Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI “AB’li profesörler 15 kat fazla maaş alıyor” Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr B ağımsız Eğitimciler Sendikası (BES) Genel Başkanı Genel Başkan Avcı’nın üniversitelerde çalışan akademik ve idari personelin durumunun Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler ile kıyasladığı açıklamasında, Türkiye'de üniversite çalışanlarının mali, demokratik ve mesleki hak ve durumlarının AB ülkelerinde meslektaşlarına göre çok geride olduğu söyledi. Türkiye'de devlet üniversitelerinde görev yapan kıdemli bir profesörün maaşı bin 410 avro iken, AB üyesi ülkelerde bu rakamın 7,7 bin avro ile 21 bin avro arasında olduğunu kaydeden Avcı, üniversitelerde çalışan idari personelin durumunun ise daha kötü olduğunu söyleyerek, yüksek öğrenim sistemimizin görünmez kahramanları ve üniversite eğitim ordusunun ayrılmaz bir parçası olan idari personelin ekonomik durumları, mesleki ve demokratik hakları AB ülkeleriyle kıyaslanamayacak düzeyde olduğu gibi üstüne üstlük üniversitelerde üvey evlat muamelesi görmeye devam etmektedirler, dedi. Üniversitede çalışan bir büro memuru Türkiye'de 491 avro kazanırken, AB ülkelerinde bu rakamın 3 bin avro ile 6 bin 400 avro arasında değiştiğini kaydeden Avcı, Türkiye’de 3. derecede bir yardımcı doçent Türkiye'de bin avro kazanamazken, AB üyesi ülkelerde bu rakamın 6 bin 11 bin avro arasında değiştiğini söyleyen Avcı, bir öğretim görevlisi Türkiye'de 650 avro maaş alırken, AB ülkelerinde çalışan öğretim görevlisinin maaşının 5 bin 8 bin avro arasında değiştiğini, bir araştırma görevlisinin Türkiye'de 600 avro ücret alırken, AB üyesi ülkelerde bu rakamın 4 bin avro ile 7 bin avro arasında değiştiği kaydeden Avcı şöyle dedi: “Türkiye’nin çağı yakalaması, bilim ve teknoloji üreten bir ülke olması için tüm ümitlerin bağlandığı üniversitelerde, çalışan akademik ve idari personelin durumu ne yazık ki ekonomik zorluklar içinde yaşamını sürdürmeye çalışan, tüm zamanını ve zihnini hayatta kalma ve geçimini sağlama gibi zaruri bir mücadeleye harcayan insan fotoğrafından ibarettir. Ülkemizi geleceğe hazırlamaya çalışan ve gençlerimizi emanet ettiğimiz üniversitelerdeki hocalarımız, akademisyenlerimiz ve idari personel komik düzeyde ücretler alırken, girmeyi hedeflediğimiz AB üyesi ülkelerle mukayeseden bile uzaktır. Dolayısıyla üniversitelerimizin dünya sıralamalarında sürekli en arka sıralarda yer alması, üniversitelerde bilimsel faaliyetlerin ve teknolojik çalışmaların çok az olması, nitelikli eğitim verilemiyor olması, üniversiteyi bitiren gençlerimizin diğer ülkelerdeki çağdaşlarına göre yetersiz olduğunu sürekli yüzümüze vuran uluslar arası raporlar hemen hepsinin arkasında yatan sebep üniversite çalışanlarına gereken değer verilmiyor olması gerçeğiyle izah edilebilir. Zorunlu ve vazgeçilmez ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan bir akademisyenin bilim ve teknoloji üretmesi oldukça zordur bu yüzden üniversite çalışanları için en kısa zamanda tedbirler alınarak, ekonomik iyileştirmelere gidilmelidir". Kamusal ve resmi alanların varlık nedeni olan ve işlevlerini kazandıkları kaynak, "özel alan" olarak niteleyebileceğimiz Özerk İnsan bireyidir. Usatölyesi’nin Son Sorusuna Yanıt Devletin kabagüç tekeliyle birlikte doldurduğu "resmi alan" bir hukuk devleti toplumunda "kamusal alan"ın bir ürünü ve aracı olmak anlam ve değerini taşır. Temel hakların ve özgürlüklerin bilinciyle açılmış, billurlaşmış, yerleşmiş olan bu kamusal alan, kendi içerisinde işlevine uygun biçimde örgütlenmiş bir resmi alana sürekli yönergeler yollayarak onun işlemesini, denetimini, değişimini sağlar. Demokratik, çoğulcu, sivil olarak nitelendirdiğimiz modern endüstri toplumu yapısı bu anlamdaki bir kamusal alanın algılanmasına temel oluşturur. Resmi alanın değişiminin kamusal alanın yönergeleri dışında gerçekleşmesi, kamusal alanın demokratik, özgürlükçü yapısını engelleyici "bypass" yasalarının yürürlükte kalması veya konması sonucu ortaya çıkar. Bu durumda resmi alan isabetsiz seçim/siyasi partiler yasaları gibi yasaların kamusal alan içerisinde ortam hazırladığı denetimsiz hiyerarşik ve disiplinli yığınsal insan örgütlenmesi veya yine denetimsiz kapital ve yetki yoğunlaşmasıyla oluşan grupların doğrudan, yoğun etkisine maruz kalır. Onların eline geçer. Bu gruplar kamusal alanı terörize etmeye; ele geçirdikleri, kendi amaç ve ideolojilerine göre