27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan nedenleri var. tmceylan@superonline.comwww.tahirceylan.com ÜST KÜLTÜR: AZINLIK Türkiye’deki üst kültür, marjinal bir okur yazar kulübünün iç sorununa indirgenmiştir. Yaşam savaşı veren bu birkaç bin aydın 75 milyonluk bir ülkeyi temsil etmiyor. Arkada anonim, kültürsüz bir toplum aglomerası var. Bunların kültür dağarcıklarında mantık ve tutarlılık bağlamında hiçbir birikim yok. Kaldı ki ne biz, ne onlar, ne de onların beyinlerini ütüleyenler, gelecek yirmi yıl içinde, bilgi ve iletişim teknolojisi, nüfus artışı ve global kaynakların yok olması ortamında neler olacağını öngörecek bilgi ve deneyime sahip değiliz. Bu gelecek perspektifinde aydınların sus pus olması için de bir neden olmadığı söylenebilir. Cumhuriyet, Osmanlı’nın beş yüz yılda yapamadığından çok daha büyük oranda bütün dünyayı Türkiye’ye getirdi. Son günlerde Cumhuriyet, ölen büyük sanatçı Leyla Gencer’i yetiştiren bir Osmanlı’nın beş yüz Cumhuriyetle bir türban hükümetini karşılaştırmak olanaksız. yılda yapamadığından Avrupa ve Amerika dünya egemenliğine çok daha büyük oranyüzyıllar süren bir entelektüel örgütlenme içinda bütün dünyayı de ulaştılar. Felsefe, bilim, teknoloji, sanat, Türkiye’ye getirdi. Son kentsel gelişme ve spor alanlarında Türkiye yeni uyanırken, ortaçağ heveslileri türedi. Çağdaş günlerde ölen büyük olmak, hep vurgulamak zorunda olduğumuz bir sanatçı Leyla Gencer’i eşitlik çabası. Belli bir gelir seviyesine gelince, yetiştiren bir JukeBox‘a para atmış gibi, Türkiye’nin hiçbir sorunu kalmayacak bir uygar ülke olacağını söyCumhuriyetle bir türleyen aklıevveller de çıkıyor. Kimse de onlara ban hükümetini karşı‘Peki Suudi Arabistan’ın yeteri kadar parası ollaştırmak olanaksız. du da ne oldu? ‘ diye sormuyor. İslam aydınlarının hâlâ dünyayı anlamakta zorluk çektikleri söylenebilir. Bu bilgiye köyden İstanbul’a, ya da Ankara’ya gelerek ulaşılmıyor. Mercedes’e binerek ya da marka elbise giyerek de ulaşılmıyor ‘Ne olacak bu ülkenin hali?’ sorusu aktif bir tavırla yanıtlanmazsa Ernest Racine’den, Gustav E. von Grünebaum’a, Bernard Lewis’e ve Olivier Roy’a kadar bütün ünlü İslamist’lerin ve bütün dünya düşünürlerinin, İslam dünyasının geleceğine ilişkin öngörülerinin sömürge çağından daha kötü sonuçlarına yaklaşıyoruz, demektir. Irak apaçık bir işarettir. Oysa böyle bir sonuç Müslümanların inançlarına (yani Müslümanları en seçme toplum olarak tanımlayan Kuran söylemine) aykırıdır. Fakat bunu kanıtlamak için yeni sömürge heveslilerinin belini kırmamız gerekiyor. Türkiye’de gerçek aydınların uzun bir entelektüel savaşı var. Bu insani ve 1.5 milyar Müslümanı kölelikten kurtarmak için, bir tür kutlu bir savaştır. Bir insanın sakin durması aslında imkânsız olmalıdır. Bedeninde, bir tüy dokunuşuyla “zıp” diye kasılacak binlerce kası olan birinin kendini zapt etmesi şaşılacak bir durumdur. Atlar bağlanarak, kaplanlar kafese konarak, çocuklar kandırılarak, bazı peygamberler de çakılarak zapt edilir. Kendini Sakinleştirmek Anneler