02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A.M. Celal Şengör Bir zamanlar İstanbul Ünivesitesi’nin rektörü olan Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu'nun adını ilk kez rektör olduğu zaman Çapa'daki İstanbul Tıp Fakültesi’nin özellikle cerrahî kısmını iyi tanıyan annemden işitmiştim: 'Kemâl Bey'in kazandığına çok memnun oldum. Üniversiteyi zaptu rapt altına alması olasılığı yüksektir' dediydi. Her Şeyin Bir Sınırı Olmalı Kemâl Bey rektör olduktan bir müddet sonra, üniversitenin iki tıp fakültesinden birinde profesör olan yakın bir arkadaşıma, Kemâl Bey'in icraatı hakkındaki düşüncelerini sordum: 'Üniversiteye benim buradaki tüm çalışma sürem esnasında ilk kez bilim kaygısı getirdi' dedi. Aynı soruyu İstanbul Üniversitesinden bir jeolog meslekdaşıma yönelttiğimde 'Problem teşhislerinde ve çözümlerinde tamamen kendisiyle beraberim, yalnızca stilini onaylamıyorum' diye cevap verdiydi. Edebiyat fakültesinden çok saygı duyduğum bir hocam Kemâl Bey'den konu açıldığında, «Ayrılması çok fena oldu; ben yaptıklarını destekliyordum» dedi. Kısa bir süre sonra Kemâl Bey'in intihal yaptığı ortaya atıldı. Böyle bir suçlama kime yöneltilirse yöneltilsin, ister babam, ister oğlum olsun, affedilmesi imkânsızdır. Ben de (kendisinden istifa etmesi gerektiğini isteyebileceğim ihtimalini bile göze alarak) doğrudan Kemâl Bey'e giderek durumu aydınlatmasını rica etmiştim. Rektörlükteki odasında yaklaşık beş santimetre kalınlığında bir klâsörü elime verdi. Burada hem orijinal hem de intihal ürünü olduğu iddia edilen kitap ve konuyla ilgili zengin bir yazışma kaydı vardı. Gerçi orijinal bir broşürden ibaretti ve 'intihal edilenler,' hâfızam beni yanıltmıyorsa, fotoğraflar hariç orta malıydı. Ama kanımca belirleyici olan, orijinal kitabın sahiplerinin Kemâl Bey'e hitaben orijinal antetli kâğıtlarına yazarak gönderdikleri ve intihal iddiasına katılmadıklarını belirten mektuplarıydı. Kendisine bu belgeyi ibraz etmesini önerdim. Kemal Bey'in o zaman verdiği cevabı bugün daha iyi anlıyorum: «Bıktım artık, Celâl» dedi, «hangisiyle uğraşayım?» Yüzündeki bezgin ifâde gerçekten samimî olduğunu gösteriyordu. Halbuki ben Kemâl Bey'in yerinde olsaydım o belgeyi derhal gazetelerde yayımlatırdım. Üstelik, intihal iddialı kitabı hazırlayan da kendisi değildi. Grubun başındaki kişi olarak adı konmuştu. Ama bunu Kemâl Bey pek şövalyece bir tavırla asla dile getirmedi; suçu, olduğu kadarıyla, olduğu gibi üstlendi: «Mâdem ki adımın orada yer almasını kabul etmişim, sorumluluk bana aittir» dediydi. Kısa bir süre sonra İstanbul Üniversitesi’nde kitaplık krizi patlak verdi: Kemâl Bey'in kitaplıkları kapattırdığı şikâyetleri gazete sahifelerini doldurdu. Bu konuyu kendisine sorduğumda, «krizin» nasıl geliştiğini anlattı bana. Edebiyat fakültesinde seminer kitaplıkları denilen ve bölümlerdeki herkesin kolayca kullanabileceği kitaplıklar ikazlara rağmen disipline edilemediğinden dokuz bin eserin eksik olduğu tesbit edilmişti. Rektör olarak o da herkese bir mektupla ellerindeki eserleri derhal iâde etmelerini ve akabinde bir sayım yapılmasını istemişti. Bu teşebbüs sonunda yirmi yedi bin kitap geri verildiği halde kayıp olan dokuz bin kitabın çoğu, geri gelen yirmi yedi binin içinde yoktu! Bunun üzerine durumun vahametini kavrayan rektör, tüm kitapları tek ve disiplinli bir çatı altında toplamaya karar vermişti. Ben örneğin Coğrafya Enstitüsünün Birinci Dünya Savaşı esnasında Erich Obst tarafından toplanan muhteşem kütüphanesinin çok önemli bir kısmının enstitü Veznecilerden Vefa'ya nakledilirken ortadan kaybolduğunu bildiğim için, Kemal Bey'in anlattıklarına inanmakta hiçbir güçlük çekmedim ve kendisine kararını desteklediğimi söyledim, üstelik olanları hemen Cumhuriyet Bilim Teknik'e yazmasını önerdim. Kemâl Bey acı acı gülümseyerek «Bu üniversitenin rektörü olarak, kütüphanemiz yürütülüyor, diye mi yazayım?» diye sordu. «Evet, Hocam» dedim, «hem de aynen öyle yazınız.» «Olmaz, Celalciğim» diye cevap verdi, «yapamam, şık olmaz.» Bence hatâ etti. Türkiye gibi ilkel ülkelerde yöneticilik yapmak çok, ama çok zordur. Standartların olmadığı yerlerde insan kendisini pusulasız deniz ortasındaymış gibi hisseder. Bu şartlar altında bilim standardı yerleştirmek için çabalayanlara, tüm günahlarıyla beraber, benim kapım her zaman açıktır: Kemâl Bey'e de olduğu gibi. Ona yapılan eleştirileri değil, ama haksız olduğuna inandığım saldırıları daha ilk baştan beri esef, üzüntü, bazan da tiksintiyle izleyegeldim ve onun şahsında hep ülkeme üzüldüm. Eleştiri, muhakkak olmalı; hele suç asla cezasız kalmamalı; ama belden aşağı oynamak, ancak suçluluk hissiyle hareket eden alçaklara mahsustur. ORGAN NAKLİNDEN SONRA KAN GRUBU DEĞİŞTİ Avustralya'da karaciğer nakli yapılan bir kızın kan grubu değişti. Sydney Westmead Çocuk Kliniği doktorları, böyle bir olaya daha önce hiç rastlamadıklarını bildirdiler. Ameliyattan önce 0 Rh negatif kan grubuna sahip kızın kan grubu artık 0 Rh pozitif. Açıklamalara göre 15 yaşındaki kıza beş yıl önce 12 yaşındaki bir çocuğun karaciğeri nakledilmiş. Ameliyattan dokuz ay sonra yabancı organın reddedilmesin önleyen ilaca gerek kalmamış. Aradan dört yıl geçtikten sonra karaciğer tamamen normal bir şekilde işlemekte ve herhangi reddetme reaksiyonu söz konusu değil diyor uzmanlar. Kan grubunun ne şekilde değiştiği henüz bilinemiyor. Sonuçta kan grubunun değişmesi için önemli ölçüde hücrenin kemik iliğine ulaşarak ölçülebilir bir etki yaratması gerekiyor. Bu vakada bağışçının ve alıcının çok genç oluşu önem taşımakta. Bilim insanlarının düşüncesine göre çok sayıda faktörün karmaşık bir ilişkisi sonucunda böyle bir uyum ortaya çıkmış olabilir. Bundan sonra bu mekanizmalar açıklanmaya çalışılacak. Elde edilecek sonuçların, organ nakli ameliyatlarından sonra verilen ilaçları gereksiz kılması bekleniyor. Araştırma çerçevesinde Fildişi Sahilleri’ndeki Tai Ulusal Parkı'nda yaşayan şempanzelerde saptanan virüsler, dünya genelinde insanlarda yaygın olan virüs kökleriyle çok yakın akrabalık gösteriyorlar. Bu nedenle bulaşmanın çok da eskiye uzanmadığı sanılıyor. Anlaşıldığı üzere şempanzeye bulaşan virüsler hayvanları öldürebiliyor. Sonuçlar, yabani hayvanlar ve insanlardaki hastalık etkenlerinin karşılıklı etkisinin ayrıntılı bir şekilde araştırılmasının önemini vurgulamakta diye konuştu RobertKoch Enstitüsü başkanı Reinhard Kurth. ğil diyor uzmanlar. Ruan'la çalışan araştırmacılar Çin'in Tianjin kentindeki bir hastanede tedavi gören 3000 kişinin kafa röntgenlerini incelemişler. Ayrıntılı analiz kadınların kafatası kemiğinin daha kalın olduğunu göstermekle kalmayıp cinsiyetler arasında boyut farklılığını da ortaya koymuş. Kadınların kafatası ortalama olarak 140 mm, er KADINLARIN KAFATASI DAHA KALIN Çin'deki bir hastanede 3000 kişinin kafatası ölçümüne dayanan araştırmanın sonuçlarına göre kadınların kafatası kemiği daha kalın. Buna göre kadınların kafatası kemiği kalınlığı ortalama olarak 7.1 cm, erkeklerinki ise sadece 6.5 cm. Ford kuruluşunun bilim adamı Jesse Ruan tarafından gerçekleştirilen ve “International Journal of Vehile Safety” dergisinde yayımlanan araştırmada kullanılan yöntem, her ne kadar evrensel olsa da Çin'de elde edilen sonuçların diğer topluluklara aktarılması mümkün de keklerinki ise 145 mm genişliğinde. Derinlik ise kadınlarda 171, erkeklerde 176 mm olarak ölçülmüş. Kadın ve erkekteki farklılıkları kanıtlayan araştırmanın ardından bilim insanları bu farkın darbe üzerindeki etkilerini araştıracaklar. Hazırlayan: Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1090/5 8 Şubat 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle