23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CBT 1114 / 21 1 Ağustos 2008 rının zayıf olmasının ve olayların üzerine gidecek iradeyi gösterememelerinin etik/ahlak dışı davranışların önünün alınamamasında rolü büyüktür(ii). Bilimde sahtecilik olaylarının artmasında, göreve atananlarda mesleki yeterlilik, basiret ve liyakat gibi nitelikleri aramayan kamu yönetimi anlayışının payının olmadığını söyleyebilir miyiz? Utanç verici, yüz kızartıcı bu fiili işleyerek aslında büyük skandalların kahramanları haline gelen, aralarında rektör ve dekanların da olduğu yöneticilere yakın tarihimizde tanık olmadık mı? Akademik kadrolara başvuracak kişilerde yurt dışı yayın ve atıf alma koşulunu titizlikle arayan üniversite yönetimlerinin, bir bilimcimizin yerinde bir deyişiyle “intihar” sözcüğü ile eşdeğer saydığı bu fiili işleyenler hakkında verdiği bir karar ya da kamuoyunun bilgi sahibi olduğu bir işlem hatırlıyor musunuz?i Ya intihal suçunu işlediği gerekçesiyle öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılan bir öğretim üyesi ile ilgili kararında, yargı organlarının, üstelik bu şeref ve haysiyet kırıcı fiil bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan “intihal vardır” şeklindeki raporlarla ortaya konmuş olmasına karşın, işlenen suçun ağırlığını ve kamu görevinin özelliğini göz ardı ederek beraatle sonuçlandırmasına ya da idarenin takdir yetkisini kullanarak “bir alt ceza”ya hükmetmesine ne demeli? Soruşturmayı yürüten üniversitenin suçun niteliğini göz önüne alarak verdiği “öğretim mesleğinden çıkarma” cezasını, intihal yapanın “geçmişteki iyi hali ve hizmetlerinin” gözetilmediği ve sanık lehine “takdir yetkisi kullanılmadığı” (md.16) gerekçeleriyle bozan ve “bir alt ceza verilmesi”ne hükmeden yargı kararları ne kadar etik? Konuyla ilgili sayısız gazete haberlerine, yapılan suç duyurularına, YÖK’ün de bilgi sahibi olduğu idari soruşturmalara karşın, üniversite yönetimlerine ve YÖK’e intikal eden intihal olaylarının sürüyor olması, etik bilinçten yoksunluğun, ahlak aşınmasının ve kurumsal yozlaşmanın ne boyutta olduğunu gözler önüne seriyor. Toplumda etik sorunlara karşı kamu bilinci yaratılmadığı ve Üniversiteler, YÖK, etik kurullar ve yargı bilimde sahtekarlık yapanlardan hesap sormadığı sürece etik/ahlak dışı davranışların önü alınamayacaktır. Etik/ahlaki değerler açısından sorunlu bir dönemde olduğumuza dikkat çeken Türkiye Etik Değerler Merkezi (TEDMER) Başkanı’nın “etik sözcüğü bile insanları korkutuyor, üye bulmakta zorlanıyoruz” şeklindeki sözünü hatırlatalım ve soralım: Gerçekten etik deyince herkes neden kaçıyor ve etik sözcüğü neden korkutuyor?v Kaynaklar: v İnam, A “İç Ahlak Yaşamının Özellikleri, Sorunları”,CBT, no:984, 828 Ocak, 2006; Poyraz, H “Niçin ahlaklı olmalıyız ? Yerel Siyaset, Şubat 2002 (2). 2 Sayın Orhan Bursalı’nın CBT dergisinin 12. 01. 2002 (No:773) tarihli, bu başlığı taşıyan yazısını ve aynı derginin değişik sayılarında konuya duyarlılıkla yaklaşan değerli bilimcilerimizin yazılarını hatırlatmakla yetinelim. 3 Gölbaşı, O “Türkiye bilimsel sıralamada aslında kaçıncı sırada?” CBT, no:1103, 9 Mayıs 2008. 4 Koç, S ”İntihal” her yerde, Radikal İki, 31.10.2004 5 “Etik deyince herkes kaçıyor”, Cumhuriyet, 26.11.2005 Acaba bu olaylarda yeni Mac Carthy’cilik olabilir mi? Prof. Dr. Ayhan Ulubelen A rkadaşım orta sınıftan bir Amerikalı idi, Eczacıydı, aynı araştırma projesinde çalışıyorduk. Vietnam savaşının Amerika için en kötü yıllarında idik, Amerikan halkının önemli bir bölümü artık televizyon haberlerine bile bakmak istemiyor ve bu kötü harbin utancından kurtulmaya can atıyordu. O günlerde New York’lu olmakdan gurur duyan Rita bana Amerikan halkının 2. Dünya şavaşındaki sıkıntılarını anlatıyordu, bununla Amerikanın her zaman haksız yere savaşmadığını, haklı savaşlar uğruna çok da sıkıntılar yaşadıklarını ispat etmek ihtiyacı içinde idi, söz dönüp dolaştı sıkıntıları arasında Mac Carthy dönemine geldi. Rita önce Mac Carthy’nin bulup teşhir ettiği Komunistlere herkesin tepki gösterdiğini ve açığa çıkmalarına ne denli mutlu olduklarını anlattı. Sağcılardan, basından ve halktan onay alan Senatör Mac Carthy gitgide cüretini arttırdı ve tutuklamalar tanınmış isimlere yönelmeye başladı, ve önce mutlu olan halk yavaş yavaş korkmaya başladı, Hollywood ünlüleri de tutuklanmaya başlayınca sıra kimde korkusu başladı, acaba bu gece babam eve dönebilecek mi korkusu baş gösterdi, artık herkes fısıldaşarak konuşuyor, Amerikada hiçbir şey yüksek sesle eleştirilemiyordu. Önceki sevinç, tutuklamaların artması ile yerini önce korkuya sonra dehşete bırakmıştı. Ama Senatör kendi kudretinin esiri olmuştu ve hedefine çok önemli kişileri de alınca ona destek veren çevreler dur dedi ve silkeleyip attılar, bu nedenle biz de Amerikada çok istirap çektik, diye anlattı. Çok daha önceleri Salem kasabasında benzer bir cadı avı olmuştu. Amerika’da bunu Arthur Miller harika bir oyunla dünyaya duyurdu. O devirde de cadı avı çok ileri gidince olayı teşvik edenler dur dediler ve iftiracı kızları durdurdular, ama hasar verilmişti, Proctor ölmüştü! Nedeni belirsiz uzun vadeli suçlamalar hep geri teper, umarız bizdeki tutuklamalar, isnatlar boş şeyler değildir, gerçekten insanların özel konuşmalarını dinlemenin ötesinde suç kanıtları vardır. Aralarında tek bağlantı gibi görülen hükümet karşıtlığından çok daha önemli bağlantılar vardır. Olayların başkaldırı mı, isyan mı, ihtilal mi, çete mi, hırsızlık mı, adam kayırma mı, Atatürk sevgisi mi, Cumhuriyete tam olarak bağlı olmak mı, Vatanını yani Türkiyeyi ve Türk insanını ve de insanları tam ve dürüstce sevmek mi olduğu en kısa sürede anlaşılır ve bu belirsizlik sona erer. Bu arada ortalama bir Türk olan ben, kendime Atatürkçü ve Laik bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı diyorum, her türlü yanlış yoruma karşı!.. Sağlıkta nicelik mi, nitelik mi? Türkiye’nin sağlık harcamalarının eriştiği boyutlar konusunda değişken sayılarla karşılaşıyoruz. Yirmi otuz milyar dolara varan sayılar sıklıkla dillendirilir oldu. Sayılar kesin olmasa da o sayıların konu olduğu harcamaların niteliğe ve niceliğe olan etkileri tartışılabilir. Dr. Ceyhun Balcı meti vereceklerin yetiştirilmesi bağlamında önemli sonuçlar vermişti. Trahom, sıtma ve verem gibi Anadolu halkını kırıp geçiren bir çok hastalığa karşı savaşımda kısa erimde elde edilen başarılar, yukarıdaki savın somut kanıtı olarak algılanabilir. Özellikle 1961 Anayasasının oluşturduğu özgürlükçü ortamda sosyal, koruyucu ve toplumcu bir nitelik kazanan sağlık hizmetleri tinsel köklerine bağlı kaldığı sürece başarısını katlarken, süreç içinde baltalanma ve önü kesilme tehdidi ile de sıkça karşılaştı. İşte bugün ağırlıkla gündemimizde olan “sağlıkta dönüşüm” sürecini, onyıllara varan baltalama ve yozlaştırma girişimlerinin eriştiği son nokta olarak da nitelemek gerek. Koruyucu, sosyal ve toplumcu niteliklerin özenle budandığı; yozlaşmaya, getirime (rant) ve ticarete açılan bir alan olarak sağlık, günümüzde bu pastadan pay alma heveslilerinin ana etkinlik alanlarından birine dönüştü. Bunca nitelik azalması ve hak kaybının, nasıl olup da “sağlıkta dönüşüm” olarak adlandırıldığı ve olumlu bir kisve içinde sunulduğu da önemli. İşte, bu noktada “nicelik artışı”nın aslında “nitelik kaybı”nı örttüğü görülmekte. Sağlıktaki parasal boyutun bunca artışa ve savurganlığa karşın kimilerince azımsandığına da şaşırtı ile tanıklık ediyoruz. Örneğin, ilâç harcamalarının başka ülkeler örnek alınarak yeterli düzeye erişmediğini savlayan kimi endüstri kaynaklı serzenişler geçen yıl kulaklarımızda yankılanmıştı. Kişi başına düşen sağlık harcamasının düşüklüğünden yola çıkarak başka ölçütleri gözönüne almaksızın kimi yargılara varan son derece saygın akademisyenlerin de şaşırtıcı yazılarını okumuş olmalıyız geçtiğimiz aylarda. Neyse ki; doğru karşılıklar ve yanıtlar da buldu o çok yönlü olmayan eleştiriler. Ö zellikle “sağlıkta dönüşüm” süreci ile birlikte “nicelik” başlığı altındaki değişimin artış yönünde olduğuna kuşku yok. Daha fazla sayıda hasta bakışı, daha fazla sayıda tanısal amaçlı her türlü inceleme, daha fazla sayıda tıbbi ve cerrahi girişim ve daha fazla ilâç tüketimi olan bitenin olumlanmasına yeter mi? Bu can alıcı sorunun yanıtı için, niceliği tekil olarak ele almaktansa “nitelik” irdelemesini de olaya katmak gerek. “Nicelik” artışı kimi olumluluklarla birlikte gereksiz tanısal inceleme, gereksiz tıbbi ve cerrahi girişim gerçeğini de önümüze koymuş oluyor. Daha da ilginç olan sağlık hizmeti verenlere daha iyi parasal olanaklar sunmayı savlayan “başarıma dayalı” ücretlendirme anlayışının giderek gereksiz nicelik artışına yol açan nedenlerden birine dönüşmüşlüğüdür. Üstelik, bu yöntemin sağlık çalışanlarına sağladığı getiriler büyütülürken, yarattığı eşitsizlik ve akıldışılıkların gözardı ediliyor oluşu da bir başka çarpıklık. Nicelik artışındaki sağlıksız noktaların gözden geçirilmesini izleyerek “nitelik” azalmasındaki ana noktalara da değinelim: Bilindiği gibi, Cumhuriyet’in kuruluşu ile başlatılan ve başka bir çok alandaki atılımlara koşut olarak sağlık alanında yaşama geçirilen köktenci yaklaşım değişiklikleri hem halka ulaştırılan sağlık hizmeti hem de o hiz
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle