu olan yetkililerin bir motivasyona gereksinimi var. Bu motivasyon çoğunlukla vatandaşın gereksinimlerinden kopmuş haldedir (işinden olmamayım, bir sonraki seçimi kaybetmeyeyim gibi). Oysa temel motivasyon kaynağı vatandaşın gereksinimlerini merkeze koymak olmalı. Resmiyette merkezde bundan başka bir şey yok. Ama sağlamasını yaptığımızda vatandaşın örneğin trafikten memnun olduğunu söylemek de olası değil. Çözümler de sorunlar gibi gözümüzün önünde. Bunları görmek yerine sorunun tanımını değiştirip, ona uygun çözümler üretmeyi tercih ediyoruz. Nasrettin Hoca’nın anahtarını daha aydınlık diye kaybettiği yerde değil de başka yerde araması gibi. M ısntır. nazı in olğabir asnli kadeyu nrı, la . Şükrü Hanioğlu, 13 Kasım 2011 tarihli Sabah gazetesindeki “Tarihselleştirilemeyen geçmiş, insanlaştırılamayan kurucu” başlıklı yazısında şunları söylüyor; “Geçmişimizi tarihselleştirme yerine altın çağdaşlaştırmamız ve ulusdevlet (ulusal devlet demek istiyor herhalde) kurucumuzu da insanlaştırmayarak kültleştirmemizin yarattığı en önemli sorun, bu tercihlerin doğal sonucu olarak kuruluş sürecinin ‘her şeyin mükemmel olduğu bir dönem, kurucunun ise ‘hatadan münezzeh’ bir lider olarak kutsanmasıdır. Bunun neticesinde ise resmi ideoloji ‘din’ niteliği kazanmakta, ulus devletin kuruluş dönemi ‘asrı saadet’ olarak kavramsallaştırılmakta, kurucu lider ise ‘insanüstü’ bir kişiliğe büründürülmektedir.’ ‘Resmi ideoloji, cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan dönemi ‘asrı saadet’ biçiminde kutsarken, Atatürk’ü de ‘insanüstü’, kimsenin aklına gelmeyecek programlar yaratan, dönüşümler tasarlayan bir felsefeciönder olarak kavramsallaştırılmaktadır.’ ‘Bir ideolojinin seküler temelli olması ve milli bir lideri kutsaması, genellikle zannedildiğinin tersine, onun dini nitelik kazanmasını engellemez.’ ” Bu sözleri okuyanlar, Hanioğlu’nun, ideolojilerin dini nitelik kazanmasına karşı olduğunu zannedecekler. Bu önemli noktaya sadece işaret ettikten sonra asıl konumuza gelelim. Ne kuruluş sürecinde her şey ‘mükemmel’ oldu, ne de kurucumuz hiç hatasız (‘hatadan münezzeh’) davrandı. Bununla birlikte kuruluş döneminin bir ‘asrı saadet’ değil, ama sosyal ve kültürel bakımdan büyük bir devrim ve atılım dönemi olduğu ve geleceğimizi belirlediği apaçık bir gerçektir. Hanioğlu geçmişimizi tarihselleştirmek istiyorsa, kuruluş dönemi devrimlerinden hangilerinin ‘yerinde’ ve hangilerinin’ hatalı’ olduğunu gerekçeleriyle açıklamak zorundadır. Biz de böylece geçmişimizin nasıl tarihselleştirilmesi gerektiğini öğrenmiş oluruz. Öte yandan Atatürk elbette ‘insanüstü’ değildi. Ama gerçekten de, Hanioğlu’nun pek yakıştıramadığı bir biçimde felsefeciönderdi. Atatürk’ün bütün devrimlerine ve davranışlarına yön veren iki temel ilke vardır. Ulusun egemenliği ve bilimin egemenliği. Onun bütün devrimlerinin üst başlığı bu iki ilkedir. (Tek bir ilke halinde ifade etmek istersek de, bilimi ve bilimsel düşünceyi toplumda egemen kılmak yoluyla ulusun egemenliğini sağlamak ilkesi.). Ve hiç kuşku yok ki, ulusun egemenliği ve bilimin egemenliği ilkeleri, büyük bir felsefi bakışın eseri olarak doğmuşlardır. Ulusun egemenliğinin de, bilimin toplumdaki egemenliğinin de bir cumhuriyet rejiminden geçtiğini ilk kez ve en güçlü şekilde onun görmesi ve hissetmesinin ve büyük tarihsel devrimlere öncülük EVET, GELECEĞİMİZİ BELİRLEDİ etmesinin nedeni de, işte bu felsefi bakışı ve felsefeciönder kimliğidir. Atatürk hatasız değildi. Hemen söyleyebileceğimiz iki hatalı tutumu, GüneşDil Teorisi’ne destek vermesi ve 1933 üniversite reformunda birçok bilim insanının haksız yere üniversiteden uzaklaştırılmasına karşı çıkmamış olmasıdır. Atatürk’ün daha az önemli olan başka hatalarından da bahsedilebilir. Ama burada görülmesi gereken şey, onun insanlık tarihinin en özgün ve en kalıcı devrimlerinden birine öncülük etmiş olmasıdır. Hanioğlu bu gerçeği görmek istemediği gibi, önemli bir başka gerçekten de habersiz görünüyor. Çok uzun bir süreden beri Atatürk’e ve devrimlerine, resmi ideoloji değil, doğrudan halk ve bu ülkenin aydın insanları sahip çıkmaktadır. Ölümünün 73. yılında halkın ona ve eserlerine büyük bir içtenlikle sahip çıkması, işte bu büyük gerçek, “tarihselleşmiş geçmişimizin” büyük gerçeği değil midir? Bir 10 Kasım haftasında, “Tarihselleştirilemeyen geçmiş ve insanlaştırılamayan kurucu” başlıklı yazısıyla Hanioğlu’nun yapmaya çalıştığı şey, Atatürk’ün seçkin tarihsel kimliğini ve eserlerini değersizleştirme ve sıradanlaştırma çabalarından başka bir şey değildir. 10 Kasım haftasında bazı yazarların temel konusu da, Atatürk’ün “diktatörlüğü” konusu oldu. Atatürk bir diktatör müydü? Bu soruya elbette demokrasi ve özgürlük teorileri ve tarihi çerçevesinde gerekli ve yeterli bir cevap verilebilir. Ama biz burada böyle bir yoldan gitmeyeceğiz. Sadece Atatürk’le ilgili bir fotoğrafı sunmakla yetineceğiz. Çünkü bazen bir fotoğraf, bin yazıdan daha güçlüdür. ATATÜRK BİR DİKTATÖR MÜYDÜ? kauma CBT 1288/ 12 25 Kasım 2011 Bu fotoğraf, 1932 Temmuz’unda Birinci Türk Tarih Kongresi’nin açılışı sırasında çekilmiştir. Fotoğrafta görülen insanların büyük çoğunluğu, İstanbul’dan ve Anadolu’dan kongreye katılmak üzere gelmiş olan tarih öğretmenleridir. Bu tarihi fotoğraf, Atatürk’ün kimliği ve kişiliği ve onun öğretmenlerle olan ilişkisinin niteliği hakkında yeterli bilgiyi vermiyor mu? Siz hiç ülkesinin erkek ve kadın öğretmenleriyle böyle samimi ve sıcak bir poz veren bir diktatör gördünüz mü?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle