24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Cumhuriyet kolay kurulmadı! “Mesaili hayatiye”de bir devrim süreci Salih Özbaran* – Zeki Arıkan* “ 3 Devlet Hastanesi’nde 950 yatak, 6 Belediye Hastanesi’nde 635 yatak, 45 Özel İdare Hastanesi’nde 3450 yatak (çoğu XX. Yüzyıl başında İl Özel İdareleri’nce açılan Memleket Hastaneleri), özel, yabancı ve uzmanlık hastanesinde 2402 yatak vardı ve 554 doktor görev yapıyordu. Devlet, üniversite, belediye ve özel idarelere ait sağlık kurumlarının ve sağlık çalışanlarının az sayıda olması sebebiyle halka yeterince sağlık hizmeti verilemiyordu. Özel sağlık kurumlarının hemen hepsi yabancılara ya da azınlıklara aitti. Bunlar birkaç büyük kentte toplanmıştı ve ülke halkının sağlığına hizmetleri yok denecek kadar azdı. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren sağlık hizmetlerinde hastane yapımı dahil sağlığın korunması ve sağlık koşullarının düzeltilmesine birinci planda önem verildiğinden hemen bir durum tespiti yapıldı ve ihtiyaç görülen yerlere yeni sağlık kurumlarının yaptırılması, varsa onarılıp yenilenmesi ya da ek binaların inşasına başlandı. Yeni hastaneler, senatoryumlar, bulaşıcı ve salgın hastalıklar hastaneleri, doğum ve çocuk bakımevleri vb için bütçeden önemli paralar ayrıldı”. Bu satırları, son zamanlarda İsmet İnönü ile ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin mevcut başbakanının ve onun görüşleri doğrultusunda düşünce aktaran “medya”ya yapışık ve dinlemekten usandığımız, tarih bilgisi yoksunu, Cumhuriyet sürecinden intikam almaya çalışan ukalanın ezberden okudukları “inciler”e karşı olarak aktarmak istedik. Tarihçiler olarak mesleğimizin haysiyetini savunmak istedik. Ege Üniversitesi’nin (yeni emekli olan) mütevazı bilgini Dr. Eren Akçiçek ve aynı üniversitede Coğrafya profesörü Mustafa Mutluer’in hazırladıkları, kısa bir zaman önce Ege Üniversitesi yayınları arasında çıkan 965 sayfalık Atatürk Dönemi Sağlık Tarihi Kongresi (19201938) bildirilerinden aldığımız bir paragrafı yansıttık. Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr OLGULARI ÇARPITAN TARİHÇİLER Osmanlı’dan devralınan böyle bir olumsuz tabloyu değiştirmek için hemen nasıl harekete geçildiğini, yaşanan sürece tanıklık eden belgelerle Cumhuriyet’in ilk on beş yılı içinde ülkenin mimari üslupları ve estetik görünüşleriyle memleket ve numune hastanelerinin kentleri nasıl donattığını günümüzde Cumhuriyet’i her fırsatta yeren bir iktidara, onun yörüngesine giren “medya”daki saptırılmış tarihçiliğin aksine ortaya koyan tanıklığı sergilemek istedik. Ve böyle bir sağlık devrimi sürecinde Başbakanlık koltuğunda oturan sorumlu kişinin İsmet (Paşa) İnönü olduğunu hatırlatmayı da uygun gördük. Andığımız eserin ne denli faydalı bir kaynak kitabı olduğunu vurgulamak değil buradaki amacımız ne de anılan süreçte sağlık sorunlarının nasıl hakkından gelindiğini yansıtan müstesna bildirilerin tıp dünyasındaki yerini saptamak. Tarihçiler olarak, üzerinde durmak istediğimiz husus, son yıllarda inanılması güç bir takım tarihsel dedikodularla yıpratılmaya çalışılan Cumhuriyet döneminin o olağanüstü Atatürk sürecine sıçratılmak istenilen lekelere karşı sağlık dünyasından nasıl bir yanıt verilebileceğini ortaya koymaktır. O süreci yok saydırmaya çalışacak, ona “karabasan” damgası vuracak, hatta “Osmanlı’dan sonra tufan” yaftasını yapıştıracak kadar ileri giderek, kendilerini Osmanlı özlemiyle tutuşturma çabalarına çanak tutan entellektüellere, kimi “medya akılları”na ve siyaset arenasında cirit atanlara karşı kocaman bir cilt ile bir sosyal tarihin sağlam kanıtlarıylaCumhuriyet’in ne tür bir tıp labirentinden geçtiğini göstermektir. Tarihin terazisini saptırmak, ona tek taraflı sıklet yükleyerek böyle bir bilgi ve sanat alanını keyfi ve yetkisizce kullanmak isteyenlere karşı bir tepkidir. Kuruluşuyla birlikte yepyeni bir döneme giren, tabii ki Osmanlı rejiminden gelen birikimleri de kullanan bir Cumhuriyet’in özellikle ilk 1520 yılı içinde çeşitli alanlarda çağdaş dünyayı yakalamak için yapılan devrimleri hazmedemeyen ve kendilerine güya “2. Cumhuriyetçi” de denilen bir reaksiyon grubunun, kimi tarih amatörlerinin ve bazı medya takımının, sözünü ettiğimiz yıllardan 21.yüzyılın demokrasisini beklemek gibi bir anakronik sarsıntısı geçirerek tarihçilik yapma girişimlerinde bulunanlara, tarihçiliğin konuları arasında çok önemli sayılan sağlığın da girdiğini hatırlatmak istiyoruz. Kuruluş ve genişleme yüzyıllarını, yani ortaçağ özelliklerini yansıtarak, daha sonra kimi zaman “Batı”nın kurumlarını yakalama çabası içine girerek, ancak zamanındaki çağdaş değerlere erişmede geç kalmış olan bir imparatorluktan, böyle bir açığı kapatma, modern ve bağımsız bir devlet kurma, bireysel düşünebilme ve çok partili demokrasi olanaklarına fırsat verme çabası içinde olmuş bir sürecin ne tür zorluklarla başa çıkmaya çalıştığını ve nelerle meşgul olduğunu göstermeyi umuyoruz. Kısaca ifadelendirmemiz gerekirse, burada özellikle vurgulamak istediğimiz şey, Türk tarihçiliğinde son yılların modasına uyup 8090 yıl öncesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve gelişme sürecinde yaşanan olayları sadece tekpartili/çokpartili formatına oturtarak ve bu sürecin bu anlamda dahi katettiği mesafeyi kenara iterek, yapılmak istenen tarihçiliğin basitliğini ve güdüklüğünü dile getirmektir. İtiraz etmeye çalıştığımız şey, yapay, etnik ve din ekseninde dönmeye çalışan, etkili devletlerin strateji yansımalarının tesirinde kalan ve mevcut iktidarla bütünleşen kimi yaklaşımların basitliğidir, bu yöndeki saptırmalardır; geçmişi deşelerken tarihçilik ilkelerinin ve medyada bu mesleğin taşeronluğunu yüklenmiş olan aracıların, kendilerini nasıl yüzyıllar öncesindeki tarihçilik etiğine sıkıştırma çabası içinde olduklarını sergilemektir. Maksadımız, 19201938 yıllarını kapsayan halk sağlığı sorunlarını tarihçilik değerlendirmesine yerleştirmek, böylece halk yığınlarını ilgilendiren bir konuyu hatırlatarak tarihin ufkunu genişletmek ve nasıl bir mücadele ile varlık nedenlerini kanıtladıklerını göstermektir. Böyle bir devrim sürecini yok sayıp Osmanlı dünyasında oturmak isteyenlerin inanılması güç yorumlarındaki ve hayal güçlerindeki sakatlığı ve saptırmayı anımsatmaktır. Günümüzde iktidar koltuğunda oturanların bu iktidarlarını her ne pahasına olursa olsun koruma amaçlarını gerçekleştirmek için dayandıkları “tarih” meşruiyetinin sakatlığını kanıtlamaktır aynı zamanda. Sıcak Yaz Günlerine Kısa Sözler* “ Körkütük mevzuatçı… Anlam, verdiğimiz bir şeydir. Çok pahalı bir kalemi olup da yazacak bir şeyi ya da kimsesi bulunmamak gibi… Birden fazla Donkişot mümkün mü? Olmayanlar için “evet”. Nerede ayağını yere basıyorsan, orada yapacak bir şeyler var. Hukuk başkayı öteki yapmaz. Doğru işleri iyi yapmaktan daha iyi bir şey yok. Sinopu Diogenes şimdi avuç avuç su götürüyor yanmış kavrulmuşlara. Açıklayabilmek yetiyor mu? Yasalar yazıldığı gibi değil, okunduğu gibidir. Biz insanız. Birbirimizin bacağından asılırız. Düşündüğünden fazlasını oku, okuduğundan fazlasını düşün. Gerekçe yazmaya hali vakti olmayan yargıçlarla yıkılır bir ülke! Yargıç özgür değilse, bir cehennemdir o. Niyetsiz düşünmek… Kitapların arasında herkesin bir duruşu vardır. İnsan olmak pek az ve çok belirsiz geliyor. İlk