yeniden biçimlendirmeye giriştikleri resmi alan lehine daraltmaya başlarlar. Nihayet devlet otoriter, totaliter bir yapıya bürünerek kamusal alanı boğar. Bu yozlaşma tehlikesine karşı devlet ve toplum hukuk devleti kurgusunun bağımsız yargı ve devlet gücünün yargısal denetimi ilkeleriyle korunur. Etkili, bağımsız bir yargının getireceği güvenceden rahatsız olacak oluşumlar, gruplar, kişiler bu yolla dizginlenir. Kamusal alanın zeminini oluşturan temel haklar ve özgürlüklerin korunması bağımsız yargıya bir ödev olarak yüklenmekle bu güvence içerik kazanır. Görülüyor ki, kamusal ve resmi alanların varlık nedeni olan ve işlevlerini kazandıkları kaynak, "özel alan" olarak niteleyebileceğimiz Özerk İnsan bireyidir. Kamusal alan buna göre resmi alanı tümüyle ve özel alanı kısmen kapsayan bir daireye benzetilebilir. Kendi taleplerine uygun işlevsel bir resmi alanı üreten ve kullanan kamusal alanın, insan bireylerinin biyososyal gerçekliğinde gözlemleyebileceğimiz üç bütünlüğünün ("dirimsel”, "tinsel” ve "duyunçsal” bütünlüklerin) korunup geliştirilebilmesi için duyumsanan yine üç temel gereksinimin ("özgürlük" , "güvenlik" ve "eşitlik") tatminine yönelik normatif bir yapıya sahip olduğunu ve bundaki başarısı oranında süreklilik, verimlilik gösterdiğini söyleyebiliriz. Meşrulukları bu başarılarına olan inanca dayalıdır. Çözülmeleri de ilk önce bu inancın çürümesiyle başlar. Şu halde hukuk devleti ilkeleri de, çağdaş toplumun üretim tarzı ve ilişkileri karşısında insan bireyini bu bütünlüklerinde koruyabilmek amacıyla geliştirilmiş ve bu amaca uygun olduklarına inanılan araç ve gereçlerdir. Bir canlı olarak insan bu gerçekliğinde sivil toplumun özerk bireyi, hukuk devletinde yurttaş ve çağdaş hukukun gerçek kişisi olurken; doğal güç, toplumsal iktidar ilişkilerine dönüşmekte ve sivil toplumda hukuk devleti olarak kamu yararına araçsallaşmakta; bunları kişi ve hukuk devleti olarak kapsayan çağdaş kamusal alan fiziksel anlamda bir evren ve toplumla çevrili olarak, doğa ve kültür olgularıyla temellenen bir çevre ve kültür etiğinde yeni bir "hak" kavramının oluşumuna ev sahipliği yapmaktadır. İnsan onurunun en üstün değeri olduğu hukuk devleti onu belki bir "canlılık onuru"yla temellendirip koruyabilecektir. Özel alanın kaynaklık ettiği kamusal alan modern toplumda hem kendi yapısını kurup, koruyup, geliştirebilmek, hem de bu amacına ulaşmak için ürettiği resmi alanın yozlaşmasını, yabancılaşmasını engelleyip, işlevselliğinde en iyi düzeye çıkarmak için toplumsal denetim mekanizmaları içerisinde en dinamik ve kısa sürede etkili düzenleme yeteneğine sahip pozitif hukuk düzenine bir ülkü olarak yüklenen adaletin, başka bir deyişle "hukuk idesi"nin üç öğesi; "eşitlik" , "amaca uygunluk" ve "hukuk güvenliği"ni baskı, zulüm ve keyfiliği dışlayan bir "hukuk devleti toplumu"nun somut görüngülerini değerlendirici, yönlendirici ölçütler olarak kullanacaktır. “Değişim Açlığı” Zirvesi B u yıl 13.sü gerçekleştirilecek olan IBM Yazılım Zirvesi 2008’de firmaların nasıl değişebileceği anlatılacak. 15 Ekim’de İstanbul Swissotel’de, 16 Ekim’de ise Ankara Sheraton’da düzenlenecek konferansın bu yılki konusu “Değişim Açlığı”. IBM’in, teknolojideki son yenilikleri ve iş dünyasına sunduğu çözümleri tanıttığı geleneksel Yazılım Zirvesi, firmaların değişime olan ihtiyaçlarını bu sene konu alıyor. İstanbul’da Jan Nahum, Ron Sebastian ve Sean Brown’un, Ankara’da Reha Denemeç ve birçok profesyonelin konuşmacı olarak katılacağı Yazılım Zirvesi 2008’de, IBM, müşterileri ile birlikte yazılım dünyasındaki en son yenilikleri ele alacak. Geçtiğimiz dönemde gerçekleştirdiği projeleri ve bu projelerin kurumlara getirdiği değişiklikleri IBM Çözüm Ortakları ile birlikte anlatacak. IBM'in 2008 yılı içinde dünya çapında 1000'den fazla CEO ile yaptığı araştırmanın sonuçlarını “The Enterprise of the Future” adlı bir raporda açıkladı. Bu sonuçlar arasında en çarpıcı olanlardan biri geleceğin işletmeleri, rekabetçi iş ortamında başarı elde edebilmek için değişime hızla adapte olmakla kalmamalı, değişime önayak olmalıdır. Rapora göre değişime ayak uydurabilmek için firmaların yüzde 40’ı şirket modellerini değiştirmiş durumda. Başarılı olmak isteyen firmaların geçtiğimiz döneme göre üç kat daha hızlı değişmek zorunda olduğu açıklandı. IBM Türk Yazılım Satış Müdürü Server Tanfer zirvede değişime liderlik eden kurumlarla buluşmayı hedeflediklerini söyledi. CBT 1123/ 15 26 Eylül 2008