vardır, ağladığında çocuk, kucağına alarak sakinleştirir onu, başka bazı anneler de vardır ki, kucaklayamadıkları çocuklarını, inatlaşarak sakinleştirme yolunu seçer. Çocuk ağladıkça radyo açar, daha çok ağladığında daha da fazla açarlar. Sonunda çocuk boğazında bir hıçkırıkla sesini keser. “Sesini radyo kesmiş çocuklar, erişkinliğinde ne yapar” derseniz, “bedenin çığlığını dağların okyanusların gerilimiyle yenmeye çabalarlar” derim. Dip dalar, zirve zorlar, en riskli kadın/adamlarla yatar, kimsenin onları okşamasına muhtaç olmadan yarattıkları gerilimle kendilerini uslandırırlar. Dağcılar zirveden sonra üstlerine bir sakinlik geldiğini söylerler; hatta bazen dağa çıkma vakitlerinin geldiğini yaşadıkları gerginliğin kaslarına vurmasından anlarlar. İnsanı olduğu yere mıhlayan şey, korkularıdır. Korku olmalıdır ki, kaslar felç olsun, felç olup otoriteye boyun eğsin, sıraya girsin, düzen sürsün. Toplu yaşayan canlıların kaslarında az buçuk felç daima vardır; koyunlar, tavuklar, foklar az mı felçlidir? Zaten en ağır felçliler, en fazla benimsenenlerdir. Uysal bir gelinden, ağırbaşlı bir damattan, oturup kalkmasını bilen bir kadından, memesini direnmeden uzatan, tepmeden sağdıran sığırdan hoşlanmayan mı vardır ki? Holiganların göğüslerini, kollarını dilmelerine, hızlarını alamayıp parmaklarını kesmelerine ve ondan sonra bir kıyıya çekilip sütliman kesilmelerine sanırım tanık olmuşsunuzdur. Bu tür eylemler bir kurban olma fantezisi içerir. Kendini yaralama, Tanrı’nın cezalandırmasına karşı peşin ödenen bir bedeldir ve cezanın kendinden bu ön ödeme iskonto edilir, böylece daha düşük bir cezayla kişi, Tanrı’nın elinden kurtulur. Kendine eziyet, Tanrı’nın ve başkalarının yapacağı eziyetin önüne geçer. Bu karmakarışık düşünceler, orgazm dahil bütün zevkleri iğdiş eden nihai korkuyu durdurarak zevki yaşanır hale getirir. Kendini tahrip etme ya da tahribin kıyısından döndürme eylemi, toplumsal ya da ilahi bir cezadan kurtulma amacı taşır. Sakinlik bir silahtır, saldırganı, karşı saldırganlık değil, sakinlik yatıştırır, en çetrefilli işlerin içinden sakinliği koruyabilenler çıkar, en zor konularda sadece sakinler yaratıcıdır, o yüzden herkes sakinlik silahına sahip olmak ister. Ama insan sakin durmamak için her düzeneğe sahiptir, muazzam bir karmaşa içinde var olan bedenin illa bir yerden patlak vermesi kaçınılmazdır. O deliği önceden hissedip tıkayanlar, sakinliği, ılık bir okyanusun derini gibi yaratanlarsa, tıkamayanlar da bir iki patlama sonra yok olanlardır. Bir genç biliyorum, kendini kafasını duvarlara vurarak durduruyordu, sonra tedaviyle bir sene kadar bundan vazgeçti, artık sakindi, ama bir gün kazan yeniden fokurdadı ve kendini vurdu. Anladım ki, insanın elinden aletlerini, ruhundan savunmalarını, kötüye de kullansa çekip almamalıdır. Hepimiz acayipliklerimizle bütünüz, bizi tanımadan anlayanlar, sevilecek rengarenk çiçekler sanırlar. Müzisyenlerde de kendini tahrip ederek sakinleşmek az görülür şey değildir. Schuman daha 22 yaşında daha iyi çalma alıştırmaları yaparken parmağını kırıp virtüözlüğe veda etmiş, Schubert, yüzüp yüzüp kuyruğuna getirdiği eserlerini genellikle yarım bırakmış ve en sevilen eseri bile bu yüzden “Bitmemiş Senfoni” olarak adlandırılmıştır. Çaykovski de, keman konçertosunda adeta çalınmasın diye, anormal zorlukta partisyonlar yazmış, icracı Brodsky her çektiği yaydan sonra o partisyonlarda, kemanı nerdeyse ıskartaya çıkartmıştır. Kendine bir şeyler yapmazsan, sana bir şeyler yapılacağından korkarsın, sakin kalmanın yolu bunu anlamaktan geçer. Bazıları bunu bir anlık darbe olarak değil de, elli yılda küçük küçük hamleler olarak yapar ve o zaman da filozof olurlar. İlk yöntem geçici bir sakinlik sağlarsa, ikincisi sonsuz suçsuzluk ve aşkınlık yaratır. Suçsuzluk, aynen adalet gibi kendi başına var olan değil, yaratılan bir şeydir. Kimisi aşkınlaşarak, kimisi cezasını kendi keserek suçsuz/ sakin hale gelir; suçsuzluk, cezasız bir gelecek ve sakinlik demektir. Rektör seçimleri üzerine Ege Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği (Egöder) Yönetim Kurulu rektor seçimleri ile ilgili yaptığı açıklamada, özetle şöyle denildi: Haziran ayında tüm Türkiye’de 22 rektörün ataması yapılacak. Pek çok yönlerine karşı olsak da 1981’den beri 27 yıldır yürürlükte olan Yükseköğretim Kanunu bugün de yürürlükte. Bu kanuna göre yükseköğretimimiz, üniversitelerimiz ve bilim dünyamız açısından rektörlerin çok büyük bir önemi ve etkinliği var. Dolayısı ile rektör atamaları, olabilecek en büyük titizlik gösterilerek en doğru bir biçimde gerçekleştirilmeli. Ayrıca, rektör atamaları ve rektörlük işlevleri 1981’den beri hiç bu kadar ve bu gün içinde bulunulan durum kadar önemli olmadı. Çünkü, 1981’den beri, yükseköğretimimiz ve üniversitelerimizin yönetim ve yönlendirilmesi konusunda hiç bu kadar akıl dışı ve bilim dışı duygusal, dinsel ve politik referanslar öne çıkmadı Bu bağlamda, ilk ve en önemli sorumluluk, böylesine zor koşullar altında, rektörlük görevine talip olan değerli öğretim üyelerine düşmekte. Onlar bu görevlere, uluslararası standartlarda bir akademik anlayış, bir akademik sorumluluk ve bir akademik başarı güdüsü ile talip olmalı. Yine bu bağlamda, en önemli görev ve sorumluluklardan bir diğeri de rektör adayları için eğilim bildirecek olan öğretim üyelerine düşmekte. Bunlar da eğilimlerini yalnızca bilimsel ölçütlere göre, yükseköğretim ve üniversiteler için en doğru olan adaya yönlendirmeliler. Cephecilik, cemaatçilik, bireysel çıkarcılık, dini ve siyasal tarafgirlik ve benzerleri gibi bilim dışı ve çağdışı etmenlere itibar etmemeliler. Yükseköğretimimizin ve üniversitelerimizin başarıları, başarısızlıkları ve sorunları yalnızca kendilerini değil, tüm toplumu ve tüm ülkemizi ilgilendiriyor. Dolayısı ile, diğer kesimler tarafından da yaşanacak süreç titizlikle izlenmeli, ilgililerin ve yetkililerin akıl, bilim ve çağ dışı müdahale ve tasarruflarına karşı uyanık olunmalı ve gereğinde uyarılarda bulunulmalıdır. CBT 1105/ 9 23 Mayıs 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle