24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz 9) ELEKTRİKLİ CİHAZLARI FİŞTE BIRAKMAYIN: Son yapılan bir araştırmaya göre ABD'li yurttaşlar elektriğe ve elektrikli cihazlara kapalı olduğundan daha fazla parayı açık olduğu dönemler için ödüyorlar. Televizyonlar, müzik çalarlar, bilgisayarlar, pil şarjörleri ve benzeri pek çok elektronik cihaz, görünürde kapalı konumdayken daha fazla enerji harcıyorlar. Bu durumda cihazları açma/kapatma düğmelerinden kapatmak yerine fişinden çekmek daha doğrudur. Konvansiyonel elektrik ampulleri yerine kompakt floresan lambaları kullanmak da milyarlarca kilovat saat kazanç sağlar. 10) TEK ÇOCUK: Bugün dünyada 6.6 milyar insan yaşıyor. BM'nin hesaplarına göre yüzyılın ortalarına doğru bu rakam 9 milyarı bulacak. BM Çevre Programı ortalama bir insanın hayatta kalması için 218 bin metrekare toprağa ihtiyacı olduğunu ileri sürüyor. Bu artış hızı ile gezegenin bu nüfusu sürdürmesinin olanaksız olduğu düşünülüyor. Bazı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde doğum oranlarındaki düşüş nüfus patlamasının önünü alabilir. Şu anda gezegenimizin ne kadar insanı rahatlıkla barındırabileceği konusunda kesin bir bilgi bulunmuyor; ancak kesin olan, iklim değişikliğinin kontrol altına alınması için kişi başına düşen enerji tüketiminin azaltılmasının şart olmasıdır. hayret@akdeniz.edu.tr “Herbirini yüzleriyle gördüğümüz, yokluklarında yüzleriyle anımsadığımız bu çocuklarımızın giderek türbanlı birer tek tip maskeye dönüşeceklerini, ulaştıkları basamaklarda birbirlerini ve hepimizi sürekli tıpkılaştırmaya yine aynı inançla sarılacaklarından korkuyorum. ” Simurg Üniversitedeki bir kesim öğrencinin geniş yelpazesinde türban bir çeşit protesto, bir isyan, bir siyasal program, bir dinsel tapınma biçimi, bir karşı devrim mayalanması, bir maruz bırakılma demektir. Görünsün görünmesin türban kimi kızlarımızın, oğullarımızın başında. Türbanlarını üniversitede özgürce taşımak istiyorlar. Bunlardan bazıları türbanı her kadının her kamusal konumda taşıması gerektiğine şiddetle inanıyor. Bunun için kırıcı olmayı bile düşünebiliyorlar. Bu eğilim giderek yöntemli, örgütlü siyasal bir devinimin önemli besin kaynağı olmaya başlıyor. Herbirini yüzleriyle gördüğümüz, yokluklarında yüzleriyle anımsadığımız bu çocuklarımızın giderek türbanlı birer tek tip maskeye dönüşeceklerini, ulaştıkları basamaklarda birbirlerini ve hepimizi sürekli tıpkılaştırmaya yine aynı inançla sarılacaklarından korkuyorum. Tanıdığımızda çocuğumuz gibi sevebileceğimiz bu maskeliler bu sevgiye fırsat bırakmayacak bir siyasi terörün beslendiği zihinler olacak. Burada bir şeye dürüstçe ve inatla karşı çıkarsak, bu maskelileşmeye karşı çıkışımız inandırıcı olabilecektir: İnsanın yüzünü tanınmaz kılan her siyasal zulme direnmeliyiz. İnsana güvenmeliyiz. Ayşe’ye, Ahmet’e, Zeynep’e, Ali’ye, Meltem’e, Erkan’a, Burcu‘a güvenmeliyiz. Birbirimize güvenmeliyiz. Onları bizden alan şey nedir? Bizi onlara uzak kılan şey nedir? Bilmeliyiz bunları. Onları maskesiz görebilmenin, maskesiz görünebilmenin yolunu bulmalıyız. Çirkin siyaset bezirgânlarının miyop kurnazlıklarına bin yılların bilgeliği ile karşılık vermelidir. Aklımızı, sevgimizi örtüp külleyen her şeye karşı çıkmalıyız. Sömürüyü, zulmü gizleyen, kadının ve erkeğin, kız ve erkek çocuğunun temel haklarını yadsıyan her şeye karşı çıkmalıyız. Aydınlık bilincimizi, içten iyi duygularımızı körelten her şeye, birbirimizden utanmamak, birbirimize kıymamak için, karşı çıkmalıyız. İnsanın içindeki koru böylesine külleyen her şeye karşı çıkmalıyız. Özgürlük bunun için istenirse, herkesin özgürlüğü olur. Çocuklarımıza bu özgürlüğü tatmalarına izin vermeliyiz. İstemelerine cesaret, bilmelerine imkân vermeliyiz. YÖK'ten sekizyüz bin öğrencinin tarikat evlerinde barındığını öğrendiğimde içimde yoksulluğun sızısını duydum. Anadolu'nun çocuklarını en zayıf yerlerinden yakalayarak bilime, Cumhuriyete yabancı bu iktidar ve siyaset çevrelerine tutsak etmenin sorumluluğunu, sorumlularını düşündüm. Bu yeni değildi. Ama şimdi çok vahim! Teokratiktotaliter bir devlet ve toplum yapılanmasının uygulamaya geçirilmesinde en kritik, en etkili aşamaya gelinmiş bulunmaktadır. Bu öğrencilerimiz mezuniyetleriyle birlikte yalnızca bir mesleğe yetkin sayılmayıp, türlü kamusal yetkilere de kavuşmaktadır. Onların yetişmesinde yapmakta olduğumuz büyük yanlışlar artık çok yakın bir geleceğin büyük felaketlerinin doğrudan nedeni olarak görülecektir. Yapılacak şey, dogmaya dogmayla karşılık vermek olmayacaktır! Yapılacak şey, bir buçuk milyon öğrencinin otuzüç bin öğretim üyesiyle uzun bir yürüyüşe çıkmasıdır. Bu yürüyüşte, yürüyenin yol, yolun yürüyen olduğunu göreceğiz. Bana üniversitemde otuz küsur öğrenci düşüyor. Ben öğrencilerimi istiyorum. Nasıl iseler, öyle gelsinler. Ben nasıl isem öyle karşılayayım onları. İşimizi doğru dürüst yapalım. Elimizle, yüreğimizle, kafamızla hep birlikte işimize verelim kendimizi. Düşünürken, üretirken, yaratırken el birliğiyle, göreceğiz ki, yaşam bizi aydınlatıyor, öylesine aydınlatıyor ki, hiçbir örtüyle hiç bir gerçeği örtmenin olanağı yok! İnsanı aldatmanın, sömürmenin dili bize hiçbir sözcükle yalanlarını söyleyemeyecek. Bunun için otuzüç bin öğretim üyesi bir buçuk milyon üniversite öğrencisini biliminin mutfağına almalıdır. Onları adlarıyla, ruhlarıyla, tüm düş ve düşünce güçleriyle saygıyla karşılamalıdır. Her birinin birer abide olduğunu bilmelidir. Bilimin, yalnızca bilimin ekseninde dönerek gerçeğe doğru yol alırken tüm dogmaların nasıl anlam kırıntıları biçiminde geride kalacağını birlikte görebilmelidir. Nihayet insan yaşamına gerçek anlamını veren şeyin yalnızca adalet arayışı olduğunu, adaletin tüm dogmalardan özgürleşmekle kavranmaya başladığını da görebilmelidir. Bu işbirliğimizin normatif yapısını biran önce kurmalıdır. Bu işlikte ulaşacağımız değerlendirmelerin öğrencinin yetişmesinde, mezuniyetinde insancıl ve önemli başarılara heveslendirici nesnel sonuçları olmalıdır. Her üniversite bunu başarabilmelidir. GELECEĞİN YAKITI 21.yüzyılın en önemli sorunu fosil yakıtların yerini hangi yakıt türünün alacağı sorusudur. Fosil yakıtın yerine çok sayıda aday bitkilerden elde edilen etanolden, sudan elektroliz yoluyla elde edilmiş hidrojene kadar olmasına karşın, hepsinin sakıncaları vardır ve hiçbiri istenilen ölçekte üretilemez. Biyoyakıtların çok sayıda olumsuz etkileri vardır. Bunlardan bazıları yiyecek fiyatlarının artması ve ürettiğinden fazla enerji tüketmesidir. Öte yandan hidrojen, su moleküllerinin parçalanması için doğal gaz veya elektrik kullanılarak yaratılmak zorundadır. Biyodizel hibrid elektrikli araçlar, kısa vadede ulaşım için en iyi çözüm olarak görülüyor. Son yapılan bir çalışmaya göre ABD'de üretilen elektrik, ülkedeki tüm araçların hibride dönüşmesi durumunda ihtiyaca yetebilecek. Ancak hibrid araçlar her koşulda elektrik enerjisine bağlıdır ve elektrik enerjisi de çoğunlukla kömür tüketerek elde edilir. Oysa bizim düşük emisyonlu enerji üretimine ihtiyacımız vardır. Bu da güneştermal enerji veya nükleer fizyon olabilir. En nihayetinde fotovoltaik piller, yörüngeye yerleştirilen güneş enerji istasyonları, hatta füzyon gibi daha spekülatif enerji kaynakları gerekebilir. Bireysel ve ulusal çözümlerden bir sonuç alınamadığı takdirde, daha radikal müdahalelere başvurulabilir. Son çare olarak düşünülen fikirlerden bazıları şöyle: •Yoğun bir yanardağ patlaması etkisini yaratabilmek için sülfat parçacıklarını havaya saçmak •Uzaya milyonlarca küçük ayna veya mercek yerleştirerek güneş ışınlarını saptırmak •Dünya'nın bazı bölümlerini yansıtıcı tabakalarla kaplayarak güneş ışınlarını uzaya geri göndermek •Denizlere demir veya başka besin maddeleri serperek planktonların daha fazla karbon emmesini sağlamak •Bulut oluşumunu artırmak veya var olan bulutların yansıtıcı özelliklerini artırmak Bütün bu çözümler önceden hesaplanamayan, beklenmedik sonuçlar doğurabilir. Hâttâ çözüm, başlangıçtaki sorundan daha büyük felaketlere yol açabilir. Ancak büyük bir olasılıkla bu çözümlerden bazılarına başvurmak zorunda kalabiliriz. Jeomühendislik olarak nitelendirilen bu uygulamalarda, karbon dioksiti havaya salmadan önce yakalayıp, derin çukurlarda, okyanus diplerinde veya karbonat mineralleri içine saklamamız gerekebilir. Böyle bir karbon avcılığı ve depolaması iklim değişikliği ile mücadelede en optimum çözüm olabilir. Derleyen. Reyhan Oksay Kaynak: Science ve Scientific American web sayfaları http://www.cnnturk.com/interactive/ http://www.guardian.co.uk/environment/2007 *Kyoto protokolü dünyadaki sera gazı emisyonunu azaltmak için tüm ulusları hedef alan yasal açıdan bağlayıcı bir antlaşmadır. Kyoto'da 1997 yılında toplanan BM konferansında alınan kararlar 2005 Şubat tarihinde yürürlüğe girdi. Gelişmiş ülkelerin yaydığı sera gazlarının 200812 yılları arasında 1990 yılındaki düzeyin % 5 altına indirilmesini öngören anlaşmayı 174 ülke onayladı. Dünyanın en büyük karbon üreticisi olan ABD 2001 yılında Kyoto protokolünü imzalamayı reddetti. 17652100 arası sıcaklık değişikliği: IPCC'nin 3. Değerlendirme Raporu'ndan alınan grafik, küresel ısı değişikliğini gösteriyor CBT 1089/15 1 Şubat 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle