Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kentlileşememe Sömürge Yolunun Kapısıdır Kent nüfusunun çoğunluğunun köylü kökenlerini unutamayacak kadar yeni olduğunu, ve kentlileşme sıkıntıları çektiğini biliyoruz. Köylü, kasabalı kadınlarımız kente başı açık gelmediler. Fakat bundan 40 yıl öncesine gelene kadar kente gelip okuyan kızlarımız kentin ve çağdaşlığın usullerine uyarlardı. Bugün kentlileşmiş nüfus azınlıktadır. Bu azınlığın çoğunluğu eğitmesi olanağı kalmamıştır. Doğan Kuban öylü ile kentli arasında, kuşkusuz kentli gibi davranmaya çalışan, kırsal kültürlü kalmış nüfus, her alanda yaşama ve davranışlara damgasını vurmuştur. Davranışları yönlendiren, uyum sorunları ötesinde, ekonomik ve kültürel faktörler de aynı derecede etkilidir. Örneğin konut ve çevresinin bakımsızlığı temelde ekonomik olanaksızlıklara dayanır. Fakat bakım aynı zamanda kültürel bir özelliktir. Zengin olan halkın da bakım açısından Avrupa ve Amerika’ya göre daha duyarsız olduğu açıktır. Bu bağlamda eğitime ve geleneğe bağlı bir estetik sorun vardır. Toplum kültürünün yapay çevredeki eksikliğe, bitmemişliğe, düzensizliğe, kirli olana karşı duAvrupa ve Amerika’nın yarlığı Türk toplumunun henüz ulaşamadığı bir uygarlık yeni sömürgeci söyleeşiğidir. mi bizim gibi ülkelerde Çöp, iyi bildiğimiz bir olmayan ve olamayakentleşememe gösterisidir. Kırsal yerleşmelerde organik cak bir demokrasi çöpün doğada zaman içinde yalanı üzerine kuruluyok olduğu bir ortamdan kadur. Onlar eğitimden, lan alışkanlık büyük kentledinden söz etmiyorlar. re taşınmıştır. Toprakta yok olan elma kabuğu asfalta Okuma yazması olmaplastik torba içinde atıldığı yan milyonlardan, spor zaman yok olmaz. Kentte çöyapmayacak, sanat pün birinci nedeni bu alışyapamayacak, bilimkanlıktır. İkinci nedeni estetik duyarsızlık, üçüncü nededen uzak kadınlardan ni diğer kentlilere karşı sayda söz etmiyorlar. gı noksanıdır. Çöpün kaldıAvrupa emperyalizmirılması olgusu önemli bir kent uygarlığı göstergesidir. nin bu açık sömürgeci Çöp atanlar çöplerini neretutumunu cahil halk ye koyacaklarını bilemiyoranlamıyor. lar. Çöp bağlamında belediyenin yapabileceği bir şey yoktur. Kanımca İstanbul eski dönemlere göre daha temiz, temizlik personeli, araç gereci de daha fazladır. Ne var ki aklına geldiği yere çöp bırakan milyonlar yaşıyor bu kentte. Bunlar zengin, fakir, okumuş, okumamış uygarsızlık kategorisinin mensuplarıdır. Çöp olgusu okullarındaki eğitimin köy kökenli çocuklara bütün bu nedenleri aşacak bilinçlenmeyi veremediğini kanıtlamaktadır. lumsal statüsü insandan yüksektir. Mercedes, Volvo, Land Rover gibi markalar sanayi imparatorluğunun özel statülü araçlarıdır. Sanayi toplumunun değil, protokent toplumunun üyeleridir. Bu olgular kentlerimizin güncel imgelerini oluşturur. İstanbul bir otoparktır. İstanbul’da bir arabanın nerede durabileceğini ne araba kullanan bilir, ne de trafik polisi bilir. Ne de yazılı işaretlerden öğrenilebilir. Çünkü bunlara uyulmaz. İstanbul yolları arabalar için yeterli değildir. Türkiye’de hiç kimse kamu yararına yalansız dolansız araştırma yapmadığı için, İstanbul’da yolların yüzde ne kadarının kullanılabildiğine ilişkin bir ölçüm ve istatistik de yoktur. Doğrusu istenirse yol genişliği ile kaldırım arasında standart bir oran da yoktur. Aslında kentleşememiş halkın, başına bir şey geldikçe bu düzensizlikten rahatsız olduğunu gösteren bir ortak tepkiye rastlamak da kolay değildir. Türkler uygarsızlığın rahatlığını yaşarlar. İstanbul kent gibi kent olacak mı, diye sorulabilir. Belediyelerde yol ve kaldırımların planlarında bütün altyapı tesisleri ve rögarlar, bahçe duvarları, ağaçlar ölçülü olarak çizili olduğu zaman, park yapılamayacak yerler işaretli olduğu zaman, ve insanlar yazılı işaretlere uygun davrandıkları zaman, ve uymadıklarında cezalandırıldıkları zaman, İstanbul da çağdaş olmaya yaklaşacaktır. Türkiye’de belediyelerin bina yapmaktan yol yapmaya vakti yetişmiyor. Yol yapmaktan kaldırım yapmaya vakti olmuyor. Yol ve kaldırımı her üç ayda köstebek gibi kazmaktan plan yapmaya vakti yetişmiyor. Benzin koyamadığı arabaya kredi borcu ödemekten vatandaşın aklı konulara yetişemiyor. Araba sahiplerinin, doğru dürüst park olanağı olmadığı için arabasına çarpılması korkusu uykusunu kaçırıyor. Araba fakir canların yongasıdır. Şizofrenik şoförler fil ve kırlangıç olarak anayolları ölümcül arenalara çeviriyorlar. Kırsaldan gelenler kentlerde uygarlık yaratmazlar. Sadece alıcıdırlar. Kentin ona uygarlık öğretecek gücü yoksa, örneğin kentin kendisi de sadece aracı ise, daha da vahimi, kırsal göçerin sayısal oranı, Türkiye’de olduğu gibi, politik egemenliği ele geçirecek kadar yüksekse uygar bir kent yaşamı yaratılmasını beklemek hayaldir. Ve böyle bir kent halkının bugünden yarına demokratik bir toplum yaratacağını savlamak ancak mizahi bir söylemdir. Avrupa ve Amerika’nın yeni sömürgeci söylemi bizim gibi ülkelerde olmayan ve olamayacak bir demokrasi yalanı üzerine kuruludur. Onlar eğitimden, dinden söz etmiyorlar. Okuma yazması olmayan milyonlardan, spor yapmayacak, sanat yapamayacak, bilimden uzak kadınlardan da söz etmiyorlar. Avrupa emperyalizminin bu açık sömürgeci tutumunu cahil halk anlamıyor. Ağa, eşraf, şeyh kulluğundan demokrat kent halkına dönüşüm sürecini ne sosyologlar biliyorlar, ne de politikacılar, ne de köşe yazarları. Avrupalı ve Amerikalı yeni sömürgecilerin hedef kütlesi aydınlanmamış, tarımsal, dinsel kültürlü bu protokentli insan agelomerasıdır. Kentlileşememiş insan bu süreç içinde beynine sömürge imgesi şırınga edilmiş bir insana dönüşebilir. K bayı bir fil olarak değil bir insan olarak sürmesi beklenir. Fakat insanın en büyük tutkusunun güç sahibi olduğunu unutmamak gerekir. Fil gibi güçlü ve kırlangıç gibi hızlı bir insan gaz pedalına basarak bu güçlere sahip olmanın tatmin edici psikolojisini yaşar. Eğitilmemiş, ilkel duygularını kontrol edemeyen insanlarda duygusal ayak, düşünen beyinin yerine geçmektedir. Kentlileşmek fil gücünü insan gibi kullanma terbiyesidir, denebilir. Bunun ilkeleri arabayı icat eden Batı ülkelerinde belirlenmiştir. Birinci ilke hemşeriye (yani insana) saygıdır. İkinci ilke kurallara uymaktır. Kurallar ise öğrenilir ve uygar ülkelerde bu kurallara uymayanlara ağır cezalar verilir. Ehliyetin para ile alınabildiği ülkemizde ve cezanın bir yazı tura oyunu haline getirildiği çevrelerde öğrenim bir rutinden ibarettir. Onun için araba sahibi insanlar nereye park yapılmaması gerektiğini yıllarca öğrenmeyebilirler. İnsana saygı toplumun yaygın bir özelliği değildir. Türkiye’de kent insanı köylü kökenini unutmamış genç hatta çocuksu bir toplumdur. Kentte kırsal kültürlü ya asalaktır, ya sürekli çıraktır. Kendini patron hissederse kırlangıç hızıyla giden fil olur. Türkiye’nin kentsel sorunu ve belki de temel politik ve uygarlık sorunu, kendini fil sanan köylü insanlardan kaynaklanır. Türkiye’de ulaşım kargaşasının bir ayağı kentlileşememiş insansa, ikinci ayağının filleri kontrol eden kamu idareleridir. Eğer buralarda da kontrol fil gibi davrananlarda ise ulaşım karmaşası giderek artacaktır. Çünkü bu süreçte filler fillere hak verirler. PROTOKENTLİLER Kent yaşamının organik ilişkileri aşan bu mekanik boyutu Batı ülkelerinde kontrol edilmeye çalışılır. Bu süreç, insanlar kendilerini yine insan hissetmeye başladıkları aşamada devreye girer. Bu mekanizmanın adı planlamadır. Kentte direksiyonlar arkasında filleşmiş insanlar her ülkedeki insanlar kadar zekidir. Fakat ne yazık ki plan zekâ ile değil akıl ve bilgiyle yapılmaktadır. Kentleşememiş toplumlarda bunun yanıtı eğitimdir. Ne var ki eğitimin de bir koşulu vardır. Filleri insanlar eğitir. Filler insanları eğitmezler. Kentleşememenin bir başka göstergesi, ulaşım bağlamında kaldırım ve yol işgalidir. Kaldırım ve yol işgalcileri de, çöp atanlar gibi, toplumun ilkel sınıfını oluştururlar. Başkalarının hakkını yer ve yaşamını tehlikeye atarlar. Bu grup pek çok milyonları içeren çok geniş bir toplum kesimidir. Kaldırım ve yol işgaline karşı belediyeler bir şeyler yapabilirler. Fakat onlar da toplumun çoğunluğuna uygun bir düşünce yapısına sahip olanların elinde ise çözüm olmaz. Gelişmemiş toplumda otomobilin top FİLLERİN YARIŞ ALANI Kentlileşememenin en büyük göstergesi ulaşımdır. Ulaşımda, tarım kültürlü insan, sanayi ile en büyük cephede karşılaşmaktadır. Kent aktif değişken bir ortamdır. Ve bu ortamın en dinamik öğesi ulaşım araçlarıdır. Onun için kırsal kökenli insanın kentlileşme savaşı motorlu araçla başlar. İlk aşama otomobilin insanın eline teslim ettiği gücün insanı bir fil haline getirmesidir. İnsan direksiyonda 1.0001.500 kg çeker. Ve bir fil gibi hemşehrisini ezebilir. 1.500 kiloluk filinsan uçan kuştan daha hızlı gider. Kent ulaşımı fillerin kırlangıç hızı ile birbirleriyle yarış ettikleri bir arenadır. Onun için insanlardan ara CBT 1100/ 10 18 Nisan 2008