17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Canlıların ölümle ilişkisinde radikal değişiklikler var Cenaze törenleri, yas tutma, ölü bedenleri, özetle ölü ve ölümle ilgili çok değişik olaylar yaşamaya başladık... Nasıl bir yol izlemek gerekiyor? Ölümü tabu sayıp, yaşlıları toplumsal açıdan ölüler sınıfına sokmayı seçebiliriz. Ya da, hayvansal bedenlerimizi evresel değişimlerden geçen varlıklar olarak kabul edebiliriz. Büyük bir çoğunluğumuz günü geldiğinde yaşlanacağımızakimilerimiz iyice yaşlanacağına göre, ikinci seçenek çok daha sağlıklıymış gibi görünüyor. Ölülere karşı duyulan bu uzaklaşma duygusu insanların yaşamlarına son zamanlarda giren benzersiz bir unsur olmakla birlikte yine de teknolojinin etkilerinden biri. Daha önceleri de bugün yoksul kesimlerde ve savaşın yaşandığı yerlerde olduğu gibi, bir yığın bebek ve genç insan yaşamlarını yitirmekteydi. O zamanlar cenaze şirketleri ya da morglar yoktu. Cansız bedenler gömülmeden önce, morglara ya da cesetlerin korunduğu özel yerlere götürülmek yerine evlerde bekletilirdi. B ilim, teknoloji ve tıptaki gelişmeler yaşlılık ve ölümle baş etme gibi konularda sergilenen tavırları büyük ölçüde etkilemiştir. Farklı biçimlerde olsa bile bu etki tüm dünyada yaşanmıştır. Söz gelimi, 19. yüzyılın sonlarına doğru Britanya çağdaş ölü yakma yöntemlerini teşvik eden ilk Batılı ülkelerden biri oldu. Sanayi devriminin en ateşli döneminde ölü yakma gelişmenin bir göstergesi sayılmakta, özellikle tıp uzmanları tarafından bu yöntem ölü bedeni toprakta çürümeye bırakmaktan çok daha sağlıklı bir çözüm olarak görülmekteydi. Ölü yakma alışkanlığı giderek daha da yaygınlaştı ve 1960’ların ortalarına gelindiğinde geleneksel gömü törenlerini bile gölgede bıraktı. 21. yüzyıla girildiğinde, Britanya’da ölenlerin yaklaşık %70’i yakılmaktaydı. İrlanda ve İtalya gibi, Katolik inancının daha köklü olduğu ve kilise yetkililerinin kremasyonu laikliğin bir dışavurumu olarak değerlendirdikleri öteki Avrupa ülkelerinde bu eğilim çok daha ağır bir süreç izledi. Ancak ölülerin gömülmesinin dinsel bir bağlılık olarak görüldüğü ABD’de kremasyon giderek yaygınlık kazanmaya başladı. İsveç’te cansız bedenin dondurularak kurutulması ve ardından parçalanarak toprağa serpiştirilmesi yönünde bir seçenekten söz ediliyor. Daha da sınırları zorlayan bir seçenek olarak, ABD’de kimileri bedenlerini hatta yalnızca başlarını dondurtup, ölümcül bir hastalığa çözüm bulununcaya dek beklemeyi ya da cansız kişinin beynine yeni bir beden geliştirmeyi düşünüyor. Bu tür değişimler ölenlerin ardında bıraktıkları somut anıların giderek azalması, ölülerin geride kalanlara giderek görünmez kılınmaları anlamına geliyor. Yas tutma gelenekleri de her geçen gün değişiyor. Artık insanlar ölen kişiden bir an önce kurtulmak ve olabildiğince kısa sürede “normale dönmek” istiyorlar. Yarım yüzyıl önce, Britanyalı toplumsal insanbilim uzmanı Geoffrey Gorer ölümün tabu bir sohbet konusu olarak artık cinselliğin yerini aldığına dikkat çekiyordu. TEKNOLOJİNİN ETKİSİ Ortalama yaşam süreleri arttıkça ölüm daha çok ileri yaşla ilintilendirilen bir kavrama dönüştü ve dolayısıyla daha genç yaştakilerin düşünmek istemedikleri bir zaman dilimiyle özdeşleştirildi. Bu zaman dilimi huzurevlerine terk edilen bunak yaşlıları çağrıştırmaya başladı. Öyle ki, artık yaşlı bir kişinin cansız bedeninin ailesi ya da dostları olmadan huzurevinden alınıp yakılması ya da gömülmesi yaşamımızın son derece doğal olgularından biri. Gelişmiş ülkelerde yaşayan gençlerin büyük bir çoğunluğu ölümün gerçek yüzüyle hiç karşılaşmadı. Tüketime odaklı toplumumuzda ölüleri tümden başımızdan savabiliriz. Gelgelelim, bu savmanın da beraberinde getireceği birtakım sonuçlar var. Böyle bir tavır yaşlıların toplumdan soyutlanmalarına, belki de kimi kamusal alanlardan uzak tutulmalarına neden olacağından onları olumsuz yönde etkileyecektir. Ölümün kurgusal eğlencedeki rolüyle birleştiğinde, bu durum insanların kafalarında ölüm ve ölülerle ilgili garip bir korku duygusunun yer etmesine neden olacaktır. GÖZDE SOHBET KONUSU Günümüzde de bu görüş acaba geçerliğini koruyor mu? Bir açıdan bakıldığında, Gorer’in öne sürdüğü gidişat ters yöne dönmüş gibi görünüyor. Şimdilerde ölüm hiç görülmediği kadar gözde bir sohbet konusu olmakla kalmayıp, sinema ve televizyonda da en çok kullanılan izleklerden biri. İnternet ölüm konusunun işlendiği sitelerle dolup taşıyor; ölümle ilgili araştırma, dergi ve bültenlerin sayısı her geçen gün daha da artıyor; insanlar tanıtımlar yoluyla vasiyetlerini yazdırmaya ve cenaze törenlerini tasarlamaya teşvik ediliyorlar; ölümle ilgili destek grupları ve kılavuz kitapçıklar mantar gibi bitiyor. Kederle ilgili kuram ve görüşler rağbette; keder danışmanları acı çekenlere yardımcı olmaya hazırlar. Ölümcül hastalıklara yakalanıp yaşamlarını kendi istekleriyle sonlandırmak isteyenler için ötenaziye duyulan ilgi giderek artıyor. Ne var ki, özellikle de “gerçek ölüm” ölümle somut olarak yüzleşme söz konusu olduğunda, Gorer’in tabusunun daha da güçlendiği görülüyor. Günümüzde oldukça büyük bir azınlık cenaze törenlerine dek ölümle göz göze gelmemeyi yeğlerken, ABD’de ölülere canlı görünümü verilmesi amacıyla kozmetiklerden yararlanılıyor. Birçok ülkede cansız bedenlerin kamu önünde ya da televizyonda gözler önüne serilmesinden kaçınılması ölümün itici bir olgu olduğunun somut bir göstergesi. Görünüşe bakılırsa, insanlar ekrandaki ölü mankenlere yakınlaştıkça gerçek ölülerden uzaklaşıyorlar. Ekranda görülen kurgusal ölülerin varlığı, tanınan ve sevilen bir kişinin soğuk ve sessiz varlığından bir hayli uzak. CENAZE TÖRENLERİ Teknolojide çok daha yakın bir geçmişte elde edilen gelişmeler cenaze törenleriyle ilgili alışkanlıkları başka açılardan da giderek değiştirmeye başladı. Britanya’da bir zamanlar cansız bedenlerin yakıldıktan sonraki kalıntıları toprağa gömülürken, artık bu kalıntılardan çok daha yaratıcı biçimlerde yararlanıldığınaölen kişinin anısının canlı tutulması ve o kişiyle ilişkinin sürdürülmesi amacıyla kalıntıların takılara dönüştürüldüğüne bile tanık olunuyor. Tüm bunlar sürerken bir yandan kirlilikle ilgili