Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YÖK ve Rektörlük seçimleri: Oyların gaspı olayı Şu anda mağdur olarak görünen liste dışı kalan yada sıralamada yeri değiştirilen rektör adayları gibi görünmekteyse de, gerçekte mağdur durumda olan oy vererek seçim hakkını kullanmış olan öğretim üyeleridir. Bu açıdan olaya tepki göstermesi, oylarına sahip çıkması gereken kişiler ÖĞRETİM ÜYELERİDİR! Prof.Dr.Gaye Usluer, gaye.usluer@gmail.com, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Bursalı, Bir Cumhuriyet okuru olarak yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Sık sık üzerinde durduğunuz bir konuyla ilgili olarak, YÖK ve rektör atamalarıyla ilgili görüşlerimi paylaşmak isterim. Üniversitelerde yaşananları hep birlikte ve ibretle izliyoruz. Üzülerek... Ben Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde Temmuz 2007 de rektörlük seçimlerinde 1. olmuş ve ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından atanmamıştım. 2. sıradaki aday atanmıştı. O günlerde söylenenler 2. sıradaki adayın yıllara dayanan tecrübesi üzerine yoğunlaşmıştı. 23 üniversitede yapılan seçimler öncesinde ve sonrasında Ankara’daki trafik hepimizin bildiği bir gerçek. Aslında seçim sloganları “oy önemli değil, ben Ankara da güçlüyüm”le başlıyor ve bitiyordu. Adayların birçoğu YÖK ve Cumhurbaşkanlığında kulisler yaptı. Bunları üzülerek, canım acıyarak izledim. Ben bu ülkede okumuş, aydın bir Türk kadını olarak, belki daha önemlisi bir vatandaş olarak ülkemde liyakata önem verilmesini istiyorum. Çocuklarım adına geleceğimize inanmak istiyorum. Muhtar seçimleri kadar önemi olmayan rektör seçimleri, değeri olmayan yada değersiz konuma getirilen öğretim üyelerinin seçim haklarına saygısızlığa isyan ediyorum. Hal böyleyken... Bugün YÖK sıralamasına baktığımızda neyin ne için yapıldığını anlamaya imkan yok. Tecrübe esas ise ki buna katılmak mümkün değil mevcut rektörlerin liste dışı bırakılmasına ne demeli? Eğer liste dışı bırakılmalarına neden olacak somut gerekçeler var ise bu mutlaka açıklanmalıdır. Aksi halde liste dışı bırakılan kişilerle ilgili çeşitli söylentilerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Rektör atamaları 3 aşamalı. Ancak bu noktada kimler aday olabilir, noktasında somut kriterler bulunmamaktadır. Eşi daha önce rektörlük yapmış olan bir bayan öğretim üyesini aday olmaktan kim alıkoyabilir? Hiçkimse. Seçim sonuçları belirleyici olacaktır bu noktada. Aksi bir davranış kadın haklarına saygısızlık, kadınları hiçe saymaktan öteye geçemeyecektir. Bugünkü duruma cevap olarak 10.Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer’in 2. yada 3. sırada yaptığı atamalar gösterilmektedir. Halbuki bu cevaba sığınanlar o günlerde yapılanları protesto edip, asla olmamalı, çoğunluğun seçimine saygı duyulmalı, demokrasiye saygı diye bağıranlardı. O zaman söylediklerimizin arkasında olmaktır aslolan. Dün dündü, bugün devran bizde mantığıyla hareket ülkede bölünmüşlüğü, ötekileşmeyi ve ayrışmayı getirecektir kaçınılmaz olarak. Bilimin ahlaksızlığa tahammülü yoktur Soruşturmayı yürüten üniversitenin suçun niteliğini göz önüne alarak verdiği “öğretim mesleğinden çıkarma” cezasını, intihal yapanın “geçmişteki iyi hali ve hizmetlerinin” gözetilmediği ve sanık lehine “takdir yetkisi kullanılmadığı” (md.16) gerekçeleriyle bozan ve “bir alt ceza verilmesi”ne hükmeden yargı kararları ne kadar etik? Prof. Dr Uğur Eser, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitü Müdürü, eseru@ibu.edu.tr “ Benim tanıdığım en sahtekar bilimci, başka bir bilimcinin kitabından birkaç paragraf ve resim aşırıp eski bir üniversitenin fakültesi tarafından düzenlenen ödüllü bir yarışmaya sunduğu metne sokuşturan bir kişidir. Eserinden hırsızlık yapılan kişi de jüri üyeleri arasında bulunuyordu. Böyle bir kimse kendisiyle nasıl hesaplaşabilir?..İnsan ruhu böyle bir şerefsizliğe nasıl dayanabilir ? ” P. B. Medawar, Genç Bilim Adamına Öğütler, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları Dizisi, Çev: N.Arık, Mart 1994 ahlak ile ilgili özel bir durum olan ve bilimsel sahtecilik/aşırma olarak tanımlanan “intihal” için de geçerli. Her meslekte olduğu gibi bilim dünyasının da kendi sahtekarları var. Sözünü ettiğimiz ahlak durumunun özel bir halini “intihal” (bilimsel sahtecilik/aşırma) olaylarında görüyoruz. Bu sözcük başkalarına ait eser, düşünce veya görüşleri kaynağını göstermeden, onları sanki kendi üretmiş gibi kullanmak/aşırmak anlamına geliyor. Suçun yaptırımı çok ağır. Yükseköğretim Kurumları Yönetici ve Öğretim Elemanları ve Memurları Disiplin Yönetmeliği meslek vakar ve haysiyetine uymayan, yüz kızartıcı ve utanç verici sayılan bu suçun yaptırımını “öğretim mesleğinden çıkarma” olarak düzenlemiş (md.11/a3). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) “başkasının eserini kendi eseri olarak gösterme” nin intihal suçunu oluşturduğunu kabul etmiş (md.71/3) ve bu suçu işleyen kişilere dört yıldan altı yıl kadar hapis ve ağır para cezası verileceğine hükmediyor. Ne var ki, ahlaklı olmayı/yaşamayı yasaların, etik kuralların ve yaptırımların yeterince sağlayamadığı bir gerçek. Bilimsel ve kültürel geri kalmışlığın kıskacından çıkamamış, henüz kendi aydınlanmasını yaşamamış, bilimsel, akılcı, eleştirel düşünen, yenilikçi ve yaratıcı bireyler yetiştiren toplum olma düzeyine henüz gelememiş ülkelerde etik dışı davranışlara daha sık rastlanıyor. Bu ahlak durumunun bilincine varamamış, bunu özümsememiş ve bir yaşam biçimi olarak içselleştirememiş toplumlarda, kişisel gelişimini tamamlayamamış, ihtiraslarının ve arzularının esiri olmuş, kifayetsiz yöneticilerden ahlaklı olmalarını beklememek gerekiyor. Toplumsal düzenimizi oluşturan ve bir arada güven içinde yaşamımızı sağlayacak olan ahlaki değerlere en çok duyarlılık göstermesi gereken üniversitelerde bile böyle bir etik kaygı henüz yok. Hakkında bilimsel sahtecilik iddiası nedeniyle soruşturma açılmış, bu şeref ve haysiyet kırıcı fiili işleyen öğretim üyesi görev başındaki rektör tarafından korkusuzca himaye edilebiliyor ve idari görevlere atanmasında hiçbir sakınca görülmeyebiliyor. Bu kişileri teşhir edenler ve sahtecilikle ilgili işlem yapan disiplin amirleri etkisiz hale getirilirken, haklarında sahtecilik nedeniyle işlem yapılanlar yasal boşlukları (zaman aşımı) kullanmak suretiyle ya da soruşturma/yargılama süreçlerini etkileyerek yasaların suç saydığı etik/ahlak dışı davranışı sürdürmeye devam edebiliyorlar. Nasıl oluyor da, bunca yasal ve kurumsal düzenlemelere rağmen bilimsel sahteciliğin önü alınamıyor? Neden sahtecilik yapanın/aşıranın yanına kar kalıyor? KURUMLAR ETİK DEĞİL Önemi üniversitelerimizde bile yeterince kavranmayan bilimsel sahtecilik konusunda yıllardır uyarılarda bulunan CBT’de konuya duyarlı bilimcilerimizin de işaret ettikleri gibi, görevleri kendilerine intikal eden etik olmayan davranışları açığa çıkarmak, sahtecilik iddialarını araştırmak ve sonuçlandırmak olan üniversite yönetimlerinin, YÖK’ün, etik kurulların ve yargının duyarlılıkla F elsefeciler ve bilim insanları bize birçok noktada örtüşen “etik” ve “ahlak” kavramlarının toplum içinde bir arada yaşamayı olanaklı kılan değerler olduğunu, toplumsal bir varlık olan ve ahlaki değerlerle yaşayan insanın bu değerlere karşı sorumluluğunun büyük olduğunu öğretiyor (i). Toplum içinde birlikte yaşamayı mümkün kılan bu değerler günümüzde artık etik ilkeler ve davranış kodları adı altında birer hukuk kuralı haline geliyor ve hepimize uyma sorumluluğu getiriyor. Bu ilke ve kurallara uyulmadığında, yani etik/ahlak dışı davranışlar olduğunda her toplum bu ilkelere uymayanlara maddi ve manevi yaptırımlar uyguluyor. OECD, AB ve Birleşmiş Milletler etik standartlar belirliyor, yayınladıkları raporlarda üye ülkeler için etik/ahlak dışı faaliyetlerle ilgili tavsiye kararı alıyor ve ülkeleri mesleki etik kuralların çiğnenmesine karşı yasal düzenlemeler yapmaya zorluyorlar. Ülkemizde de pek çok özel sektör, sivil toplum örgütü, kamu kuruluşu (TÜBİTAK, Kamu Etik Kurulu) ve üniversiteler son yıllarda kendi web sitelerinde etik ilkelerin önemini belirten raporlar yayınlıyor, kendi etik komisyonlarını kuruyor ve etik/ahlak dışı faaliyetlerin önlenmesi için çalışıyorlar. ETİK KAYGI HENÜZ YOK Etik ya da aynı anlamda kullandığımız ahlak sözcüklerinin ülkemizde günlük konuşmalarda çok sık kullanıldığı söylenemez. Kamuoyu bu sözcüklerden ya bir kamu görevlisinin yolsuzluk, rüşvet, görevini kötüye kullanma gibi yasa dışı davranışları ortaya çıktığında bir gazete haberiyle ya da “rezalet artık diz boyu olduğunda” medyaya yansıyan akademik düzeydeki sahtecilik suçlamaları dolayısıyla haberdar olmaktadır(i). Oysa ülkemizde hemen pek çok meslek alanında ciddi etik/ahlak sorunların yaşandığı biliniyor ve üniversiteler de bunun dışında değil. Bu etik ya da CBT 1115 / 20 1 Ağustos 2008