Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Yanıtsız Sorular Birikirse... Günlük felaketlerin sayısal ağırlığı toplumun üzerine şelale gibi yağmaya başlayınca halk nereye sığınır? Eğer ölüm sadece ölenin ailesini yakan ve toplumun törenlerle geçiştirdiği bir olay olursa, ve bu olay birkaç günde bir yinelenirse, o toplum nasıl bir psikolojinin pençesine düşer? Bu nasıl bir uygarlık göstergesidir? Eğer trafikte her gün 2030 kişi ve yılda binlerce kişi yaşamını yitirirse; eğer madenlerde yılda yüzlerce kişi yaşamını yitirirse; eğer kentlerde inşaatların %70’i kaçak olursa, toplum idarecilerden önlem almalarını istemez mi? Eğer Amerika’daki Meksikalılar her ay yüz Amerikalı asker öldürüp Meksika’ya kaçsaydı Amerikan Devleti ne yapardı? Bu sorular sorulmaz ve sorulduğu zaman yanıt verilmezse sağlıklı bir toplumdan söz etmek olası mı? ürt sorunu bağlamında bir televizyon programını izleme cesaretini gösterdim, ve azabını da yaşadım. Beylik sözler dışında toplumu hançerleyen cinayet dehşetinden söz etmediler. Anlaşılan insanlar, ve bütün sorumlular kendi vatandaşlarının ölümünü kanıksamışlar. Bu adamların bir bölümü ölü sayısından domates fiyatı gibi söz ediyorlardı. Gazete sayfalarında mangalda kül bıSadece sorun üretiyoruz, rakmayan birtakım insanfakat ne doğru soru lar seyrettim. Oturuma fikir alışverişinde bulunsoruyoruz, ne de yanıt maya geldiklerini varsayıvermeye cesaret ediyoruz. yorsunuz. Oysa bir bölümü Yanıtsız biriken sorunlar sadece kendi eşsiz olduğunu sandıkları monologlakaos habercileridir. rını dinletmeye gelmişlerTürkiye’de kaç Kürt var, ne di. kadarı kentte, ne kadarı Televizyonlar ve gazete köşelerinin bu konuköyde, ne kadarı Doğuda, şanlara kalması, sınırlarda ne kadarı Batıda, ne kadarı şehit vermek, yollarda her zengin, ne kadarı fakir, ne ay binlerce insan kaybetmek kadar acı. kadarı okumuş, ne kadarı Televizyonda oturumu okumamış, ne kadarı işsiz, idare eden kişi, konuşmane iş yapıyorlar; bu cılara ‘zaman bitiyor, çözüm ne?’ diye soruyordu. soruların bir tanesinin Sanki beş kişi bir araya geyanıtını biliyor musunuz? lip Kürt sorununa yanıt K bulacaklarmış gibi. Oysa en can alacak sorunları bile dile getiremiyorlar, ve birisi değinirse ona da kulak vermiyorlardı. Önerileri mantık yapısı bir fiskeye bile dayanamayacak kadar mantıksız ve gerçeklerden uzaktı. Bu pandomima bir sonuca ulaşmadı. Türkiye’de Kürt sorunu ve daha pek çok yanıtı olmayan sorun, kişi ve partilerin sorunları değildir. Bugünden yarına çözümü olmayan ortaçağ kalıntısı toplumsal sorunlardır. İçeriksiz bir politik söylem yumağı, bu sorunların karmaşık yapısını açığa çıkaramıyor. Partilerin bunları keskin çizgilerle anlatması, tavırlarını belirtmeleri, ve tartışmaya da açık olmaları gerekir. Oysa sadece sorun üretiyoruz, fakat ne doğru soru soruyoruz, ne de yanıt vermeye cesaret ediyoruz. Yanıtsız biriken sorunlar kaos habercileridir. Türkiye’de kaç Kürt var, ne kadarı kentte, ne kadarı köyde, ne kadarı Doğuda, ne kadarı Batıda, ne kadarı zengin, ne kadarı fakir, ne kadarı okumuş, ne kadarı okumamış, ne kadarı işsiz, ne iş yapıyorlar; bu soruların bir tanesinin yanıtını biliyor musunuz? Gerçi yaşam tekerleği dönüyor. İnsanlar şikâyet etseler de yaşamak içgüdüsü her şeyden daha güçlü. Düğüne gidiyoruz. Okula gidiyoruz. Tatile çıkıyoruz. Lokantaları, çarşıları dolduruyoruz. Gökdelenler yapıyoruz. Devletimiz, hükümetimiz, meclisimiz var. Tarım kötü ama, pazarlar, alışveriş merkezleri dolu. İşsiz milyonlarca ama, her tarafta yeni yapı, lüks konut ve otomobilden geçilmiyor. Yılda ortalama bir kitap okumayan toplum yılda on bin kitap basıyor, yirmi milyondan fazla öğrencisi var. Fakat sokaklar, açlık ve işsizlikten baş ka hiçbir çelişkinin farkında olmayan milyonlarla dolu. Bilinci donmuş bir garip toplum. Ölen ve yaralanan askerler bir yanda, Bebek ya da Beyoğlu kahvelerinde dünya ile ilgisiz kalabalıklar bir yanda. Kaygısız bir reklam dünyası, felç geçiren bir kapitalist sömürü dünyasının ortak manzarası olarak sahneleniyor. Dünya da böyle görünüyor. Amerikalılar Haiti’nin yüz binlerce ölüsünü düşündüler mi? Müslümanlar ölen bir milyon Iraklının hesabını mı sordular? Avrupa tutuşan eteğini söndürürken, Türklerin şehitleriyle mi ilgileniyor? İnsanlar ortak dertleri olduğunu anımsayıp, çözümün ortak çaba ile gerçekleşeceğini düşünemedikleri zaman sefaletin, ölümün işi de kolaylaşıyor. Dünyanın nüfusu arttıkça toplumlar kendi dertleriyle baş başa kalıyorlar. Herkes kendi mezarını kazacak bu gidişle. Bizim toplum kendi evinde kavgaya dalmış, ya da daldırılmış, sorunların doğasını bile anlamıyor. Önce kazalarda, cinayetlerde, terörde ölenlere, açlık ve sefalet çekenlere acımasını öğrenmek gerek. Ölenler, gazete sayfalarının rakamlarına indirgenmeyecek. Sorunlar içeriksiz polemikler, sen ben kavgası olmaktan çıkacak. İnsanlar ortak bir tanım ve amaçta birleşecekler. Sonra ortak eylem yapacaklar. Fakat bu ortak akıl ve irade nerede oluşacak? Ve nerede buluşacak? Altmış yıl sorun üretip, raflara kaldırmışız. Eğitimini sadece diploma ile kanıtlayan, dünyadan habersiz kırsal kültürlü köylü politikacılar ordusu yaratmışız. Yaptıkları da demokrasi imiş. Sevgili okuyucular, Türkiye’de neredeyse cinayet olarak tanımlanacak insan kayıpları teknolojinin verdiği olanaklarla onun kullanılmasını düzenlemeyen disiplinsiz toplum arasındaki uyuşmazlıktan kaynaklanmaktadır. Ama kayıp çok. Daha duyarlı ve insancıl olmaya gereksinme var. Acımak, bir uygarlık göstergesidir. Bir Müslüman ya da Hıristiyan gibi acıyamıyorsak, bir insan olarak acımalıyız. Üzüntümüz toplumsal tepkilere yansısın. Vurdum duymazlık aptallıktır. Ve insancıl değildir. Türkiye’nin en büyük kentinde bir dağ köyü gibi sellerde boğulanlar, yollarda bilgisizlik ve kontrolsüzlükten günde onlarcası ölen şoför ve yolcular, bir grizu faciasında düzine ile ölen maden işçileri, şantiyelerin düzensizliğine kurban olan işçiler, şimdi moda olan tabiri ile asimetrik çarpışmalarda hazırlıksız yakalanarak bayraklara sarılı törenlerde toprağa verilen genç askerler; ülkenin bir acil hastane ünitesi haline getirildiğini gösteriyor. Vurdumduymazlık sadece cehaletten kaynaklanmaz. Acıma hissini kaybeden bir toplum dayanışmasız, yani dayanaksız, kırılgan bir toplum olarak kalmak zorundadır. Tayfun Akgül 15 Oyunda Devrialem Bir Matematik Bilimkurgusu Yazan Ali Yalman, Resimleyen Ebru Öztaylan Büyülü Fener yayınlarından ilginç bir matematik kitabı yayımlandı. 12 yaşından büyük her yaştan genç ve yetişkinin büyük bir zevkle bir bilim kurgu oyunu sistematiğinde okuyacakları ve oynayacakları bir matematik oyun kitabı. Kitabın kurgusu şöyle: Uzaylıların dünyayı ele geçirme çalışmalarını boşa çıkarmak için dünyalı canlıların matematik oyunu oynamaları gerekiyor. Doğru oynarlarsa, kazanacaklar ve dünyayı kurtaracaklar. Kitapta kolay anlaşılır, öğretici, düşündürücü 15 oyun kurgulanmış. Bu 15 oyun dünyanın çeşitli bölgelerinde oynanıyor. Sonuncu oyun ise bütün evrende oynanan bir hayat oyunu; Bu oyunda amaç evrende barışı kurmak. Kitap matematiği oyuna dönüştürerek keyifle hale getirmiş. Yazar, kitabı, matematiği sevenlere eğlenceli bir oyun sunmak, sevmeyenleri de sevenler arasına katma amacıyla yazdığını, Haluk Oral, Ali Nesin gibi tanınmış matematikçilerimizden de destek alındığını belirtiyor. (www.alfakitap.com) CBT 1217/2 16 Temmuz 2010