Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Elektromanyetik dalgaları tutan perde üzerine CBT’nin 18.06.2010 günlü 1213 Nolu sayısında yayımlanan ‘Elektromanyetik dalgaları tutan perde’ başlıklı yazıdan, özet: İTÜ Öğretim üyesi Doç. Dr. Cevdet Işık tarafından geliştirilen özel perdenin, baz istasyonları, kablosuz internet modemi, telsiz ve cep telefonu gibi elektronik aletlerin yaydığı elektromanyetik dalgaları büyük ölçüde emerek, zararsız hale getirdiği bildirildi. Sağlığa zararı olduğu bilinen elektromanyetik dalgaları engellediği TÜBİTAK tarafından onaylandığı belirtilen perdenin üretimine Bursa’da başlandı. Ürünün dokumasında elektriksel iletkenliği olan özel iplikler var. Yüksel Atakan, Dr., Radyasyon FizikçisiAlmanya; ybatakan@gmail.com Bilirkişilik: Deneyim ve gözlemler Bilirkişilik sisteminin hukuki boyutları hakkında yazdığı yazılarda Sayın Çetin Aşçıoğlu’nun değerli deneyimleriyle yaptığı önemli tespit ve öneriler var. Bu konuda meslek yaşantımda edindiğim deneyimlerime ve gözlemlere dayanarak, bilirkişi açısından bazı hususları belirtmek istedim. Hamit Serbest, hamitserbest@gmail.com D P CBT 1217/ 18 16 Temmuz 2010 encerelere takılabilen bu çeşit metal lifli bir perde, örneğin baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgaları o pencerede önemli ölçüde tutsa da, bu ‘çok dar kapsamlı yerel perdeleme’nin, hem eve çeşitli yönlerden ve yerlerden giren dalgaların toplam etkisi yanında sınırlı kalması (ki toplam etki de zaten çok düşüktür) ve hem de insanların tüm zamanlarını o pencere arkasında geçirmemeleri nedeniyle, vücuda etkinin azaltılmasına önemli bir katkısı beklenemez. Baz istasyonları çevresinde yapılmış çok sayıdaki ölçümlere göre, bu dalgaların oluşturduğu etki (elektromanyetik güç yoğunlukları) uluslararası standartlara göre belirlenmiş olan sınır değerlerin genellikle yüzde 5’inden de azdır. Yazıda: “Bu perde takıldığı zaman, elektromanyetik dalgalar, yaşam alanımızda cep telefonu ile normal görüşme yapabilecek düzeyde zayıflatılmış olacak“, deniyor. Bu anlatım yanlıştır: Çünkü kulağa dayadığımız cep telefonunun bize etkisi, ölçümlere göre, baz istasyonunun etkisinden en azından 1000 kat daha çok. Çünkü cep telefonu kulağa birkaç milimetre yakın, baz istasyonu ise konuştuğumuz yerden onlarca metre ya da birkaç km. uzakta. Bir baz istasyonunun yayın gücü, cep telefonunkinden genellikle 100 ile 1000 kat daha yüksek olmasına karşın, baz istasyonundan 2030 m uzaklıkta bile etki büyük ölçüde azalıyor. Oysa perdeyle zırhlı pencere arkasında yapılan bir cep telefonu konuşmasında, dalgaların oraya çok daha az girebilmesi sonucu, cep telefonu, baz istasyonuyla iletişim kurmakta zorlanacağından daha büyük güçte çalışacak ve vücudumuz elektromanyetik dalgalardan daha çok etkilenecektir. (Perde olmadan da baz istasyonundan vücudumuza etki çok az, ancak cep telefonumuzun çalışabilmesi için sinyal yeterli). Bu nedenle ‘yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak’ için bu çeşit perdeli bir odada cep telefonu kullanılmaması, telefonun kapatılması doğru olur ve bunu perdeyi kullananlara söylemek gerekir. Ayrıca ilgili yazıda: ‘…ürünü kullanacak kişinin evi baz istasyonu yakınında bulunuyorsa, bu perdeyi taktığı zaman pencereden içeri giren elektromanyetik radyasyonu bin misli azaltır. Bin misli azaltmanın manası şudur; 30 metre yakınımızda bulunan bir baz istasyonunu pencereden giren radyasyon bakımından yaklaşık 1 kilometreye taşımış gibi oluyoruz’ deniyor. Hesapla doğru görünen bu yaklaşımın pratikte anlamı; zaten son derece düşük olan etkiyi (yani elektromanyetik güç yoğunluğunu) perdeyle daha da azaltmaya çalışmaktır. Elektromanyetik alan şiddeti baz istasyonundan uzaklaştıkça, uzaklıkla ters orantılı olarak azalırken vücudu etkileyen enerji aktarımı için önemli olan ‘elektromanyetik güç yoğunluğu’ bu uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak azaldığından, baz istasyonuna yakın yerlerde de etki son derece azdır. (510 mW/m2) Başka konularda olduğu gibi, radyasyon fiziğinde de, ‘mümkün oluğunca azaltmak’ (as low as possible) yerine, ‘mantıklı ise azaltmak’ (as low as reasonable) yaklaşımı geçerli olduğundan, çok çok düşük elektromanyetik güç yoğunluğunu daha da fazla azaltmanın bir önemi olmayacağı açıktır. Bugün örneğin Almanya’da da elektromanyetik dalgaların etkisini azaltmak amacıyla bu çeşit metal lifli perdelerin yanı sıra, metal lifli yatak, yorganlar ile elektromanyetik dalgalara karşı zırhlayıcı duvar ve çatı malzemeleri, metal katkılı çift pencereli camlar satılıyor. Bu çeşit malzemelerin ayrı ayrı zırhlama sağlamalarına karşın, bugün modern yaşam sonucu çeşitli yerlerde (evlerde, işyerlerinde, açık havada, spor tesislerinde, araba ve uçaklarda) isteyerek (cep telefonları, evlerde: radyo, TV, WLAN) ya da istemeyerek (bunların antenleri, yüksek gerilim hatları, trafolar) hedef olduğumuz elektromanyetik dalgalardan vücudumuzun etkilenmesi bütünüyle gözönüne alındığında, evde bir iki pencereye takılacak perdenin vücuda olabilecek tüm etkiyi azaltmadaki katkısının önemsiz ölçüde az olacağı anlaşılır. Kaldı ki tüm bunların vücuda toplam etkisi genellikle standartlarla belirlenen sınır değerlerin çok altındadır (*). Sınır değerlerin altında kalındığı sürece sağlığımızın olumsuz yönde etkilendiğiyle ilgili bilimsel olarak sınanmış, kanıtlanmış bulgular bugüne kadar, onlarca yıldır yapılmakta olan çok kapsamlı yoğun bilimsel araştırmalara rağmen elde edilememiştir (Aşağıdaki kaynaklara bkz.). Öte yandan sadece yapay kaynaklardan değil, kendi vücudumuzdan ve yeryüzünden yayılan doğal elektromanyetik dalgalarla’ (ısı dalgaları / kızıl ötesi ışınları) ve ayrıca uzaydan gelen doğal elektromanyetik dalgalarla iç içe yaşamakta olduğumuz da unutulmamalı. (*) Sınır değerler örneğin 2000 MHz dolayındaki UMTS baz istasyon sistemi için 61 Volt/m (alan şiddeti) ve 10 Watt/m2 (güç yoğunluğu). Vücuda 4 Watt/kg’lık enerji aktarımı vücutta 1 0C ‘lik sıcaklık artımı oluşturabildiğinden, bu, temel sınır değer olarak kabul edilmekte ve bunun da 50’de biri olan 0,08 Watt/kg halk için koruyucu sınır değer olarak uygulanmakta ki bu da, çok düşük bir sıcaklık artımı demektir. (0,020C ) Baş bölgesi için sınır değer ise 2 Watt/kg ki bu da 0,50C sıcaklık artımı oluşturabilir. Karşılaştırmak için: Hareketsiz durumda vücudumuz ortalama 80 Watt/70 kg = 1,2 Watt/kg’ lık bir enerji alış verişi yapıyor. Spor yaptığımızda, bisiklete bindiğimizde ise bu 35 Watt/kg’a kadar çıkıyor. Kaynaklar: 1. ICNIRP 16/2009 Raporu; 2. Cep telefonu kullanımı beyinde tümör oluşturuyor mu? CBT 22.10.2009 Y.Atakan; 3. Baz istasyonlarıyla ilgili internet sayfalarından alıntılar... Yanlışlar ve doğrular, CBT, 18.06.2010 Y.Atakan; 4. Cep telefonlarından yayılan elektromanyetik dalgalar vücudumuzu nasıl etkiliyor, Mart 2010 TÜBİTAK BT Dergisi, Y.Atakan evlet memuru iseniz hele üniversitede çalışıyorsanız bilirkişilikten pek kolay kaçamazsınız. Yargıçların taleplerini kurumlar karşılamak zorunda. Bu konuda en çok üniversiteler taleple karşılaşır, çünkü üniversiteler ve öğretim üyeleri, göreceli olarak, daha tarafsız ve güvenilir kabul edilir. Dolayısıyla, sizin uzmanlık alanınızla ilgili bilirkişilik gerektiren bir konuda üniversiteniz sizi görevi kabule ikna eder. Bazı durumlarda yargıçların kendi özel çabaları ile konunun uzmanına ulaşmaya çalıştığı da olur. Bilirkişi olduğunuzda davayla ilgili bir keşif tarihi belirlenir. Davanın tarafları, mahkeme heyeti ve bilirkişiler topluca dava konusu olan yere giderler. Yargıç davayı özetler ve dava dosyasının bilirkişileri ilgilendiren kısımlarını bilirkişilere zimmetle teslim eder. O anda yargıcın ve davalı tarafların karşısında bilirkişi olarak her şeyin cevabının sizden beklendiği hissine kapılabilirsiniz. Bu his sizi ürkütebileceği gibi çok yukarılara da çıkarabilir. Keşif anı bilirkişinin yargıcı ilk ve son görüşü olur, ama davalı taraflar değişik gerekçelerle bilirkişilere ulaşmanın yolunu bulurlar. Nasıl bir iletişim sistemi kullanılıyorsa, msn ve facebook, gibi sosyal iletişim ağlarının olmadığı dönemlerde dahi bilirkişinin akrabaları, okul arkadaşları, aile dostları, bulunur ve bu kişiler aracılığıyla mesaj gönderilir veya ziyarete gidilir. Bilirkişi, aradaki dostların hatırına, tüm bu girişimleri sakin ve nazik karşılamak zorundadır. Bu tip ziyaretleri özellikle bekleyen bilirkişiler var mıdır, denebilir. Tabii ki var ve yargıcın bu durumları bilmesi veya önlemesi de mümkün değil. Sonuçta bilirkişi veya bilirkişi heyeti raporunu yazar ve mahkemeye teslim eder. Raporda bilirkişinin bir sonuca varmış olması beklenir, yani davalı ve davacı taraflardan hangisinin haklı olduğunu teknik olarak açıklaması gerekir. Yargıcın ise ne o teknik açıklamayı anlaması mümkün ne de bilirkişi raporunun aksine bir karar vermesi... Aslında bilirkişi yargıcın yerine karar yetkisi kullanmaktadır, üstelik hiç bir sorumluluk taşımaksızın… Davalı taraflardan birinin bilirkişi raporuna itiraz etmesi üzerine veya kendi değerlendirmesine göre, yargıç yeni bir bilirkişi heyeti kurabilir. Bu süreç değişik nedenlerle defalarca tekrarlanabilir; örneğin bilirkişinin taraflardan birisi ile çıkar çakışması veya çatışması ilişkisi içinde olduğu iddiası yeni bir heyet kurulması için yeterlidir. Diğer taraftan, yeni bilirkişi önceki bilirkişilerin verdiği kararların dışında bir karar da verebilir. Yani bu süreç yılan hikayesine dönebilir, yargıçlar böyle bir sistemde davaları bitirmeyi nasıl başarıyorlar, bilmiyorum. 2005’deki yeni düzenleme ile ilgili kurumlara ve üniversitelere yapılan duyuru ile bilirkişi olmak isteyenlerin uzmanlık alanlarının da kaydedildiği bir bilirkişi veri tabanı oluşturuldu. Böylece, yargıçların bilirkişi seçimini kolaylaştırmak öngörülmüş olabilir. Ancak, burada bilirkişi olmak isteyenlerin uzmanlıklarının, sadece kendi beyanları ile belirleniyor olması tartışmalıdır. Bu uygulama, öğretim üyelerinden de bilirkişiliği “meslek” edinen insanların doğmasına neden oldu. Diğer taraftan, bilirkişilik ücretinin “kişisel gelir” olarak değerlendirilmesi ve döner sermaye mevzuatına tabi olmaması da bilirkişiliği oldukça cazip hale getirdi. Sayın Aşçıoğlu’nun ifade ettiği gibi sorun sadece yargının kuralları uygulamamasından mı kaynaklanıyor, emin değilim. Ama bilirkişiyim diyen kişinin görüş belirtirken kullanacağı yetkinin kendisine bir sorumluluk da yükleyeceğini bilmesi gerekir. Bunu sadece kötü niyet ile bağdaştırmıyorum, insanlar iyi niyetle de hata yapabilirler. Ancak, başkalarının haklarının söz konusu olduğu durumlarda iyi niyetli de olsa yapılacak hataların bir bedelinin olması gerekir. Belki hem yargıçların işini kolaylaştırmak hem de bilirkişilerin hata yapma riskini azaltmak için hazırlanacak raporun sözlü olarak sunulması ve yargıç ile taraflara soru sorma fırsatı tanınması düşünülebilir. Böylece, tarafların sabrını ve inancını bitirmeden de belki adaletin sağlanması mümkün olabilir.