kaygılar da yoğunlaşıyor ve karbon salınımı yüzünden ölülerin yakılması giderek sağlıklı bir yöntem olmaktan çıkıyor. Şimdilerde, tabut ve mezarlıkların olmadığı ve ölülerin doğal ormanlık alanlara gömülerek çürümeye bırakıldığı “çevreci” gömü törenlerine giderek daha çok ilgi duyulmaya başlanıyor. NE YAPMALI Ne var ki, bu durum tam anlamıyla tek yönlü değildir. İnsanlar artık yakılan bedenlerin kalıntılarıyla giderek daha barışıklar ve Britanya’da (öteki Avrupa ülkelerine kıyasla daha yoğun bir biçimde) birçok kişi sevdiklerinin küllerini evlerinin bir köşesinde saklıyorlar. Kimileri ölüm korkusunu yenmek ve acılarını yatıştırmak niyetiyle yakınlarının cansız bedenleriyle daha da iç içe olmak; onların cenazelerine kendi elleriyle hazırlamak istiyorlar. O zaman, nasıl bir yol izlemek gerekiyor? Ölümü tabu sayıp, yaşlıları toplumsal açıdan ölüler sınıfına sokmayı seçebiliriz ya da hayvansal bedenlerimizi evresel değişimlerden geçen varlıklar olarak kabul edebiliriz. Büyük bir çoğunluğumuz günü geldiğinde yaşlanacağımıza kimilerimiz iyice yaşlanacağına göre, ikinci seçenek çok daha sağlıklıymış gibi görünüyor. Yaşlılık insanoğluna oldukça yeni bağışlanmış bir armağan. Yaşlılığı araştırmak ve iyice kavramak henüz bilmediğimiz bir yığın gerçeği keşfetmemizi sağlayabilir. Türkçesi Rita Urgan Kaynak: New Scientist, 13 Ekim 08 s. 48 BAŞTARAFI 10. SAYFADA Bu bağlamda Batılı laik dünya sözcülerinin ‘ılımlı İslam’ formülü ikiyüzlü ve iğrenç bir politik oyundur. Tartışılamayacak olgu şudur: Dünya politik yapılaşmasının molekülü ulusal devlettir. Ve dünyanın bütün ulusal devletleri, Müslümanlar dışında, laiktir. İslam ne Ürdün’le Suriye’yi, ne de Mısır’la Libya’yı birleştirebilmiştir. Amerika’nın sözde demokratik ve Irak toplumunu yok eden saldırısından sonra, Irak’ta Sünnilerle Şiiler, bugünlerde, İ.S. 8. yüzyılda, aile ve aşiretleri arasındaki eski tartışmaları yineliyorlar. İslam’ı yönlendiren kapitalist emperyalizmin belgelenmiş amacı ise amorf bir İslam dünyasını 21. yüzyılda sömürge ve pazar olarak kullanmaktır. İslam dünyası çağdaşlaşmaya yeni başladı. Müslüman toplumlar Avusturalyalı Aboricinler, Brezilya’nın ormanlarında yaşayan yerliler, Afrika siyahlarından ancak bir adım öndeler. Gökdelen, otomobil, cep telefonu çağdaşı tanımlamıyor. Bugün milliyetçiliğin zayıfladığını söyleyenlerin başta gelen gerekçesi küreselleşme ve finans kapitalin ortaya çıkardığı tüketim ürünleri ve onlarla birlikte gelen tüketime bağ lı uluslararası dayatmalardır. Fakat tüketim, insanların geleneksel düşünce ve davranışlarına ambargo koyamıyor. Toplumların ulus değil sadece insan olarak yaşayacakları pasaportsuz bir dünya kuşkusuz çok daha ideal bir yaşam ortamı sayılabilir. Ne var ki dil, din, fakirlik engelleri aşılmadan böyle bir dünya düşlemek olanaksızdır. Amerikalı ve Avrupalılar bize ‘ılımlı İslam’ önerdikleri zaman Irak’ı unutamayız. Geleceğe korkusuz ulaşmak için ulusu çağdaş bir eğitimle yetiştirmekten başka bir yöntem yoktur. CBT 1124 / 22 3 Ekim 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle