Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) DEJAVU: Ben Bu Anı Daha Önce MİY sürecinde “M”üşteri olarak yerini almış olan birey Web 2.0 ile birlikte “S”osyalleşme sürecine yenik düşecek gibi. SİY haline gelmiş bir süreçte bireyden çok onun “sosyalleşme” özelliği ve sonuçları önem kazanacak. Yaşamıştım! Müşteri Zararlısı Olma; Sosyalleş Müşteri İlişkileri Yönetimi (MİY, CRM) bazlı teknolojik yatırımlar ve bunların getiri olarak geri dönüşü iş dünyasında rüştünü ispat edememiş bir olgudur. Bu biraz da işin kapsamının nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğini tam tanımlayamamakla ilgili. Akdenizliliğimizin verdiği acelecilik sağolsun bu tür süreçlerde sonuca adım adım ulaşmayı başarı kriteri olarak benimsemekte güçlük çekeriz. Başkalarının aylar ya da yıllarca süren çalışmaları sonucunda ulaştıkları sonuçları biz bir günde elde etmek isteriz (“Neyse parası verelim!”). Yine de özellikle perakende ve bankacılık sektörü bu alanda önemli gelişmeler kaydetmiştir. Perakendecilikteki sepet analizi ya da bankacılık sektöründeki çarpraz satış ya da ek satış kampanyaları özünde analitik MİY çalışmalarının sonucuna dayanır. Web 2.0 ile karşımıza çıkan dijital dünyanın sosyalleşmesinin MİY süreçlerine de “bulaşması” ise kaçınılmazdı. Nitekim Mart ayı içinde ABD menşeili Altimeter Group’un MİY ile ilgili yayınlamış olduğu yeni bir rapor bu alanda yaşanmakta olan devrimsel dönüşümün tespit edilmesi açısından öncü bir çalışma niteliğinde. Bu alandaki genel temayülden farklı olarak rapora internetten “ücretsiz” olarak erişmek mümkün. Rapor özde MİY sürecinin sosyalleşmekte olduğunun altını çiziyor. Bir başka deyişle sMİY evresine girmiş durumdayız. Sosyal Müşteri İlişkileri Yönetimi. Hatta rapor daha da ileri giderek, gelecekte bunun “MİY’i Sosyalleştir” sürecinden geçerek SİY haline geleceğine işaret ediyor. Yani Sosyal İlişkiler Yönetimi. MİY sürecinde “M”üşteri olarak yerini almış olan birey Web 2.0 ile birlikte “S”osyalleşme sürecine yenik düşecek gibi. SİY haline gelmiş bir süreçte bireyden çok onun “sosyalleşme” özelliği ve sonuçları önem kazanacak. Gündelik hayatta bu ne anlama gelmekte? Basit. Bunca “akademik” ya da “havalı” görünen açıklamalar özde bireyin bir ürün ya da hizmet alırken vereceği kararın dijital ortamdaki sosyalleşmesi sonucunda şekilleneceği anlamına geliyor. Hani eskiler hastalandıklarında hangi ilacı alacaklarını sözüne itimat ettikleri akraba, arkadaş çevresine sorarak belirlerdi ya şimdi onların torunları hangisini alayım diye bir sonraki cep telefonunu seçerken Facebook ya da MSN’de tanışmış olduğu, dünyanın öbür ucunda yaşayan, “dünya gözüyle” yüz yüze bile gelmemiş oldukları “arkadaşlarının” tavsiyelerini dikkate alarak karar verecek. MİY dünyası daha birey ile hizmet sunan kurum arasındaki ilişkilerin belirlenmesi, yönlendirilmesi, proaktif faaliyetlerde bulunulması süreçlerinde yerleşmiş bir olgu haline gelmeden karşımıza bir de dünyanın dört bir yanından yapılacak bombardıman çıktı. Bazı öncüler farklı bir yol seçerek, dünyanın dört bir yanındaki arkadaş kitlesinin bir parçası olmayı ve bireylere “bunu al, bu iyidir” mesajını bilinçli olarak vermeyi standardlaştırmaya çabalamakta. Bu etik sınırın hemen bu yanında duranlar ise doğrudan bu sürece girmek yerine bu ortamlarda konunun konuşulması, tartışılması, değerlendirilmesi, malzeme haline getirilmesi amaçlı faaliyetlerde bulunuyor. Ancak bunlar belli ki pek fayda etmeyecek süreçler. Bireyin özgür bir şekilde daha önce aynı yoldan geçmiş birilerini bulup ona danışarak hareket etmesi, amacı o ürünü satmak olan yetkili birine sorarak karar vermesinden daha sağlıklı görünüyor. Tabii yaşı tutmayan dijital göçmenlerin aklına derhal şu soru gelecektir: “Peki sosyal ağlarda “kanaat önderi” pozisyonunda yön gösterici olacak bireylerin objektij yorum yapacağını kim garanti ediyor?” Cevap : Hiçkimse! Bu cevabı idrak edenler, yaşı tutmasa da 20 yaşının altındakilere verilen madalyayı kendisine de yakıştırabilir: “Ben de ruhen bir dijital yerliyim” diyebilir. (http://www.altimetergroup.com) Çoğumuz bazen gördüğümüz bir insanı daha önceden tanıdığımızı veya gittiğimiz bir yerde önceden bulunduğumuzu zanneder ve bunu nereden çıkardığımızı uzun uzun düşünürüz. Genellikle de sorumuzun yanıtını bilemez, sonunda “bir yerden tanıyorum ama neyse” der geçeriz. İşte bu bizim üstünde durmadığımız soru, sinirbilimcilerin yıllardır hakkında araştırmalar yaptığı “dejavu” kavramının ta kendisidir. Buğu Usanma Koban D éjà vu sözcüğü, Fransızca “daha önceden görülmüş” anlamına gelen ve durumu tam olarak ifade etmesi sebebiyle tüm dünyada bu şekliyle kullanılan bir terim. Biraz daha açacak olursak dejavu, yaşanan bir olayı yeniden yaşama veya görülen bir yer ya da kişiyi önceden görmüş olma hissidir. Aslına bakarsanız dejavu genel başlığı altında 3 farklı tip yeniden görme söz konusu olabiliyor. Bunlardan en sık karşılaşılanı “déjà vécu” yani “daha önce yaşanmış”. Örneğin bir sohbet esnasında karşınızdakinin verdiği cevap, yüzündeki ifade size çok tanıdık gelebiliyor ve size “Ben bu anı daha önce yaşamıştım sanki!” dedirtebiliyor. İkinci tip, duyulardan bağımsız, tamamen mental bir durum olan “déjà senti”. Anlamı “daha önce hissedilmiş”. Bunda da bir olay karşısında daha önce yaşadığınız başka bir olayla bağdaştırmaksızın içinizde uyanan his size çok tanıdık gelebiliyor. Son tip ise oldukça nadir görülen ve olayın parapsikolojik yanını kuvvetlendiren “déjà visité” yani “daha önce gidilmiş”. Burada da kişi, örneğin daha önce hiç gitmediği bir alışveriş merkezinde tuvaletin nerede olduğunu eliyle koymuş gibi bilebiliyor. Bu son tip, halen üzerinde en az çalışılmış ve hakkında en az bilgiye sahip olduğumuz dejavu şekli. Cognition. 62(3):2469, 2006). Hippocampus NEOKORTEKS VE HAFIZA BİRBİRİYLE ÇATIŞIYOR! 2007 yılında yapılmış bir araştırmada ise, durumun tamamen beynin tanıma ve hafıza bölümünün çalışmasıyla bağlantılı olduğu belirtiliyor (McHugh TJ, Jones MW, Quinn JJ, Balthasar N, Coppari R, Elmquist JK, Lowell BB, Fanselow MS, Wilson MA, Tonegawa S. Dentate gyrus NMDA receptors mediate rapid pattern separation in the hippocampal network. Science. 317(5834):949,2007) . İste bu son teori şu an en çok kabul gören verileri içeriyor. Araştırmaya göre dejavu mekanizması ile beyindeki tanıma mekanizması birbiriyle yakından ilişkili. Tanıma mekanizması içinde iki farklı işleyiş şekli var: Hatırlama ve aşina olma. Hatırlama olduğunda, geçmişle o anın bağlantısını hemen kurabiliyoruz. Örneğin markette bize tanıdık gelen adamı daha önce otobüste gördüğümüzü hemen çıkarıveriyoruz. Ama aşina olduğumuz kişiyi nereden tanıdığımızı bir türlü bulamıyoruz. Beyinde hipokampus isimli hafıza merkezinde, özellikle anlık hafızadan sorumlu bölge olan dentat girus, gördüğümüz ya da yaşadığımız bir şeyi bilgisayar gibi kaydediyor. Bunu yaparken de onu görsel, işitsel, zamansal ve daha birçok modele ayırıyor. Böylece mental bir harita çıkarılmış oluyor ve gelen yeni veriler bu haritada yerlerine yerleşiyor. “Pattern separation” denen ve belli bir gen sayesinde çalışan bu sistemin içinde bazen çok benzeyen fakat aynı olmayan parçalar üst üste gelebiliyor ve bu çakışma bir tür bulanıklığa sebep oluyor. İşte bu bulanıklık dejavuya yol açıyor. Dolayısıyla hipokampusumuz “sen bunu daha önce gördün” derken neokorteksimiz “hayır, görmedin” diyor. Ve bu çatışma dejavunun birçok kişi tarafından garip ve rahatsız edici bir his olarak algılanmasına sebep oluyor. Dejavunun ayrıca yaşlanma ve birtakım hastalıklarla da ilişkili olduğu biliniyor. Örneğin Alzheimer hastalığında dentat girus hücrelerinde hasar ve azalma meydana geldiğinden, haritalama işleminde sorun oluyor ve algılarda daha çok parça çakışarak, daha sık yaşanmışlık duygusu meydana getiriyor. Bunun dışında temporal lob (hafıza ve işitme merkezi) epilepsilerinde de nöbetin geleceğini işaret eden belirtilerin olduğu “aura” evresinde dejavular görülebiliyor. Kısacası, hafızanın yan etkisi olarak da adlandırabileceğimiz dejavu hakkındaki araştırmalarda son yıllarda kat edilen yol sayesinde, konuya bilimsel açıdan yaklaşım gitgide önem ve güven kazanıyor. Bu yolda aydınlanan her mekanizma aynı zamanda hafıza ve tanıma ile ilgili hastalıkların tedavisi için de yeni fikirler doğmasını sağlıyor. 6. HİS Mİ, HAFIZA HATASI MI? Peki, neden bu his bazılarımızın başına rahatsız edici derecede sık gelirken bazılarımız bu olayı hiç yaşamıyor? Bu bir 6. His ya da doğaüstü güç örneği mi, yoksa tamamen beyin fonksiyonlarıyla ilgili, bilimsel olarak açıklanabilen bir durum mu? Birçok kişi bunun Hinduizm, Budizm gibi inanışlarda var olan samsara (yeniden doğma) kavramıyla ilgili olduğunu düşünüyor. Fakat bilim adamlarına göre durum hiç de öyle değil. Dejavunun oluşum mekanizması ile ilgili şimdiye dek öne sürülmüş birkaç farklı teori var. Bunlardan ilki, beynin sağ ve sol yarımkürelerindeki bilgi aktarımı sırasında oluşan gecikmenin, aynı şeyi iki kez algılamaya yol açması. Bir diğer teoriye göre ise dejavu, bir şeyi gördüğümüz anda sağ ya da sol gözden gelen uyarıda, saniyenin binde biri kadar da olsa bir gecikme meydana geldiğinde, beyin iki ayrı sinyal alıyor ve bu da aynı şeyi iki kez görmüş hissi yaratıyor. Fakat bu iddia 2006 yılında yapılmış bir çalışmada, kör bir kişinin dokunma, koku ve işitme duyularıyla ilgili dejavu yaşadığının kanıtlanmasının ardından geçerliliğini yitirmeye başladı, çünkü bu olay için görme yolarının çalışmasının şart olmadığı gösterilmiş oldu (O’Connor AR, Moulin CJ. Normal patterns of deja experience in a healthy, blind male: Challenging optical pathway delay theory. Brain and CBT 1201/ 12 26 Mart 2010