Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ezber bozmak! Sayın Tınaz Titiz’in CBT 1101/20, 25 Nisan 2008’de yayımlanan, ‘Evrim’ ve ‘yaradılış’ için mahkeme kararı akılsız kullanıcıları başlıklı yazısında “...are not determined...” sözcüklerini, “...yorumlanamaz...”; “Amendment” sözcüğünü “Değişiklik” ve “foist” sözcüğünü de “benimsetmek” olarak çevirmiş olması tartışmaya değer! Rennan Pekünlü, rennan.pekunlu@ege.edu.tr lumsal modeller tarihseldir, diğer bir deyişle kalıcı değil, geçicidir. Modeli yıkmak veya yerine daha iyi olduğunu düşündüğünüz bir başka model getirmek istiyorsanız var olanın “ilk ilkelerini” gözden geçirmeli, geçersiz olduklarını göstermelisiniz. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları kurdukları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilkelerini “altı ok” ile simgeledi. “Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bu ilkelerden hangisi ayakta?” sorusunun yanıtını burada aramayacağım! Ancak bu ilkeleri “bir örümcek sabrıyla” kemirip ortadan kaldırmak ve yeni bir modelin, ılımlı şeriat yasalarıyla yönetilen bir sömürge modelinin oluşturulmasına tanık oluyoruz. Newton mekaniği “mutlak uzay” ilkesi üzerinde yükseldi. Newton’da uzay kütleye tekme atıyor, taklalar attırıyor ancak kütleden hiç etkilenmiyor. Newton mekaniği bugün de çoğu astrofiziksel sorunun çözümünde oldukça kullanışlı. Ancak geçerliliğini yitirdiği alanlar da var. Bu alanlarda Einstein’ın Genel Göreliliği (GR) işlerlikte. Einstein, Newton’un “mutlak uzay” ilkesi yerine “uzay zaman süredurumu” ilkesini sundu. Bu ilkeye göre, kütle uzayı büküyor, bükülen uzay da kütleye o bükülmüş uzayda nasıl devineceğini söylüyor. Einstein’ın Genel Göreliliği, gökada süperkümeleri ölçeklerinde çalışmıyor, diğer bir deyişle GR’nin “tarihsel” olduğunu görmeye başladık; GR yerine o ölçeklerde geçerli bir kuram yeni bir “ilk ilkeler” temelinde yükselecek! mendment” sözcüğü büyük harfle yazıldığı zaman ABD Anayasası’na yapılan ekleme (addition) anlamına gelir. Yine amendment sözcüğünün sözlük anlamı, “iyileştirme amacıyla değiştirme” (changing for the better), “düzeltme”dir (correction). Bu gerçekleri göz önünde bulundurursak, “Amendment” sözcüğü yerine “Düzeltme” sözcüğünün kullanılması daha uygun görüSonuç olarak: Sayın nüyor. Titiz günümüzde Daha önemlisi, “...are not determined...” sözcükleri “...yorumlaTürkiye’de süregelen namaz...” biçiminde çevrildiğinde savaşımın dinci keanlam ve tarihsel gerçeklik kaybosim ve laik kesim gibi luyor! “Determine” sözcüğü “saptaiki “inanç” kesiminin mak”, “belirlemek” anlamına gelir, “yorumlama” olarak çevrilmesi hesavaşımı olduğu yömen hemen olanaksız! nünde bir saptama Sayın Titiz’in çevirisini okuyan yapıyor. Ancak, ister bir kişi, “Demek ki, ABD Türkiye ister ABD, isAnayasası’na yapılan Birinci Düzeltme bir zamanlar referandum terse dünyanın hergibi veya nüfusun oy kullanma hangi bir köşesinde hakkına sahip kesiminin oyuyla süregelen ve görünsaptanmış ve artık bu Düzeltme’ye anketlerle veya bazı çoğunluk ketüde “din maskesi” simlerince bile yorum getirilemez” giymiş olan savaşıdüşüncesine kapılabilir. Oysa ki mın özünde bir sınıf durum, bir başka açıdan bakıldısavaşımı olduğu gerğında, Marx’ın saptamasında olduğu gibidir: “Devlet = Demokrasi= çeğini unutmamalıyız. Sınıf Diktatörlüğü”. ABD burjuvaBurjuvazinin bize zisi tarih sahnesine yönetici sınıf yutturduğu “ezberi” olarak çıkarken kendi düzeninin ilkelerini yazmıştır. Bu ilkeler, mahbozmalıyız. keme kararında da oldukça çarpıcı, dürüst ve anlaşılır bir biçimde dile getirilmiştir: “Emperyalist devletimizin ilkeleri anketlerle veya çoğunluk oyuyla belirlenmemiştir. Size çizdiğimiz sınırlar içinde bizi eleştirebilir, sisteme karşı görüşlerinizi dile getirebilirsiniz, ancak şunu unutmayınız ki, kapitalist toplumda devlet burjuva devletidir, ‘tüm burjuvazinin ortak sorunlarını çözen bir komite’den başka bir şey değildir. Bizim devletin adalet, demokrasi ve haklar konusundaki standardı burjuva standardıdır. Bu saptamayla, kapitalist toplumda politik demokrasi biçimlerinin olduğunu, işçi sınıfı da dahil olmak üzere değişik partilerin değişik grupları, temsil ettiğini yadsımıyoruz. Ancak, liberal demokratik politik kuruluşlar kapitalist sistemimizin sınırları ve kısıtlamaları içinde işlevseldir. Eğer bu sınır ve kısıtlamaları zorlarsanız demokrasiyi askıya alırız”. Biyoloji gibi bir Fen Bilgisi dersinde, evrim kuramına seçenek ve onunla eşzamanlı olarak “Creation Science” (yaradılış bilimi) adı altında bilimle ilgisi olmayan teoloji okutmaya kalkarsanız, mahkemenin belirlediği bilirkişi kuşkusuz “Creation Science” denen şeyin bilimsel olmadığını bilimsel ölçütlerle belirleyecektir [1]. Bir model, ister bilimsel, ister toplumsal olsun, bir dizi “ilk ilkeler” temelinde yükselir. Hem bilimsel hem de top “A İlgili okuyucu Engels’in kitabında verilen, Köylülerin 12 maddelik manifestosunu dikkatli bir biçimde okursa istemlerin dinsel olmaktan çok özdeksel olduğunu görecektir. Aynı döneme ilişkin Thomas Kuhn da benzer bir saptama yapıyor: “Artizan, tüccar ve manifaktürcülerin prens, asil ve krallarla yasalar önünde eşitlik, Protestanların Katoliklere karşı Tanrı önünde eşitlik için verdiği savaşım kendisini Kopernik’in gökcisimlerinin doğa kuvvetleri karşısındaki eşitlik savaşımında gösteriyordu” [3]. Batlamyus evren modelinde her bir gezegeni taşıyan bir küre vardı. Üstteki küre bir alttakinin nasıl devineceğini belirliyordu; Yer’de kral, prens ve asillerin belirlediği toplumsal hiyerarşi böylece haklılık kazanıyordu. Kısacası, günümüzde ister Türkiye’de isterse dünyanın herhangi bir köşesinde olsun laiklerle dinciler arasında süregelen savaşımlar özünde sınıf savaşımlarıdır. Burjuvazi size, “bilimsel” ve “tarihsel” saptamalarla “Benim ilk ilkelerime sakın dokunmaya kalkmayın!” iletisini veriyor. BENİMSETMEK, DAYATMAK Sonuncusu ancak en önemsizi anlamında değil, Sayın Titiz “benimsetmek” sözcüğü yerine “dayatmak” sözcüğünü kullanmalıydı. İngilizce sözlüklere bakarsanız, “foist” sözcüğünü açıklarken “deception” (aldatma) ve “fraud” (şerefsizce – dishonestly – bir avantaj sağlamak için bilerek kandırmak) sözcükleri kullanılır. Bu yöntem tam da bağnaz dinci çevrelerin yöntemidir. Prens Kroptkin’den dinleyelim: “İnsanlık tarihi, salınımı yüzyıllar süren sarkacı andırır. Uzun bir uyku döneminin ardından uyanma çağı başlar. Düşünce kendisini, dikkatli bir biçimde zincirlere vurmuş olan yöneticilerden, düzenin avukatlarından ve din adamlarından kurtarır. “Düşünce, kendisine vurulan zincirleri parçalar. Kendisine öğretilmiş olan her şeyi ciddi bir eleştiri süzgecinden geçirmeye başlar ve ortasında bir ot gibi yetiştiği dinsel, politik, yasal ve sosyal önyargıların kofluğunu açığa çıkarır. Yeni çıkış yolları aramaya başlar, yeni bulgularıyla bilgilerimizi zenginleştirir, yeni bilimsel alanlar üretir. “Ancak düşüncenin kökleşmiş düşmanları – hükümet, yasa koyucu ve din adamları – kısa bir süre sonra yenilginin üstesinden gelip başlarını yine yeniden kaldırmaya başlar. Dağılmış olan güçlerini yavaş yavaş toparlarlar ve inançlarını, yasal kurallarını yeni koşullara ve gereksinimlere uygun olarak yeniden düzenlerler. Sonra, düşüncenin ve kişilerin köleliğe olan yatkınlığından –ki bu yatkınlığı kendileri çok iyi bir biçimde ekerler – toplumun anlık örgütsüzlüğünden, bazı bireylerin tembelliğinden, diğerlerinin açgözlülüğünden yararlanarak, sürüngenler gibi yavaş yavaş görevlerinin başına dönerler ve ilk olarak eğitim aracıyla çocukları esir alırlar. “Çocuk zayıf bir ruh halindedir. Onu korkuyla sindirmek kolaydır. Onlar da bunu yapar. Çocuğu önce zayıflatırlar sonra ona cehennem işkencelerinden söz ederler. Çocuğun usunda, lanetlenmiş olan kişilerin ısdırabı ve Tanrı’nın intikamı gibi düşünceleri uyandırırlar. Hemen ardından devrimin korkunç yanlarına, bazı devrimcilerin aşırı uygulamalarına değinerek çocuğu ‘düzenin bir dostu’ yaparlar. Din adamları çocuğun yasa düşüncesine alışmasını sağlarlar, ‘ilahi yasa’ denen şeye uymasını isterler ve bu ilahi yasa gevezeliğiyle çocuğun sivil yasalara uyması sağlanır. “Ve, çok iyi bildiğimiz bu boyun eğme alışkanlığından yararlanarak bir sonraki neslin aşılanan bu dinsel sapıncı sürdürmesi sağlanır. Bu dinsel sapınç hem köleleştirici hem de otoriterdir, çünkü otoriteyle kölelik kol kola gider” [4]. [1] Science, 215, 934943, 19 Şubat 1982. [2] Güney Dinç, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Göre İnanç, Anlatım ve Örgütlenme Özgürlükleri, İzmir Barosu Yayınları, Aralık 2005, İzmir. [3] Thomas Kuhn, The Copernican Revolution, Harvard University Press, Cambridge, 1966. [4] Peter Kropotkin, http://www.spunk.org/texts/writers/kropotki/sp000066.txt KOKKİNAKİS DAVASI 1993 yılında AİHM, Kokkinakis/Yunanistan davasında şöyle bir karar alıyor: “Mahkeme, demokratik toplumların temel öğeleri arasında gördüğü eleştiri özgürlüğünü, ‘karşıtların birlikteliği’ olgusu içerisinde değerlendirmektedir. ‘9. maddenin koruduğu biçimiyle düşünce, vicdan ve din özgürlüğü Sözleşme anlamında demokratik bir toplumun temellerinden birini oluşturur. Dinsel boyutuyla inananların kişiliklerinin ve yaşam görüşlerinin temel öğeleri arasında yer alır. Ancak bu koruma, tanrıtanımazlar, bilinemezciler, kuşkucular ve ilgisizler için de geçerlidir. Yüzyıllar boyunca ağır bedeller ödenerek elde edilen böylesi toplumsal değerlerin ve çoğulculuğun sürdürülmesi gerekmektedir’ ”[2] Görüldüğü gibi, bazı mahkeme kararlarında da “bilimsellikten” çok “tarihsellik” vurgulanıyor. “Ağır bedeller ödenerek kazanılan laiklik” bizi bu “ağır bedeller”in ne olduğunu araştırmaya itmeli. Bir öneri, Frederick Engels’in Peasant War in Germany adlı eseridir. İlk bakışta Protestanlarla Katolikler, ateistlerle din kesimi arasında süregelen bir din savaşımı gibi görünen bu dönemi, Avrupa Reformasyon dönemini Frederick Engels, ‘Almanya’da Köylü Savaşımı’ adlı eserinde tarihi materyalist açıdan inceliyor ve şu saptamayı yapıyor: “16. yüzyılda dinsel savaşlar olarak anılan savaşlarda özdeksel (maddi) sınıf çıkarları ön plandaydı ve bu savaşlar, daha sonra İngiltere ve Fransa’daki çatışmalar da sınıf savaşlarıydı. 16. yüzyılda sınıf savaşları dinsel kisve giymiş de olsa, çıkarlar, gereksinimler ve istekler kendisini dinsel bir perdenin ardında saklamış da olsa, bu perdelemeler gerçek durumu değiştirmez ve o günün koşullarıyla açıklanmalıdır”. CBT 1105 / 20 23 Mayıs 2008