Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan şıyor. 2.500 yetişkin ile ilgili verilerden yararlanan Fowler, serotonin düzeyini düzenleme konusunda etkin bir gen olan MAOA genine sahip insanların, etkin olmayan MAOA genine sahip insanlara oranla oy verme olasılığının 1.3 kez daha yüksek olduğunu gösteriyor. 5HTT tek başına böyle bir etki yaratmıyor. Fakat Fowler bu genin çevreyle çok karmaşık bir ilişki içinde bulunduğunu keşfetmiş. Spesifik bir dini gruba bağlı insanların oy verme sıklığının daha yüksek olduğu biliniyor. UrbanaChampaign'deki Illinois Üniversitesi'nden Ira Carmen başka bir gene dikkat çekiyor. Bu, dopamin düzeyini düzenleyen D4DR geni. Yüksek düzeyde dopaminin obsesifkompulsif adı verilen rahatsızlığı doğurduğu biliniyor. Carmen, bu nedenle dopaminin dünyaya düzen getirme ihtiyacı ile bağlantılı olduğu düşünüyor. Eğer bu doğru ise, yüksek dopamin düzeyi ile ilişkilendirilen D4DR geninin tutucularda daha fazla bulunma olasılığı yüksek. tmceylan@superonline.com Russel, 1923’te şöyle yazmıştı: Geleceğin imparatorlukları büyük karalarda kurulacak, onlar kendine yetmek için dış ticarete gerek duymayacak. Amerika'yı dengeleyen iki imparatorluk olacak: Çinle Rusya. Avrupa birleşirse üçüncüsü de olabilir. Dünya Şirketlerin Bu öngörü bir eksiğiyle gerçekleşmiş görünüyor, imparatorluklar doğdu ama içe kapalı kalmadı; şirketler güçlü ve pazar için sınırı kolay aşıyorlar. Yani Russel değil, ondan üç çeyrek asır geriden konuşan Marx haklı çıktı: Kapital yalnızca ülkeleri değil, ilkel kabileleri bile ele geçirdi: Dünya artık onların. İlginç ki onlar, dünyanın kendilerine kaldığını yeni anlıyor ve sadece mal satmakla değil, fiziki dünyanın geleceği, sosyal dünyanın çelişkileriyle de ilgileniyorlar. İklim değişimi, ev kadınlarına mikro kredi, toplam kalite yönetimi ve etik ilgilendikleri konular. Son dönem Osmanlı Balıkhane Müdürü Deveciyan, karada geyik vurmayı seven avcı, denize inince levrek peşine düşer der; onun gibi şirketler vahşi kapitalizmde kandan candan çıkan bir kârla dünyayı sömürdüler, vakit geldi şimdi, yeryüzünü sakinleştirecekler. Eskiden karıştırıp hakim olurlardı, şimdi yatıştırıp sahip olacaklar! Bunu yaparken de Alman sosyolog Max Weber'in izini sürüyorlar. 1901'de o, Kapitalizmin Zihniyeti ve Protestan Etiği adlı yazısında, “İnsan ruhsuz bir teknisyen, kalpsiz bir haz düşkünü oldu” diyerek şirketlerin bugün yarım yamalak yaptığının işaretini, daha o gün vermişti. İş dünyasının akıl hocası Mendosa, F. Times'taki yazısında, işadamı vahşiliği aşıp raison d'etre (*) çerçevesinde sosyal problemlerle ilgilenmelidir, diyor. Alain “Adalet yoktur, ancak yaratılırsa var olur” der. Dün şirketlerde bu yumuşak yapı yoktu, sendikaların asırlık mücadelesi onların içine bunu ister istemez soktu. Şirketler toplumu düzenlediğinde, kendilerini bugün nasıl yönetiyorlarsa onu da o gün öyle yönetirler. İş dünyasında herkes az çok yeteneğe göre para aldığına göre, o günkü parlamento seçiminde mesela her patronun oyu binle, genel müdürünki yüz, mühendisinki on, işçininki bir, işsizinki sıfırla çarpılıp sonuca muhtemelen öyle yansıtılacaktır. Halkla işbirliği kuran değil, global şirkette CEO'luk yapmış adam başbakan olacaktır. Herkesin bakabileceği kadar çocuk sahibi olmasına izin verilecek, nüfusu düşen ülkelerde para karşılığı bazılarından bakıcı, bazılarından damızlık olması istenecek, her ülkenin belki patronlardan bir mütevelli heyeti olacak, başbakan gidip ona hesap verecektir. O gün sermayedarlar şirketlerinin yanında çevre vb. sorunlarla da ilgileneceklerdir. Bu normaldir, çünkü artık dünya onlarındır. Şirketler şimdi büsbütün mantıksız davranmıyor, hatta bazıları fazla mantık bile güdüyor; Intel'in başkan yardımcısı Smith, matematiği iyi olmadığı için Türkiye'ye yatırım yapmadığını söylemişti. Adam Kaz dağlarında yapılana bakarak biliyor, binlerce ağacın bir gram altınla değiştirilmesi hangi matematik formülünde sonucu doğru veren bir işlem çıkartır ki? Sıradan insanlar şirketlerin dünyasında önceleri misafir, sonra aksesuvar olacaklardır. Kim yemyeşil bahçesinde, toprağa kendisininmiş gibi basan ve bunun verdiği için için mutluluğu özel mülkiyetten çalan sürüyle “hayvan”a tahammül eder ki! Eski günlerdeki gibi, topraklar padişahlara aitti ve üzerinde gülmek bile yasaktı hani. Herhalde dünya, nüfusunu, kadınların tüplerini Afrika'dan itibaren bağlayarak bir milyara indirecektir. Bunca doğuranlar yüz bin yıl önce oradan yayıldılar çünkü, beş bin kuşak sonraki ataları bunun karşılığını ödemeli! Nüfusun azalması savaşla olmayacak, herkesin düşündüğüne ters üçüncü dünya savaşı muhtemelen çıkmayacak, çünkü artık ulusların değil, çokuluslu sermayenin şirketleri var. Global bir savaşta, sermayenin kurtları sermayenin kuzularını yer ki, bu tamamen anlamsızdır. Zaten Russel büyük kara imparatorluklarının saldırıya değil savunmaya göre örgütleneceğini yazmıştı. Gerçekten de bugün sadece imparatorlar değil, saldıran herkes kaybediyor, her şey savunmaya göre, yeryüzü on yıllardır gökyüzüne asılı olup da ha bugün ha yarın düşecek diye beklenen nükleer başlıklar altında yaşamaktan güçlü bir savunma refleksi edindi. Haklı yere saldıran bile haksız hale düşüyor. Müthiş bir saldırıyla dünyayı ele geçirdikten sonra, her saldırının insanlık dışı bulunması bir matematiğe uyar ama o, klasik değil Gödel matematiğidir(**). (*) Olmanın sağduyusu, (**)Bir önerme klasik matematikte ya doğru ya yanlıştır, Gödel'e göreyse hem doğru hem yanlıştır. BEYİN FAALİYETLERİNDEKİ FARK Gen üzerinde sürdürülen bu araştırmalar, politik görüşlerin kalıtsallığını kanıtlamak için başvurulan tek yöntem değil. Eğer Jost'un kişilik çalışması doğru ise, tutucular ve ilericiler arasındaki farklılık beyin faaliyetlerinin ölçümlerinde de kendini gösterebilir. Örneğin birbiriyle çelişkili bilgileri işleme görevi beyindeki “Anterior Cingulate Cortex (ACC)” denilen bölgede gerçekleşir. İlericiler çelişkili fikirlere daha açık oldukları için bu bölgedeki faaliyetlerin ilerici ve tutucularda farklı olması da kaçınılmaz. Geçen eylül ayında New York Üniversitesi'nden sinir bilimci David Amodio bu varsayımını 40 denek üzerinde yürüttüğü araştırmasıyla doğruladı (Nature Neuroscience, vol 10. p 1246). Sonuçta Amodio, alışkanlık oluşumu kontrolü gibi temel beyin mekanizmalarının tutucu beyin ile muhafazakâr beyin arasında fark yarattığını söylüyor. İDDİAYA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER Bu arada siyaset bilimini biyoloji ile ilişkilendirme girişimleri sert eleştirilere de hedef oluyor. Bir kere kişilik çalışmalarının “şişirme” olduğu öne sürülüyor. Bunun nedeni açıklık gibi nitelikle ilgili özelliklerin göz rengi veya boy gibi kesin olan rakamlarla ölçülememesi. Kişiliği ölçmek için psikologlar, söz konusu özellikle ilgili bir dizi soru hazırlarlar. Örneğin açıklık özelliğini ölçmek için “düşünmeden bazı konuların üzerine balıklama atlar mısınız?” gibi bir soru yöneltilebilir. Ancak testlerdeki bazı sorular, aslında siyasi olan konulara da değinebilir. Yabancılara karşı tavır ile ilgili bir soru, doğası gereği siyasi içeriklidir. North Carolina'daki Duke Üniversitesi'nden siyaset bilimcisi Evan Charney, kişilik çalışmalarına daha genel bir eleştiri yöneltiyor. Diğerlerinin belirttiği gibi, tutucular ile ilgili ortaya çok da sevimli olmayan bir tablo çıkıyor. Tutucular dogmatik, değişiklikten hoşlanmayan kişiler olarak sergilenirken, ilericiler, açık fikirli ve özgür ruhlu kişiler olarak tanıtılıyor. Charney bu konuda şu espriyi yapıyor: “Jost'un tutuculukla penis boyutu arasında negatif bir korelasyon bulmasını beklerdim. İlericilerin çoğunlukta olduğu akademisyenlerin tutuculuğu bir hastalık olarak gösterme eğiliminde olmaları son derece anlaşılabilir.” Sulloway bu son eleştirinin göz ardı edilmesinin zor olduğunu ileri sürüyor. “Tümüyle tarafsız bir tutumla bu konuyu incelemek neredeyse olanaksız. Özellikle kullanılan dilin tüm önyargılardan arınmış olması gerekir. Tutucu akademisyenlerin yürüttüğü çalışmalar da liberallere ilişkin olumsuz öngörüler yer alıyor.” Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 2 Şubat 2008 www.msnbc.msn.com www.conservapedia.com www.pbs.org CBT 1091/ 9 15 Şubat 2008