23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Baştarafı 12. sayfada L.Arthüs ve ekibi plankton inceliyor. Şarköyİnceburun’da deniz dibindem çıkan kirliliğin incelenmesi. MARMARA’NIN EKOSİSTEMİ CAN MI ÇEKİŞİYOR? Marmara ve Boğazlar sistemi kısa denebilecek bir zaman dilimi içerisinde ciddi bir kirlenme yükü ile karşı karşıya bırakılmış. Ortama bırakılan ve doğal dengeyi etkileyen kirleticiler, ortamın bozulmasına ve bunun sonucunda da bulunan türlerin azalmasına yol açıyor. Örneğin 1975’lere kadar Marmara Denizi su ürünleri endüstrisinde önemli rol oynayan balık türleri bu gün 45’e kadar düşmüş. Marmara’nın tüm Türkiye su ürünleri üretimindeki katkısı da yüzde 22’lerden yüzde 6’lara kadar inmiş. Bir denizin kirlenmesinin 3 ana fazı olduğunu söyleyen Artüz, bu aşamaları şöyle anlatıyor: “Bunlardan birincisi ortama kirletici unsurlar verildiğinde dayanabilen, tolerans gösteren türler kalıyor, diğerleri ya ölüyor, ya da ortamı terk ediyorlar. Biz bu durumu 6.10.1989 tarihinde, Kartal – Pendik hattında balık ölümleri şeklinde, Haliç kuşaklama kolektörleri ve İstanbul atıksuyunun Ahırkapı önlerinden, 60m. derinlikten, o zaman bilim insanlarının tüm karşı çıkmalarına rağmen, Marmara Denizi alt akıntısının konveyör (taşıyıcı) olarak kullanılmasında yaşadık. Sonucunda da, 146 adet ekonomik öneme sahip balık türünü kaybettik. Bir envanter yok ama, tahmini tüm türler bazında kaybımız binlerle ifade edilebilir. İkinci faz ise; tür çeşitliliğinin azalması ve buna bağlı olarak mevcut türlerin fert adetlerindeki artış. Biz şu anda bu ikinci fazın sonlarına doğru bir noktadayız. Yaptığımız ölçümler açıkça bunu gösteriyor. Zaten bilimsel çalışmalara bile gerek kalmayacak şekilde 5 duyunuzla bile bunu anlamak olası. Marmara Denizi’nde yaşanan kızılsu (RedTide) olayları, kimi kez deniz analarında, kimi kez lüferpalamut gibi balıklardaki anormal atışlar, denizin zaman zaman çayır gibi yemyeşil olması veya geçen sene başlayan, kamuoyuna “denizde beyaz tabaka” olarak yansıyan, balıkçıların “salya” olarak isimlendirdikleri, geçekte yoğun bir bitkisel plankton patlaması şeklinde gelişen olgu. Bunların hepsi bu ikinci fazın tipik göstergeleri. Üçüncü faz ise; ortama bırakılacak hiç önemsenemeyecek miktardaki bir ek kirleticinin bile ortamı biyotik halden, abiyotikotik hale getirebileceği durum. Kanımca bu da çok uzak bir durum değil. Kimi zaman Marmara Denizi’nin bazı bölgelerinde lokal olarak bu durumun yaşandığını ölçümlerimiz bize gösteriyor.” Bu ekosistemin yeniden kazanılıp kazanılmayacağı sorumuzu ise Artüz şöyle yanıtlıyor: “Ben yitirildikten sonra tekrar kazanılmış bir ekosistem bilmiyorum. Onun için bir tahminde bulunmak, ileri dönük bir projeksiyon yapmak çok zor. Hatta olanaksız. Bizler bunun yerine kaybetmemek için çaba göstersek, bu gün bile hiç değilse elimizdeki mevcut durumu korumak için çaba göstersek sanırım daha akılcı olacaktır.” Ahsen Yüksek ise geri kazanım konusunda Artüz’den daha iyimser: “Denizel ortamı yok ettikten sonra geriye dönüşüm son derece pahalı rehabilitasyonlar ile gerçekleşmedir ki bu da ülke ekonomisi için önemli bir yüktür. Örneğin Haliç’in geri kazanımı. 1980’li yıllarda yaptığımız araştırmada Haliç’te hiçbir türe rastlamamışken, bugün yapılan rehabilitasyon çalışmaları sonrası 36 balık türünün yumurtlama ve yavru geliştirme sahası olmuştur. Yanlış kullanım sonucu İstanbul büyük bir ekonomik diyet ödemiştir.” İSTANBUL’DA DENİZE GİRMEK Yüksek, İstanbul’da denize girilebilecek en güzel yerin Adalar olduğunu söylüyor: “Büyükçekmece’de tamamen olmasa da Yeşilköy biraz yoluna girmeye başlasa da, yine problemli alanlar var. Suadiye plajlarının tekrar açılması, yüzey deşarjlarının kısmen kesilmesi veya kontrol altına alınarak derin deşarja verilmesi, Tuzla’da olsun, Ataköy civarında olsun ileri derecede arıtma sistemlerine geçilmesi ve Zeytinburnu’nun tamamen ortadan kaldırılması –sadece koliform değil, bir sürü toksik madde de geliyordu Kurbağalıdere’nin temizlenip tekrardan sisteme kazandırılması, Haliçteki bütün yüzey akıntılarının tamamen engellenmesi, Kuzey Güney Haliç Projeleri ile derin deşarja bağlanması olumlu gelişmeler.” Marmara Denizi kıyılarında denize girilebilecek temizlikte yerlerin bulunup bulunmadığı yönündeki sorumuzu Artüz şöyle yanıtlıyor: “Bu konu benim disiplinimin dışında. Yaz ayları geldiğinde insanların aklına bu sorular geliyor. Ancak sorun denize giripgirmeme sorunu değil. Bizi besleyen, bölgede tür çeşitliğini arttırması gereken bir ortamı kaybediyoruz. Zamanında Türkiye su ürünleri istihsalinin 25 yüzde karşılayan bir deniz, son yıllarda 5 yüzde zarzor karşılıyor. AB ülkeleri 80’li senelerden beri Marmara Denizi menşeli çift kabukluların ülkelerine girişini yasaklamış durumdalar. Sebebi de insan sağlığına zararı. Biz elimizdeki ciddi bir değeri kaybediyoruz”. TURMEPA’dan Levent Ballar’ın bu soruya verdiği yanıt kısa ve öz: “Bu konuda defalarca açıklama yaptık. İstanbul’da denize girilmez. Atık arıtma sistemi tümüyle biyolojik hale gelmeli.” CBT 1115/ 14 1 Ağustos 2008 TURMEPA ATIK YAĞ TOPLUYOR! TURMEPA DenizTemiz Derneği Genel sekreteri Levent Ballar ev ve lokantalarda kullanılan yağların doğanın en büyük kirleticilerinden biri olmasına rağmen tüketiciler tarafından lavaboya döküldüğünü söylüyor. Ballar, “Bu yağlar hem denizleri kirletiyor, hem de kanserojen. Evlerden, lokantalardan kullanılmış yağları 90 araçla toplayacağız. 5 kilo bile olsa bizi çağırdık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle