Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Türban kıskacı Prof. Dr. Ayhan Ulubelen, İstanbul Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi ve Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) onur üyesi Prof. Dr. Ufuk Esin’in anısına... Dünyamızdan büyük bir Türk arkeoloğu geldi geçti. Türkiye’de Ufuk’u yakından tanıyan küçük bir çevre yasını tuttu. Büyük çoğunluklar Ufuk Esin’i belki bir kez dahi duymadı. Yüksel Söylemez K CBT 1105 / 21 23 Mayıs 2008 anımca Türkiye Ekonomisi yeni bir krize yaklaşıyor, bu krizi önlemek çok zor, nehirlerimiz ve birkaç parça değerli banka ve diğer bir iki kuruluş dışında satılacak bir şeyimiz de pek kalmadı. Halkın dikkatini ekonomik krizden çekip politik krize yoğunlaştırmak durumu bir süre daha idare edecek gibi görünüyor, sonrası Allah kerim. Zaten Kürt kökenli milletvekillerimizden bazı hanımefendiler özerklik söylemlerini de arttırdı, demek ki hükümetimiz bir süre daha zaman kazanacak, bir süre daha halk ekonominin farkına varmayacak. Hele bir de Üniversitelerde 1980 öncesi benzeri olaylar patlak verirse keyifleri tam olacak. “Her bakımdan iyiye giden işler engelleniyor, tam AB’ye giriş yolları açılmışken laikler her şeyi mahvetti, ekonomiyi perişan ettiler, yabancı sermayeyi kaçırdılar” diye suçu atacakları yerler de hazır. 197080 arasını bir düşünelim, 70 sente muhtaç olduğumuz bizzat sayın Demirel tarafından söyleniyordu ki öğrenci olayları patlak verdi, solcu solcu ile inanılmaz kavgalar yapıyordu, genç militanlardan en aklı başında zannedilenler “Biz duyum aldık, bu kez ordu müdahale etmeyecek, en güçlü sol fraksiyon başa geçecek” diyorlardı. Bazı sağcı gruplar ise himaye görerek cinayet şebekeleri gibi çalışıyordu, Beyazıt’ta polis arabası içinde sakallı bir sivil zatın polise talimat verdiği olayları bizzat yaşadım, Eczacılık Fakültesi öğrencilerine bomba atılması olayını bombadan kıl payı kurtulan bir grup öğretim üyesi olarak yaşadık, sonra ne oldu, her şey bıçakla kesilir gibi bitti ve olanlar solcu öğrencilere ve bazı yazarlara, bazı aydınlara oldu, hocaların bazısı 1402 nolu yasa ile işinden alındı, bunlardan bir bölümü geri döndü, bir bölümü ise ülkemize küsüp gitti, bazılarımız en yakın arkadaşlarının ihanetine uğradı, mevkilerini, kürsülerini, derslerini kaybettiler, o yakın arkadaşlar ganimete hücum eden atmacalar gibi davrandılar. Her ne ise bütün bunlar kötü idarenin, kötü sivillerin başımıza açtığı belalardı, o darbe ile başa geçen idare ise tamamen Amerikan hegemonyası altındaydı ve inanılmaz ölçüde dini kullanarak bu günlerin temelini attı. Sayın Evren’e ne çok uyarıcı mektuplar gönderdik, önce açıkca isim ve adres vererek, Fatih yöresinden başlayan irticayı anlattık, minicik kız cocuklarının başlarının örtüldüğünü, bazı kadınların çarşaf giydiğini ve yavaş yavaş irticanın gelmekte olduğunu. Ne kadar saf olduğumuzu Amerikalıların Yeşil Kuşak teorisi ile birlikte fark ettik. Sayın Evren kendisine verilen rolü büyük bir ciddiyetle ve devamlı Atatürk adını kullanarak oynadı, bazı aydınlar ve kendine, ülkesine, Cumhuriyetimize inancı olmayan kişiler sayın Evren’e duydukları nefreti sanki bütün 1980 sonrası olayları o yapmış gibi Atatürk’e yönelttiler. Hem bu kişiler, kendilerine aydın diyenler hem de eğitilmemiş halkımız ısrarla 80 öncesi aynı tip politikacıları seçti, ufak rüşvetler, yaptıkları ufak hilelere göz yumulması, biraz erzak, biraz kömür onlara yetti de arttı bile. Sonra, tabii daha önce de vardı ama, İmam hatip lise nimeti keşfedildi, ve inanılmaz bir yarışma başladı, hangisi birinci geldi bilemem, ama hepsi koşuya hevesle katıldı, sayın Demirel, sayın Evren, sayın Çiller, sayın Yılmaz, sayın Ecevit ve daha başka sayınlar. Hepsinin ürününü AKP iktidarı topladı. İmam hatipli kızlarımız 1980’li yıllardan beri öyle militan yetiştirildi ki şaşarsınız, hele en iyi niyetinizle bir laf söyleyin, hele neden örtündüklerini sorun, ama yalnız olun, çevrenizde kalabalı olmasın işiteceğiniz kaba sözlere ver hatta küfürlere şaşar da kalırsınız. Benim başıma birkaç kez geldi iyi biliyorum. Ayrıca bu kızların sözleri yetmedi kızlara göre helalleri olan erkek arkadaşları gelip kapılara dayanıp hocalarını tehdit etmekte hiç mahzur görmediler. Bunları yaşadık, kimsenin şüphesi olmasın çok daha korkunçlarını yaşayacağız. Üniversitenin önünde örtünün örtünün diye bize sopa sallayan ihtiyar adamcağızı, şeffafa yakın ince beyaz keten pantolon takımı içinde başını iyice bağlamış, yüzü, gözleri iyice boyalı genç kızı, çarşaflı, mavi gözlü ve kendisine dikkatlice bakan hanımlara Yeşilköy’de İngilizce küfür eden genç kadını, şu sıralarda İstiklal Caddesi’nde ikili üçlü dolaşan, kıkır kıkır gülen boyalı ama çarşaflı genç kızları görüp türban adı verilen bir örtünün masum okuma isteğinin mi yoksa Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin yok edilmesinin mi sembolu olduğunu anlamaya çalışıyorum. Laik Cumhuriyetimizin ne kadar çok düşmanı varmış meğer, ve ne kadar çok düşman üretilmiş şu son 2025 yıl içinde. Hani imam hatip okulları aydın din adamı yetiştirmek içindi, hani dinimizde kadın imam olmazdı (öyle ise bu imam hatipli kızlar da nedir?). Bu okulların öncelikle kız kısımlarının kapatılması, kalan kısımlarının da müfredatının ciddi bir şekilde denetlenmesi gerekir. Belki alınacak öğrenci sayısı imam ihtiyacına göre ayarlanabilir. Eğer bugünkü gidiş aynen devam ederse değil Laikliğimizi kaybetmek yakında ülkemizi bile kaybedebiliriz. P rof. Dr. Ufuk Esin yarım yüzyıllık dostum ve hayranı olduğum bir bilim kadınıydı. Bir yaşam boyu dostum ve değerli arkadaşımdı. Ben İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk okurken, Ufuk arkeoloji bölümüne devam ediyordu. 50’li yılların başında Beyoğlu’nun göbeğinde Parmakkapı’da Tel Sokak’ta eski bir apartman katında Cep Tiyatrosu kuruluyordu. Türkiye’de bir ilkti. Sevgili Haldun Dormen Amerika’dan Yale Üniversitesi’nden yeni dönmüştü. Hep beraberdik. Cep Tiyatrosu’nun minyatür denilebilecek bir sahnesi 2030 kişinin oyun seyredebileceği derme çatma bir salonu vardı. Ufuk Esin, Altınterim Hürkuş ve ben okuma tiyatrosu türünün ilk denemelerini seyirci önünde sahneye koyduk. Haldun Taner’in “Ayışığında Çalış Kur” ve Sartre’ın “Kapalı Celse” oyunlarını seslendirmiştik. Bu anıyı Ufuk Esin’in çok yönlü ve sanatçı kişiliğinin göstergesi olarak anımsıyorum. Ufuk Esin, Alman kültürü almıştı ve mükemmel bir Almancası vardı. O dönemde Doğu Almanya’dan şarkiyatçı bir Prof. Teshner İstanbul’da araştırmalar yapıyordu. Modern Türk şiirleri topluyordu. Benim de ilk şiir kitabım “Kırpıntı Bohçası” o sıralarda çıkmıştı. Edebiyat matinelerinde şiirler okuyordum. Ufuk beni Prof. Teshner’le tanıştırdı. Bizleri Teshner’in “15. Yüzyıl’da Osmanlı Esnaf Locaları” konferanslarına götürdü. Ufuk bize yol gösteriyor, ufkumuzu açıyordu. Ben Teshner’e şiirlerimi okudum, o da kayıt etti. Ufuk, üniversite yıllarında annesi ve bir kardeşiyle Bebek tepelerinde sobalı ahşap bir Osmanlı konağında otururdu. Orada arada genç aydın kişiler toplanır, güncel sanat konularını tartışırdık. Ufuk’un ikiz kardeşi gibi olan Altınterim Türkiye’nin o dönem çok tanınmış altın sesli bir radyo spikeri oldu. Bu grupta kimler yoktu. Örneğin, yazar Cevat Fehmi’nin oğlu, sonradan ünlü tiyatro dekoratörü Başkut, daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Rektörü olacak ünlü Profesör Ergün Toğrol, şair İlhan Şevket ve daha kimileri Ufuk’un etrafında toplanırdık. Ufuk Esin doğuştan ciddi bir kalp hastasıydı. Çelimsiz minnacık vücudundaki küçük kalbi bütün yaşamı boyunca Ufuk’a ayak bağı oldu. Ancak Ufuk, sanki hiçbir sağlık sorunu yokuşcasına uzun soluklu bir yaşam maratonuna koştu. Kronik kalp hastası gerçekte yarım bir insan, arkeolojinin tozu toprağı içinde reklamsız harikalar yarattı.Emeklilik bile Ufuk Esin’e bana mısın demedi. Çalışma temposunu düşürmeye yetmedi. Ufuk İstanbul’da veya Anadolu’da dağda taşta veya hastane koridorlarında ben Ankara’da veya yurtdışında, herşeye karşın yılda bir kez haberleşirdik. En son iki yıl önceydi, kendisine çok önemli bir ödül verildiğinde sevinç ve övünçle kutluyordum. Ufuk da yeni çıkan bir kitabım için aynı şekilde beni tebrik ediyordu. Oysa iki olay eşdeğer değildi. Bu yıl da her yıl bütün dostlara gönderdiğim yılbaşı mektubunu Bebek adresine aldı veya almadı. BÜYÜK BİR ARKEOLOG Dünyamızdan büyük bir Türk arkeoloğu geldi geçti. Türkiye’de Ufuk’un yakından tanıyan küçük bir çevre yasını tuttu. Büyük çoğunluklar Ufuk Esin’i belki bir kez dahi duymadı. Oysa Ufuk Esin arkeoloji alanında büyük işlere sürekli imza atıyordu. Asistanlığı döneminden başlayarak “prehistoria” alanında uzman oldu. Hiç kuşku yok, Türkiye’miz bir tarih öncesi ve bilindiği gibi tarih sonrası yeraltı cennetidir. Ufuk Esin işte o cennette yaşadı. Türkiye kültür sektörü projesi “TÜKSEK” Ufuk Esin’in ortaya koyduğu büyük bir çalışmadır. Ufuk Esin Türkiye’nin muhteşem kültür envanteri projesini hazırladı. Türk devleti hatta arkeoloji çevreleri dahi bu projeye ne kadar ilgi ve destek gösterdi Ufuk Esin’in arkasından, bir soru işareti olarak kalmıştır. Bunu yalnız ben söylemiyorum. TÜBA Başkanı Engin Bermek de aynı kanıda. Edebiyat Fakültesi sahnesinde Ufuk Esin için düzenlenen veda töreninde yaptığı konuşmada özeleştiri olarak ifade edilmiştir. Ufuk Esin Türkiye arkeolojisine arkeometri diye tanımlanan yeniliği getirmiştir. Edebiyat fakültesinde yarım yüzyıla yakın hocalığı sırasında bir arkeologlar ordusu yetiştirdiği ayrı bir gerçektir. Ufuk, ünlü profesör doktor Halet Çambel’in öğrencisi olarak aldığı arkeoloji meşalesini kurumsallaştırdı. Öyle bir hoca ki arkeoloji Ufuk Esin’in yaşamı, ailesi, hobisi ve herşeyi oldu. Edebiyat Fakültesi arkeoloji bölümünde Ufuk Esin’e kurtarıcı “saviour” lakabını yakıştırmışlardır. Bundan daha güzel ve yerinde bir nitelik düşünemiyorum. Nedeni açıktı. Ufuk’un ilk kurtarma projesi 1968’de Keban Barajı’yla başladı. Barajın suyundan ne kurtarmak olanaklı idiyse Ufuk ve arkadaşları o kalıntıları kurtardılar. Kurtarıcı çabası Elazığ’da Tülin Tepe ve Tepecik’te başarıyla sürdü. Malatya Değirmendere’de Ufuk Esin yine başrolde kurtarıcı olarak sahnedeydi. Öyle bir sahne ki hiçbir sahne ışığı veya alkışı olmadı. Son kurtarıcı görevi Aksaray Aşıklı’da noktayı koydu. İlerlemiş yaşına karşın sürekli emekliliğe boşverdi. Kazıları sürdürdü, okudu, yazdı, kazdı, Ufuk Esin adı uluslararası alanda Türkiye’deki arkeolojiyi Türkiye dışına taşıdı, bir efsane halinde kendinden sonra gelen genç kuşaklara emsalsiz bir örnek ve armağandır.