bakışta görünen sonradan belirsizleşiyorsa bize kötü şeyler oluyor demektir. Her hukuk açık ya da gizli az ya da çok onurumuza dokunur. Köpek efendisini kendisi seçer. Niyetsiz görmek… Ethos olmadan Ethik olmuyor. Azınlık olamayan, çoğunluk olamaz. Sürünün içerisinde sürünür gider. Felsefeden bir şey bekleme. O senden bekliyor. Bilgelik geniş tabanlı yüksek bir koni gibidir. İyi bir uzmanlıksa bunun derinlemesine olanıdır. Uçlarda olgunlaşırlar. İnanmadığı şeyleri yapmaktan inanacak bir şeyi kalmamak... İyileşen hastalık iyileştiren hastalık... Çaresiz dert başka dertlerimizin çaresi… Orman direnirse balta girmez olur. Kahramanlarınızın heykelini ne denli büyük ve yüksek yaparsanız o denli çabuk yıkılır. Hiçbir yazı umutsuz okunmuyor. Umutsuz da yazmamalı. En alttaki taş niçin ezilmiyor da insan eziliyor? Rahibe, son çareler yasal değildir, diyordu filmin öteki kahramanı. Çünkü yasaları bu çareye zorlayanlar yapıyor. Düşmanlık edene sen etmezsen yarım düşman olur. Anlam savaş alanı Bugüne net görebildiğin bir gelecekten bak. İnsan vicdanıyla öğrenir. Vicdanına göre eylemeye cesaret edemeyen vicdansızca eylemeye cüret eder. Zor karşısında özgürlük bir zorunluluktur. Adalete ve insana fiyat biçilebildiği yerde hayatın hiçbir değeri yoktur. Bazı suçları işlemelidir. Birikime bilinç, atılıma cesaret! Söz, eylemden sayılmasaydı savcılar peşimize düşer miydi hiç! Görevli değil ödevli… Yaradığımız şey inandığımız şey oldukça yanlış bir şey yapıyor olmayız. İnandığımız şeyin doğru olup olmadığını bilmek içinse yanlış olduğunu söyleyenlere kulak kesilmeliyiz. Umarım yeterince yanlış anladık. Söylerken yapmalı da. Siyasette söyleyen kişiye, düşüncede söylenen söze bakmalı. Sırrım varsa, varım. Her laf her ağza yakışmaz. Özgürlüklerimiz özlemlerimiz, özlemlerimiz özümüz… Dost fotoğrafları bir yolculuğu başlatır aldığı ilk ışıkla sevinçten hüzne… Farkında olan farklı oluyor.” *Henüz yayımlanmamış “Flu(x)us – V. Bir Denizin Kıyısından Bir Avuç Çakıl Taşı”mdan. “MESAİLİ HAYATİYE” (YAŞAMSAL SORUNLAR) Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı günlerde sağlık işlerinin bir bakanlık çerçevesinde örgütlenmesi rastlantı değildir. Devletin kurucusu Mustafa Kemal, kişi sağlığının, dolayısıyla sağlam bir toplum yaratmanın “olmazsa olmaz”ına inanmıştı, onun bilincindeydi. Kendisinden yüzlerce yıl önce bir bilgenin söylemiş olduğu “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” deyişini yinelemesi, beden ve ruh sağlığı arasında bir bağlantı kurması da çok anlamlıdır. Onun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dördüncü toplanma yılını açarken (1 Mart 1923), “Efendiler, nüfus meselesi bir memleketin en mühim mesaili hayatiyesindendir” demesi, üzerinde önemle durulması gereken bir uyarıdır. Bu bağlamda Türkiye’yi çağdaş bir yörüngeye oturtan köklü değişimler zinciri içinde sağlık alanında yapılanlar, sözün tam anlamıyla bir devrim niteliğindedir; Başbakan’ın, bakanların ve çevresindekilerin de canlarını emanet edegeldikleri bir devrim. Dileriz, bu süreci eleştirenler atalarının hayatlarını nelere borçlu olduklarının bilincine varırlar, demokratik beklentilerinde Cumhuriyet tarihinin kendilerine bahşettiği olanakları bir çırpıda silip atmazlar. Unutulmamalıdır ki siyasetin oldu bitti kararları ve ortalıkta gezinen fırsatçılar, tarihçinin terazisinde her zaman tartılacaklardır. İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetenlerin adalet duyguları, ciddi tarihçinin arşivinde ve toplum belleğinde utanarak saklı kalacaktır. * Emekli tarih profesörü, İzmir CBT 1217/ 19 16 Temmuz 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle