24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Genetikçiler aşkın rengini de değiştirdi Genetikçiler sonunda çiçek dünyasına da el attı. Farklı renk ve kokularla daha dayanıklı vazo bitkileri yaratmak isteyen uzmanların en önemli başarısı mavi gül... Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com Bağışıklık sistemini bozan etkenler stres, kötü beslenme, alkol, uykusuzluk, radyasyon ve hava kirliliği gibi faktörlerdir. Sistemin aşırı cevap vermesi durumunda ise alerji, anafilâksi, oto immünite, kanser gibi farklı hastalıklar gelişebilir. Sağlıklı beslenme, düzenli spor yapma, stressiz ve düzenli yaşam bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasında önemli unsur A şkın simgesidir kırmızı gül. Sevgililer gününde her yıl milyonlarca hatta belki de milyarlarca gül satılıyor dünyada. Kim bilir kaç şarkı kaç şiir derlenmiştir güllerle. Beyazı, sarısı, pembesi de var ama konu aşk ise mutlaka kırmızı gül çıkar sahneye. Fakat Japonlar artık aşkın rengini de değiştiriyorlar. Japonya’daki Suntory firması önümüzdeki yıl ilk mavi gülünü satışa sunacak. Gerçi genetik gülün ne kadar mavi olacağı henüz bilinmiyor ama çiçekçilikte yeni bir çığır açacağı kesin. Sonuçta dünyanın her yerinde genetikçiler geleceğin çiçeklerini yaratmak için çalışıyorlar. Güller ve karanfiller doğada başarısız olan renklerle açıyor. Petunyalar sıfırın altındaki soğukları ve parazitleri atlatıyorlar. Birkaç yıl sonra doğada hiçbir zaman duymadığımız kokular saçan çiçekler dolacak vazolarımıza. Dünya genelinde vazo çiçeklerinden elde edilen kâr 40 milyar dolar civarı ve bunun on milyarı gülden elde edilmekte. Özellikle Sevgililer Günü gibi özel günlerden önce piyasada önemli bir patlama yaşanmakta. Olağandışı çiçekler insanları her zaman büyülemiştir. 17.yy’da yaşayan Hollandalı bir tüccar bir yıllık gelirini “Semper Augustus” olarak bilinen kırmızı beyaz bir lale için harcamıştı. Ne var ki laleye bulaşan bir virüs soyunu tamamen kuruttu ve bu laleyi yeniden yetiştirmek mümkün olmadı. Farklı renkteki ilk transgenetik çiçek aslında 1987 yılında Köln’deki MaxPlanck Bitki Yetiştirme Araştırmaları Enstitüsü’nde açmaya başlamıştı. Genetikçiler Peter Meyer ve Gert Forkman bir mısır genini petunyalara aşılayınca beyaz yapraklı çiçek birden somon rengini almıştı. Fakat daha sonraları eleştirilerden sıkılan bilim insanları bu alanı Amerikalı ve Avustralyalı araştırmacılara bıraktılar. Avustralya’daki Florigene firması böylece 1996 yılında ilk genetik çiçeği satışa sundu. Firma doğada bulunmayan açık menekşe rengindeki karanfiline “Moondust” (Ay tozu) ismini vermişti. Firma bugün artık farklı menekşe tonlarında altı transgenetik karanfil türü satıyor. Bugüne kadar 75 milyon karanfil satmış firma. Bağışıklık Sistemi Ne İşe Yarar? Tıp alanının temel taşlarından biri olan immünoloji veya diğer adı ile bağışıklık biliminin kavranması ve bu alandaki bilimsel çalışmaların desteklenmesi amacı ile Avrupa çapında 17.000 den fazla üyeye sahip 28 İmmünoloji Derneğinin oluşturduğu “İmmünoloji Dernekleri Avrupa Federasyonu” 29 Nisan tarihini “Avrupa İmmünoloji Günü” olarak ilan etti. Ülkemizde de Türk İmmünoloji Derneği 28 Nisan günü İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü’nde başlayan birtakım etkinlikler ile toplumu konu hakkında bilgilendirme kararı aldı. Bu amaca uygun olarak derneğin başkanı Prof. Dr. Günnur Deniz ve Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Nerin Bahçeciler, bağışıklık sistemi ile ilgili olarak toplumu bilgilendirici bir metin kaleme aldılar. Bu metni okuyucularımla paylaşmak isterim. “Bağışıklık sistemi, bizi infeksiyona neden olabilen virüs, bakteri, mantar ve parazit gibi mikroorganizmaların zarar verici etkilerden koruyan, vücudun ana savunma mekanizmasıdır. İnsan vücudu her gün çevresinde bulunan çok sayıdaki mikropla karşılaşır ve bu mikroorganizmalar vücudumuza girebilmeye uğraşırlar. Bağışıklık sisteminin birinci görevi mikroorganizmaların vücuda girmesini engellemek veya vücuda girmeyi bir şekilde başaranların yayılmasını önlemektir. Organizmalara karşı bağışıklık sistemi iki farklı aşamada vücudumuzu savunur. Deri, mide asidi, gözyaşındaki bazı enzimler ve birtakım hücreler “doğal bağışıklığı” sağlar ve mikroorganizmaların vücuda girişini önlerler. Eğer mikroorganizmalar bu bariyerleri geçerlerse bağışıklık sisteminin diğer elemanları harekete geçer. Bunlar vücuttaki farklı kimyasal maddeler ve mikroorganizmaları yutup yok edebilen hücrelerdir. “Kazanılmış bağışıklık” sisteminde ise lenfosit adı verilen hücreler rol alır. Bu hücrelerden B hücreleri olarak bilinenler, yabancı maddeleri tanıyıp onları etkisiz hale getiren ve antikor adı verilen maddeleri üretirler. Diğer bir lenfosit alt grubu ise T hücreleridir. Bu hücreler, mikroorganizmaları doğrudan tanıyarak onlara yanıt verebilen hücrelerdir. T ve B hücreleri daha önce karşılaştıkları mikroorganizmalar ile tekrar karşılaştıklarında bunları tanıma (hafıza) ve hızlı bir şekilde yok edebilme özelliği gösterirler. Bütün bu koruyucu sistemlere karşılık “Bağışıklık Sistemi” her zaman başarılı olamaz. Antibiyotik gibi tıbbi tedavilerin yanı sıra mikropların zayıflatılmış, hastalık yapmayan formlarının vücuda verilmesi sonucu bağışıklık sistemini uyaran ve “aşı” olarak adlandırılan sıvılar bağışıklık sisteminin işini kolaylaştırmak amacıyla kullanılabilirler. Aşı ile sağlanan “aktif bağışıklık” yanı sıra, antikor denilen maddeler de hastalıklardan korunmada önemli bir yer tutar. Bu antikorlar plasenta yoluyla anneden bebeğe geçebildiği gibi anne sütüyle de aktarılabilir. Buna “pasif doğal bağışıklık” adı verilir. “Pasif doğal bağışıklık” doğum sonrasında bebeği 4–6 ay süre ile hastalıklara karşı koruyucu özelliktedir. Bağışıklık yanıtının yetersiz olması nasıl infeksiyonlara yatkınlığı arttırıyorsa aşırı, eksik ya da doğru olmayan şekilde çalışması da başka hastalıklara neden olur. Bağışıklık sistemini bozan etkenler stres, kötü beslenme, alkol, uykusuzluk, radyasyon ve hava kirliliği gibi faktörlerdir. Sistemin aşırı cevap vermesi durumunda ise alerji, anafilâksi, oto immünite, kanser gibi farklı hastalıklar gelişebilir. Sağlıklı beslenme, düzenli spor yapma, stressiz ve düzenli yaşam bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasında önemli unsurlardır.” Türk toplumunun ne yazık ki, son yıllarda tanıma şansına sahip olabildiği Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün, 1946 yılında kaleme aldığı “Bağışıklık Bilimiİmmünoloji ve Seroloji” isimli kitabının önsözünde şunu yazmıştı. “İstikbalin hekimi immünisatör olacaktır”. Özellikle kanser tedavisinin günümüzde geldiği nokta bu öngörüyü haklı çıkartmıştır. Umut ediyorum “Avrupa İmmünoloji günü” bu çok önemli ama az bilinen bilim dalı hakkında toplumun da bilgilenmesine aracı olabilir. KOKU GENLERİ Araştırmacılar açık mavi kadife çiçeği (Torenia fournieri), bronz renginde altın çanağı (Forsythia intermedia) ve sarı petunyalar geliştirdiler bile. Fakat sadece çiçeklerin görünüşleri değil kokuları da değişiyor. Gülün kokusundan sorumlu genleri saptayan Florida Üniversitesi araştırmacısı David Clark, şimdi kokusuz güllerden, mis kokulu çiçekler yaratmak istiyor. Almanya’da ise solmayan veya kötü iklim koşullarına dayanıklı çiçekler üzerinde araştırılıyor. Bu çabalar sonucunda mesela eksi altı dereceye bile dayanan petunyalar üretmeyi başardı bilim insanları. Fakat transgenetik çiçek alanında en büyük başarı Suntory araştırmacılarına ait. Boyar madde sentezinin manipülasyanu sayesinde bilim insanları bu alanda çok önemli bir adım attılar. Çünkü gülde tıpkı karanfil veya krizantemde olduğu gibi mavi boyar madde üretimini üstlenecek bir gen bulunmamakta. Yetiştiriciler mavi gül üretmek için yüzyıllar boyu uğraştılar ama hiçbiri başaralı olamadı. Günümüzdeki satılmakta olan mavi güllerin hiçbiri gerçek değildir hepsi boyalıdır. Suntory araştırmacıları gül kalıtımına ilk önce bir menekşe geni aşıladılar. Kalıtım sekansı mavimsi menekşe rengindeki boyar madde delfinidinin üretimini çalıştırmakta. Bilim insanları aynı zamanda çiçeklerdeki kırmızı ve turuncu boyar maddelerin sentezini de durdurmaya başardılar. Tabii iş bu kadar kolay değil. Çünkü çiçeğin rengi sadece boyar maddenin yoğunluğuna değil, mesela demir içeriğine, pH değerine ve diğer pigmentlere de bağlıdır. Mavi gülün rengi şimdilik biraz menekşeye çalıyor ama arazi çalışmalarıyla bu rengi geliştirerek çeşitli mavi tonlarında güller yetiştireceğiz diyor genetik çiçeğin yetiştiricisi Yoshikazu Tanaka. Nilgün Özbaşaran Dede Kaynak: Spiegel, 8/2008 CBT 1100/ 15 18 Nisan 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle