16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir yıldız kayarken, Facebook ne anlam ifade ediyor? Büyük Bir Rektörün, Büyük Bir İnsanın Ardından 16 yıl İTÜ Rektörlüğü yapan Kemal Kafalı, kendisine gelen “üniversiteden atılacak” listesini kaptığı gibi Evren’e gitti: “Paşam, benim elime bir liste geldi, İTÜ’den ihraç edilmesi istenen komünist hocalar. Bunları ihraç etmek isteyebilirsiniz. Ben buraya iki mektupla geldim. Biri aklın yolu: Bu insanlara dokunmama emrini içerir. Diğeri ise benim istifam.” A. M. C. Şengör Hızlı araştırma temposu, dersler falan derken, doçent olmayı ihmal ediyordum. Bir gün Kemâl Hoca bizim fakülteye bir toplantı için gelmişti. Koridorda karşılaştık, bana merhaba bile demeden «Doçentlik işini ne yaptın?» diye sordu. Bu dönem müracaat etmeyi unuttuğumu, gelecek dönem hatırlamaya çalışacağımı söyledim. «Bak şimdi Erdoğan’ın odasında toplantıya giriyorum. Hemen belgelerini toparla bana toplantıdan sonra teslim et» dedi. Ben de kendisine sürenin geçmiş olduğunu, kendisinin bu konuda rahatsız olmasını istemediğimi söyledim. «Orası seni alâkadar etmez» dedi, «sen dediğimi yap.» Peki deyip istediklerini hazırlayarak kendisine teslim ettim. Gerçekten de o dönem doçent oldum. Doçent olmakla kalmadım, doçent olmadan 30 yaşımda bilim ödülü aldım. Bilim Ödülü girişimini yapan gerçi Cengiz Dökmeci Hoca’ydı, ama o zaman TÜBİTAK Bilim Kurulu Başkanı Kemal Kafalı’ydı. B David Ojalvo, 11 Eylül 2008 Perşembe [email protected] CBT 1123 / 21 26 Eylül 2008 u sabah, bir kez daha çalışma masamda oturuyorum. Yüzü, bilgisayar ekranımda. Gözleri, dosdoğru ileri bakıyor. Bir fotoğraf makinesine gülümsüyor, o anda aklından geçen düşüncelerine, belki de parlak bir geleceğe. Güneş de bana katılıyor, onun yüzünü elinden gelen en güzel şekliyle aydınlatıyor. Uzun kumral saçları, mavi tişörtüne değiyor. Bugün, daha güzel bir eylül sabahı olabilirdi. Sonbahar elbet düşen sarıkahverengi eski yapraklar demekti. Yeşil taze olanlar değil. Tıp fakültemizden henüz yeni mezun olmuştu. Hatırlayabildiğim kadarıyla her zaman çalışkan, hırslı ve öğrenmeye meraklıydı. Hatırladıklarımdan daha fazlasıyla, 300 genç hekim mezun olurken, o ilk 10’a girebilecek düzeyde başarılıydı. Adı, Merve’ydi... Tıpta Uzmanlık Sınavı’na bir hafta kala, pulmoner tromboemboli geçirdi. Hastaların % 89’u ilk bir saati atlatabilirken, o ne yazık ki bunu bile başaramadı. Arkadaşımı, genç bir hekimi kaybederken, üzgünüm. Geçirdiğimiz zor zamanları, vermekte olduğumuz emekleri ve onun gelecekte kurtarabileceği hastaları düşünüyorum. Düşünmek bana yardımcı olamıyor. Ekranımdaki fotoğraf da. Onun Facebook’taki güzel fotoğrafı. Sayfasına bakarken, dostları tarafından bırakılan mesajları okuyorum. Üzüntü, şok, “inanılmaz” olanı okuyorum. Aynı zamanda hayat devam ediyor. İşimize bakıyoruz. Bir kişi ölünce, önce çevresi, ardından arkadaşları, yakın dostları ve bir şekilde ailesi de yola devam ediyor. Tabutun üzerine atılan toprak gibi, zaman da hatıralara ve üzüntüye toprak atıyor. Zaman değişiyor. Merak ediyorum. Bugün Facebook var; ama nedir? Hayatımıza canlılık katan bir eğlence mi yoksa geçici bir moda mı? Kesinlikle önemli bir site olmalı; çünkü değeri milyarlarca dolar ediyor... Merak ediyorum. Arkadaşımın profil sayfası şimdi ne anlatıyor? Bir hatıra mı? Bir daha sahibi tarafından güncellenmeyecek bir sayfa mı? Günün birinde site tarafından silinecek bir profil mi? Çok rahatsız edici bir şey var. Hissedebiliyor musunuz? Dostları olarak onu hatırlayacağız. Dünyanın geri kalanı içinse o artık tamamen bir sayfa, bir başka yüz. Özünde bir insanın ölümü doğal kabul edilebilir. Ne var ki hızla ilerleyen teknolojinin beraberinde doğal olmayan bir şeyleri beraberinde getirdiğini her zamankinden daha çok hissediyorum. Aktardığım tek bir örnek. Biliyorum, benzer birçok örnek daha var. Facebook, kullanıcılarının geleceğini düşünebilir mi veya kayıpları? Belki düşünmeli. Net bir cümle bulamıyorum. Bugünden sonra sayfama baktığımda, Facebook bana onu hatırlatacak, tıpkı programlanmış olduğu üzere. Onu arkadaş listemden çıkartmayacağım ve ne olacağını izleyeceğim. Asklında meraklı değilim doğrusu. Sadece bir kez daha, ölüm sevdiklerimizi bizden alırken, teknolojinin hayatımızın neresinde yer aldığını anlamaya çalışıyorum. İ TÜ’nün efsânevi isimlerinden Kemal Kafalı Hocamız uzun bir rahatsızlıktan sonra sevgili eşi Muzaffer Hanımefendi’nin yanına gitti, bizleri terk etti. İTÜ’de 16 yıl rektörlük yapmıştı. Bu rektörlük döneminin içine üstelik bir de 12 Eylül düşmüştü. 12 Eylül’ün akabinde meşhur 1402’likler listesi İTÜ’ye de gelmişti. İTÜ’den de bir sürü isim vardı: Komünistler! Kemal Kafalı «sağcı» diye bilinen bir rektördü (gerçi ben çok yakından tanımak bahtiyarlığına ulaştığım Kemal Hocamın ağzından böyle bir zırvalıkla iştigal ettiğini bir defa bile duymadım, emaresini de görmedim). Liste eline gelince Kemal Hoca tutuyor Ankara’nın yolunu ve Evren Paşa’ya çıkıyor. Diyor ki, «Paşam, benim elime bir liste geldi, İTÜ’den ihraç edilmesi istenen komünist hocalar. Bunları ihraç etmek isteyebilirsiniz. Ben buraya iki mektupla geldim. Biri aklın yolu: Bu insanlara dokunmama emrini içerir. Diğeri ise benim istifam. Eğer İTÜ’den bu arkadaşlarımı atmakta kararlı iseniz, önce beni atmanız gerekecek.» Bunun üzerine İTÜ’den ihraç edilmesi istenen kişilerin isimleri listeden çıkarılıyor ve İTÜ’den hiç kimse 1402’lik olmuyor. Ben Kemal Hoca’ya duyulan büyük saygıyı daha sonra bizzat Evren Paşa’nın kendisinden dinlediğim için, böyle kişilikli bir tutumun en ters durumlarda bile ne kadar önemli olduğunu öğrenmiş oldum. Tüm rektörlere duyurulur! Ben 1981’de asistan olduktan sonra 1984 yılında Londra Jeoloji Cemiyeti’nin Başkanlık Ödülünü almıştım. Kısa bir süre sonra rektör çağırdı, gittim. Önce tebrik etti, sonra sordu: «Senin için ne yapabilirim?» Şaşırmıştım. Kendisinden istediğim hiçbir şey yoktu. Bunu böylece söyleyerek ilgisine teşekkür ettim. Kemal Hoca şöyle karşılık verdi: «Bak evlâdım, benim durumumda olan bir insanın görevi, senin durumunda olanların önündeki çalı çırpıyı temizlemektir. Bir istediğin olduğu zaman haber ver.» Sonra gerçekten de işim düştü ona. Yaptığım sık ve uzun seyahatler, dekanın izin yetkisinin dışına çıkıyordu. Onun için o zaman dekan olan Erdoğan Yüzer beni aldı rektöre gittik. Erdoğan Ağabey durumu Kemal Hoca’ya anlattı. Kemal Hoca hiç tereddüt etmeden «Erdoğan, sen yetkin yettiği kadar izin ver, gerisi için bana haber verin.» Cengiz Bey bana Kemal Bey’in doktorasını profesör olduktan sonra yaptığını söylemişti. Kemal bey, İTÜ’de doktor olmadan yeterlilik teziyle doçent ve profesör olan nesildendi. Ama bunu yeterli görmemiş ki, profesör olduktan sonra İngiltere’ye giderek bir de doktora yapmıştı. Rektörlüğü sırasında İTÜ’de bilim düzeyinin gelişmesi için çok gayret sarf etti, bilhassa profesör olunmasını zorlaştırdı. Aral Okay ile benim kadrolu doçent olabilmemiz için iki kadroyu bizden daha az ehil düşündüğü iki kişiye, bizden önce doçent oldukları halde vermemiş, kadroları bize saklamıştı. Kemal Bey’i uzun zamandır görmediydim. Yeğeni Prof. Dr. Aydın Şallı, Hoca’nın artık gelenleri tanıyamaz olduğunu söylemişti. O büyük insanı böyle aciz bir durumda görmeği istemedim. Gittiğine tanık olmamak için cenazesine bile gitmedim. Hoca herhalde gözü arkada gitti. Ülkesinin ve üniversitesinin tarihinde talihsiz olayların olduğu bir dönemde gitti. Kemal Hoca Türkiye’de işler iyice sarpa sarmağa başladığı zaman artık kendinde değildi. Ama milletine güvenen bir insandı. Bu güveni sonuna kadar taşıdı mı, yoksa o da artık o güvenin temellerinin sağlam olmadığını düşünmeye başladı mı? Kim bilir? En azından o görevini iyi yaptı, bizlere izlenecek onurlu bir örnek bırakarak gitti. Nur içinde yatsın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle