20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan [email protected] Nörotik, borcunu (ölüm) ödemekten kaçındığı için borçlanmayı (yaşamı) reddedendir. Hiçliğinden korkarsan, yaşama başlayamazsın.. Hiçlik Dr. F. Maner’le varoluş üzerine konuştuk. “Ölüm, varolmanın bitmesi olduğunda değil ama, yok olma (anihilasyon) olarak algılandığında korkunçtur, hiçlik dayanılamazdır çünkü” dedi o. “Buna karşı çare” dedim, “kişiyi dünyasından vazgeçirmek, diyelim çocuklu, evli bir doktoru, doktorluktan, kocalıktan, babalıktan, onu o yapan her şeyden vazgeçirdiğimizde geride kalan “saf öz bilinçlilik”tir. Ona ulaşırsa o, tinine dokunmuş, ölümü anlamsızlaştırmış, hiçliği gündemden düşürmüş demektir. Çünkü tin ortaktır, bizden sonra da kalandır, sabah ve akşamın aslının ışık olması gibi ait olduğumuz bütündür.” Böyle uzun uzun devam ettik ve içimizdeki hiçliği, kılıç gibi düşüncelerle kestik. Otto Rank nörotiği şöyle tanımlamıştı: “O, borcunu (ölüm) ödemekten kaçındığı için borçlanmayı (yaşamı) reddedendir. Hiçliğinden korkarsan, yaşama başlayamazsın. Halbuki insan hiçlikten, ancak biricikliğini yaratarak ve yaşamı bu yönde tamamlayarak kurtulabilir. Çünkü biricikliği sağlayan, en azından bozmayan şey, ölümü içselleştirmiş bir yaşamdır. Biricik kalarak erkenden yaşamdan gitmek ölümsüz olarak biricikliği kaybetmekten yeğdir. Karşı cinsle ilişkiyi ömür boyu götürmekten sakınanlar, eş değiştirmemekten, yaşamda ilerleme fantezilerinin bittiğinden korkanlar vardır. Biricikliği tek bir kadın/adamla taçlandırmak, ikincisine geçmeden yaşamı ölümle tamamlamak ve ancak biricik kaldığında dünyanın sonsuza kadar senin izine ihtiyaç duyacağına inanmak… Hiçlik böyle öldürülür. Nietzsche, “Mükemmel olanki bu olgunluktur(biricik kalarak) ölmek ister; ham olansa (anonim olarak) yaşamak” demişti. Yaşam değil ama insan olağanüstüdür ve tam olarak kendini ortaya koyduğunda ona yaşam yetmemektedir; insan ölerek değil, bu yetersiz fanusun içinde yaşayarak hiç olur. Sartre’a göre birey sadece özgür değildir, aynı zamanda özgürlüğe mahkum edilmiştir. Özgürlük dünyaya karşı sorumlu olmanın (yaşayarak dünyayı anlamla doldurmanın) ötesine geçer. Evet ötesine geçmek, orada hiçliği görmek ve hiçliği yenmek gereklidir. Yoksa sadece sorumlu (anlamlı) olmak, üstüne bir de sorumluluğunun (yarattığı anlamın) farkında olmak ürkütücü bir içgörüdür. Onca şeyi yaratmak ve sonra hepsini sebepsiz biçimde bırakmak, hiçliğin üstünü güçlü biçimde çizer ve beni hiç yapmaya gelmiş hiçlik kendi hiç olur gider. Sebepsizliği ama anlamak önemlidir, sorumluluğu tamamlayıp, sorumsuzluğa ulaşmanın son kapısıdır çünkü o. Yine Sartre’a göre canlılar sebepsiz doğar, sebepsiz devam eder, sebepsiz ölür. Sebepsiz biçimde varsak, sebepsiz biçimde de yok olabiliriz, hiçlik bunca zaman varlığa sebep olamamışsa kendi sebepsiz olduğu içindir ve evrenin dokusuyla uyumlu, nedenlerden doğan, sonuçlar yaratan bütünlüğe erişemeyecektir. Bizi hiçliğe esir yapan mantıktır, halbuki mantık, yolumuza döşenmiş, sağlam, o ölçüde de değişmez olan raylardır, yolculuk yaparsın üstünde, güvenli, fayda sağlayarak, kazanarak… Onların üstünde yarım asırdır bambaşka bir yolcu hiç görmedim. Sıradan olmayanlar ray döşenmemiş yerdedirler, rayların üstünde, trenin içinde biz hiçlikten kaçıyoruz ve sıradışılar yanılsayan aklımızda bize göre hiçken, evrenin ruhunda saf bilince ulaşmış değerler hepsi aslında. Altı buçuk milyar insandan, ray üstünde kaymayan değerlerin ya da “deliler”in bu kadar az çıkması ne kadar ilginç. Ölümle ilgili meslek edinenler (asker, doktor, papaz, cenaze levazımatçısı), hiçlik sıkıntısını bağışıklık kazanmak için yola çıkmış gibiler sanki. Hiçliği yenmek için onca insanı öldürmek, kurtarmak, affetmek ve gömmek, kendi benzerlerini hiçleştirerek, hiçten gizlenmek… İntihar bile hiçliği kontrol etmeye dönüktür, kontrol edeni kontrol etmeyi sağlar ve insan ölüm korkusundan, kontrol alanını genişleterek kaçar. Bazılarımız da hiç olmadığını düşündüğümüz üstün güçlere (Tanrı, lider, ölümsüz aşk) bağlarız kendimizi. Öyle yaptığımızda, onların yolunda yok olmak, koşulsuz bağlanmak, o yolda kendini kurban etmek, onların yanında büyümeyi reddetmek, inancın çöküşüyle depresyona düşmekten ibarettir artık bütün yaşamımız. Buna rağmen hiçliği tahayyül edebilmek yüksekliktir, ama korkmamalı, onu seyretmelidir. Mendelssohn İskoçya’da bir uvertürün ilk on mezürünü hiçliği en koyu hissettiren kapkaranlık bir delikte, Fingal mağarasında yazmıştı. Hiçliği hissetmiş, yaşamı boyunca yazdığı en güzel notaları kafasına varlık değil, sonsuz yokluk getirmişti. ni gerçek anlamda alet oluşturmadıklarıdır. XX. yüzyılın ilk yarısında bazı Australopithecus türlerinin taşa kıyasla işlenipbiçimlendirilmeleri daha kolay çeşitli organik malzemeden, örneğin bazı iri hayvanlara ait kemik (osteo), diş (donto) ve boynuz (kerato) parçalarını ham madde olarak kullanmak suretiyle alet yaptıkları ileri sürülmüş ve o dönemde bu “sözde endüstriye” de “kemikdişboynuz endüstrisi” (osteodontokeratic industry) adı verilmişse de günümüzde Australopithecus’larca oluşturulmuş böyle bir endüstrinin olmadığı ve bir dönem için alet oldukları ileri sürülen böylesine örneklerin bütünüyle doğal kalıntılardan ibaret olduğu kesinlik kazanmıştır. Artık geçerliliğini yitirmiş bir başka görüşün de, ilk saptandıkları dönemlerde Australopithecus’ların (yanlışlıkla) ateşi kontrol altına almış oldukları sanıldığı için (haksız yere) “Prometheus” adı ile betimlenmiş olduklarını da hatırlatmak yararlı olabilir. 3.5 MİLYON YIL YAŞADILAR İlk defa 4.5 milyon yıl kadar önceleri ortaya çıkan Australopithecus’ların yaklaşık 1 milyon yıl öncelerinden itibaren bütünüyle ortadan kalktığı görülür. Australopithecus’lara ne olmuş ve niye birkaç milyon yıl boyunca Güney ve Doğu Afrika’da yaşamlarını sürdüren bu fosil insan türü ortadan kalkmıştır? Ortaya çıkan ekolojik kanıtlar Australopithecus’ların yaşamış olduğu bölgelerde, zaman içinde öncekine kıyasla daha serin ve kurak bir iklimin egemen olmaya başladığını, zaten sınırlı olan ormanlık alanların giderek azaldığını ve böylesine önemli iklimsel değişimlerin doğal sonucu olarak da otlak ve çayırlıklar (savanna) gibi açık alanların giderek arttığını göstermektedir. Bu iklimsel değişimler, daha önceki mevcut ekolojik koşullara yaşamsal anlamda belirli bir uyum sağlamış olan Australopithecus’ların zaman içinde yok olmalarına neden olmuş ve bir süredir Australopithecus’larla birlikte ve onlara paralel olarak aynı yörede yaşamını sürdürmekte olan bir başka insan türünün (geniş anlamıyla Homo’nun) önce Afrika ve sonra da tüm Eski Dünya’ya egemen olması sonucunu getirmiştir. Böylece, zaman ve mekân ekseninde Australopithecus’lar yaşam platformunu terk etmiş ve yerlerini yavaş yavaş Homo’nun farklı türlerine bırakmışlardır. Bu aşamada, a) “Söz konusu bu türün insanın fosil geçmişindeki yeri nedir?” ve b) “Arkeolojik anlamda kültürel özeliklere sahip miydiler?” gibi iki önemli sorunun sorulması gerekir. Günümüzdeki yaygın görüş Australopithecus’ların insansılar olarak tanımlanmaları ve insanın zaman ekseni boyunca insanlaşma aşamalarının eski evrelerinden birini simgelediğidir. Bu yargının ardında yatan temel neden, bir Primat türü olarak iki ayak üzerinde ve dik olarak yürümeleri ile bazı bedensel özellikleri bakımından maymunlardan esasta ayrılmaları ve insansal özellikler göstermeleridir. Buna rağmen, günümüzde insanı gerçek anlamda “insan” yapan kültürel nitelikteki farklı özelliklerin başta geleni olan alet yapma yeteneğine (yani teknokültürel özelliklere) sahip olmadıkları ve bu nedenle de maddesel kültür ürünleri oluşturmadıkları, başka bir deyişle de alet yapmadıkları söylenebilir. SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA Arsuaga,J.L.I.Martinez, The Chosen SpeciesThe Long March of Human Evolution. Blackwell Publishing, Oxford. Day,M.H., Guide to Fossil man A Handbook of Human Palaeontology. (1986) Cassel and Comp. Ltd. London. Johanson, D.B.Edgar, From Lucy to Language. (1966) Simon and Schuster, New York. McKie,R., Dawn of Man The Story of Human Evolution. (2000) Dorling Kindersley Publ. Inc., New York. Sawyer,G.J.V.Deak, The Last Human A Guide to Twenty Two Species of Extinct Humans. (2007) Yale University Press, London. Weiner,J., K.P.Oakley W.E.Le Gros Clark, “The Solution of the Piltdown Problem”, Bulletin, (1953) British Museum (Natural History), Geology, 2(3), 139146. CBT 1100/ 9 18 Nisan 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle