02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP linmiyor. Günümüzün akıllı makineleri bilinen koşullarda belirli görevleri yerine getirmek üzere tasarlanmış makineler. Ancak gelecekte bu tür makineler biraz daha özerklik kazanabilir. Mustafa Çetiner [email protected] ERİME (olası) kalır. Hükümetler salgın hastalığın üstesinden gelmeye çabalarken temel insan hakları ciddi biçimde çiğnenebilir. Salgının kaynağı insan olduğunda, bunun toplum üzerinde yarattığı etki doğal bir afetin yarattığından çok daha kötü olur. 10KUTUPLARDAKİ İlhan Beyin Penceresi Yedi sekiz yıl önceydi. İlhan Selçuk’u ilk kez orada dinledim, gördüm, tanıştım. Derin bilgisine, duyarlılığına, nezaketine, alçakgönüllülüğüne hayran kaldım. Yıldız Üniversitesinde Melih Cevdet’in anıldığı bir panele katılmıştım. Aynı gecenin akşamında, Yıldız’ın boğaza bakan muhteşem manzarası eşliğinde küçük bir grup akşam yemeği yemiştik. Bu yemekte, panelde konuşmacı olan İlhan Selçuk, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Emre Kongar, Cevat Çapan, Demirtaş Ceyhun, Coşkun Özdemir ve dönemin Yıldız Üniversitesi Rektörü Ayhan Alkış gibi birçok bilim, edebiyat, sanat ve kültür adamı da vardı ve onlardan Anday ile ilgili çok hoş öyküler dinlemiştim… Melih Cevdet Anday’ı hasta günlerinde ve hastanede tanımıştım. Tanımıştım demek pek doğru olmaz, çünkü gerçekten ilişki kurulabilir gibi değildi, çok hastaydı, yazmak bir yana, okuyamıyordu bile… Tıpkı ilk kez Anday hakkındaki bir konuşma sırasında tanıdığım İlhan Selçuk’un son zamanları gibi... Hastalarımı görmek için gittiğim Amerikan Hastanesi Genel Yoğun Bakımında onun son anlarına tanıklık ettim… Aklıma o ılık yaz gecesi geldi… Mesleğim ne yazık ki, bu insanların hep son zamanlarına tanıklık etme şanssızlığı verdi bana. Ergün Balcı da öyleydi, Mehmet Fuat da… İlhan Beyin ölüm haberini verebilmek için Orhan Bursalı’yı aradım, haberi vardı, kötü haber hızlı yayılmıştı… Melih Cevdet Anday’ın ismini ilk duyduğumda sanırım ortaokuldaydım. Yaşamımdaki birçok ilk gibi annemden öğrendim onu. Ancak, sevgili annem “Garip” den söz ederken hep Orhan Veli’yi anlatırdı, her nedense. Sanırım, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat gibi güzel görünümlü insanların yanında “garip” deyince aklına Orhan Veli geliyordu. Gerçekten de bu ikisi ile karşılaştırıldığında, kısa kesim pantolonları, tuhaf şapkası, insanlardan kaçan mahcup görüntüsüyle Orhan Veli en “garip” idi. İlhan Selçuk ismini ise anneannemin ölümüyle öğrenmiştim daha küçücük bir çocukken… Anneannemi kaybettiğimizde geriye ondan sadece bir bavul eşya kalmıştı. Bavulunun içinden Cumhuriyet’ten kesilmiş çok sayıda İlhan Selçuk makalesi çıkmıştı. Anneannem bana okumayı öğreten kişiydi, bu nedenle kimi okuduğu benim için çok önemliydi. O gün kazındı aklıma İlhan Selçuk ismi. “Pencere” o günlerde hayatıma girdi ve bir daha da hiç çıkmadı… Onun penceresi son kez 15 Ağustos 2009 tarihinde açıldı. Bu tarih onun son yazısını yazdığı tarihti. Belki de ölüm gününü o tarih saymak gerekir. Tıpkı Melih Cevdet’in son şiirini yazdığı 1997 yılının onun ölüm yılı olması gerektiği gibi… İlhan Bey penceresinden okuyanlara şu mesajı verirdi. “Her şey değişir, hiçbir şey aynı kalmaz”. Tıpkı arkasından “veda” konferansı verdiği Melih Cevdet’in dediği gibi… “Protohippus atın ceddi Dinothorium filin ceddi Biz insanın ceddi… Gelecek mutlu insanın…” İlhan Beyin penceresinden okuyanlarına mesajı netti; “Her şeyin üstünde olan akıl ve bilgidir. Dogmalardan uzak durun, her şeyden kuşku duyun, kendi kuşkuculuğunuzdan bile kuşku duyun” Sevgili arkadaşı Melih Cevdet’in dediği gibi; “İnsanoğlu aklı aşmalıdır; eğer aşmazsa, akıl da bir dogma olur.” Ben onu aynı zamanda hekim gözüyle de okurdum… Bir hekim için İlhan Selçuk’u anlamak demek, doğruların her zaman değiştiği tıp alanında her şeyi ben bilirim ve doğru yaparım yaklaşımından uzak durmaktı. Bir hekim için İlhan Selçuk’u anlamak demek, hastalar için verdiği her karardan kuşku duymak, yeniden sorgulamak demekti. Bir hekim için İlhan Selçuk’u anlamak demek, tıptaki doğruların hızla değiştiğini bilmek ve onların peşinden koşmak, kanıt değeri olan bilgiyi kullanmak demekti… İlhan Selçuk’un penceresi uygarlığın penceresiydi… (neredeyse kesin) 7YAŞAMIN YARATILMASI Günümüzde sentetik biyoloji mevcut organizmaların üzerinde oynamalar yapmakla ilgilidir. DNA üzerinde yapılan oynamalar yeni kimyasalların, yakıtların, hatta ilaçların üretilmesine yol açabilir. Bu alanda çalışan bilim insanları yaşamın yapı taşlarını sıfırdan oluşturup, bunları zaten canlı olan bir yapıya ekliyor ya da doğal yapıtaşlarının yerine yerleştiriyorlar. Gerçekten de, sentetik biyoloji mühendisliğin büyük ölçekli ilkelerinin dirimbilimin alanına katılmasından ibaret. İlke olarak, üretilen her şey dirimbilim ile üretilebilir. Bunun küçük ölçekli örneklerine şimdiden rastlanıyor: yüksek sıcaklıktaki mikroplardan elde edilen ve yeniden işlemden geçirilerek soğuk suda yıkamaya elverişli çamaşır deterjanlarında kullanılan enzimler bunlardan biri. Kimi bilim insanları yaşamın yeniden yaratılmasına çalışıyorlar. Nitekim, J. Craig Venter Enstitüsü’nden Carole Lartigue, Hamilton Smith ve diğer araştırmacılar sıfırdan bakteri genomu oluşturmayı, hatta bir mikrop türünü başka bir türe dönüştürmeyi başardı. Başka bir yerde araştırmacılar sentetik biyolojide kullanılacak enzimlerin oluşturulması amacıyla yapay organeller yarattı. Öyle ki sıfırdan yaşamın yaratılması an meselesi. Bir buz kütlesinin erimesi yüzyıllar alabilir. Yine de, buzlardaki erimenin bilim insanlarının daha birkaç yıl önce umduklarından çok daha hızlı bir seyir izlendiği söylenebilir. Deniz düzeyindeki yükselme yavaş olmakla birlikte, yıkıcı etkiler yaratan fırtına ve benzeri afetlerin meydana gelme olasılığı hızla artıyor. Uzmanlar, sera gazı salımlarında bir düşüş sağlansa bile, kutuplardaki erimenin önüne geçilmesinin son derece güç olacağına dikkat çekiyor. Buzulların erime hızı iklimdeki genel değişim hızının gerisinde kalsa bile, buzullar tümden eridiğinde bunların yeniden oluşmalarının çok daha uzun ve zorlu bir süreç olacağına parmak basıyorlar. İnsanların çok daha sulu bir dünyaya nasıl ayak uyduracakları konusu ise henüz bilinmiyor. deyse kesin) 11PASİFİK DEPREMİ (nere SÜPER İLETKENLER (5050) Normal sıcaklık ve basınçlarda işlev gören süper iletkenler gerçek anlamda küresel bir enerji kaynağı oluşturabilirler. Sahra güneşi Akdeniz’in tabanına yerleştirilen süper iletkenler aracılığıyla Batı Avrupa’ya güç sağlayabilir. Ne var ki, oda sıcaklığında süper iletkenin nasıl yapılacağı konusu ilk süper iletkenlerin oluşturulduğu 1986 yılından bu yana gizini koruyor. İki yıl önce tümden yeni bir süper iletken sınıfının bulunmuş olması araştırmacıların hedefe ulaşma konusunda daha umutlu olmalarını sağlasa da, bugüne dek çok büyük bir ilerleme kaydedilemediği belirtiliyor. 8ODA SICAKLIĞINDA San Andreas fay hattının büyük bir bölümünün bir defada kırılması 8.2 şiddetinde bir depremin yaşanmasına neden olabilir. Kaliforniya’nın güneyinden başlayıp kuzeyde San Fransisco’ya (Bay Area) dek uzanan 1300 kilometrelik fay Kuzey Amerika levhası ile Pasifik levhası arasındaki sınırı oluşturuyor. Yerbilimsel kayıtlardan yola çıkan bilim insanları fayın genelde 150 yılda bir kırıldığına, son büyük kırılmanın yaklaşık 300 yıl önce gerçekleştiğine dikkat çekiyor. Gelgelelim, kırılma olasılığı yüksek olan tek fay San Andreas değil. Kuzeybatı Pasifik levha sınırındaki bir kırılma 9.0 şiddetinde bir depreme neden olabilir. Böylesine büyük bir depremin tam olarak ne zaman meydana geleceğini önceden kestirmek olanaksız olsa da, yakın bir zamanda yaşanabileceğinin ayırdında olmak olası zararı büyük ölçüde azaltabilir. En az 7.8 şiddetinde depreme dayanıklı çağdaş yapı teknikleri ve kamuyu bilinçlendirme kampanyaları sayesinde depremler korkulu bir düş olmaktan çıkabilirler. 12FÜZYON ENERJİSİ (oldukça uzak bir olasılık) (olası) Yapay zekâ araştırmacıları kendi kendilerini yenileyebilen, farklı koşullara kendi başlarına uyum sağlayabilen yüksek zekâ düzeyli bilgisayar ve robotların dünyayı değiştirebileceğine inanıyor. Bunun ne zaman gerçekleşeceği, hangi sınırlara ulaşacağı ve insanların bu konuda neler yapabileceği ise henüz tam olarak bi Rita Urgan, Kaynak: Scientific American, Haziran 2010 CBT 1217/9 16 Temmuz 2010 9MAKİNE FARKINDALIĞI Kuramsal açıdan ele alındığında, füzyon ya da nükleer kaynaşmaya dayalı enerji santralları dünyanın giderek artan enerji gereksinimi sorununa çözüm getirebilir. Sıradan deniz suyunda bulunan bir tür ağır hidrojen ile çalışacak bu santrallar kurumlu kirletici, nükleer atık ve sera gazı benzeri maddeleri üretmeyeceklerinden, çevreye de zarar vermeyecekler. Ne var ki, uygulamada, füzyon dünyamız üzerinde fizikçilerin düşledikleri türde bir değişiklik yaratmayabilir. Füzyondan enerji kaynağı olarak yararlanılması için gerekli teknolojiye henüz sahip olmadığımız gibi geliştirilecek ilk reaktörlerin içinde bulunduğumuz yüzyılda yaygın biçimde kullanılamayacak denli pahalı olacakları da su götürmez bir gerçek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle