01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan [email protected] Kültür Burada bir insanın nasıl elde edileceğini anlatarak, birçok insanın elde edilmemesini sağlamaya çalışacağım, yani kötülüğü tanıtarak sonunda iyiliğin artmasını sağlayacağım. Buna karşı şu sorulabilir, kötülüğü öğreterek iyilerin de kötü olmasına neden olmuyor musunuz? Buna cevabım evettir, bir miktar iyi, kötü saflarına geçecektir bu yolla, ama önemli miktarda iyi de kötülerin kurbanı olmaktan kurtulacaktır. Hem sonra kötülerin içine, kötülüğün yolları doğuştan konulmuştur, bu yazıyı okuyacak yaşa geldiğinde insan, öğrenerek ancak ihmal edilecek düzeyde kötü olabilir. Ulus Devletin Çatısını Sökmek Üzerine Cumhuriyetle birlikte doğan biri olarak Cumhuriyetin gençlere vermeye çalıştığı Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti kavramlarıyla yetiştim. Dünyada dolaştığım pek çok ülkede ulusçuluğun bütün öğelerine ve uç konumlarına tanık olarak Türklerin ulus bilincinin sınırlılığı ile de, pek çok Türk gibi, dertlendim. Fakat İttihat Terakki kurulduğu zaman henüz ‘Türk’ yerine ‘Osmanlı’nın kullanıldığını anımsayınca, okumamış Anadolu köylüsünün ulus bilincine sahip olmasının olanaksızlığı da şaşırtıcı değildir. Doğan Kuban İnsan Elde Etmek Bir insanı elde etmenin yolu, onu önce sert bir şeyle karşılamaktır. Bir tokat, gerçek ya da sembolik bir tehdit, sindirici bir öfke, çarpıcı bir güzellik, umursamazca sunulmuş başarı elde edilecek kişide istenen etkiyi yaratabilir. Bu durumda onun duyduğu daha çok bağışlanma arzusudur; “Tanrı bile” der Descartes, “olmuş olayı olmamış gösteremez.” O yüzden kimse yaşadığı sertliği ve sonunda gelişen ezilmişliği yok sayamaz ve otomatik olarak bağışlanmaya gereksinim duyar. İkinci aşama uzun bir sessizlik dönemidir. Bu dönemde kişi, sert bir etkiyle iç dünyasına sembolik olarak yerleşen kişiyi, zihninde sindirebileceği bir hale getirir ve ona bir yücelik ekler. Yüceleştirme gereklidir, çünkü sertlik ancak yüksek bir yerden gelirse hazmedilir. Bayağının tersine yüce, her zaman adildir ve hakkı teslim eder. Adalet herkes için bir sığınma yeridir ve her yüce kişide doğuştan var olduğu kabul edilir. Sessizliğin sonunda, etkiyi yaratan yüceleştirilmiş, elde edilecek kişide, kendi yarattığı yüceliğe karşı merak belirmiştir. Bağlanma ihtiyacını karşılamak isteyen her insan işe birini yüceleştirerek başlar. Üçüncü aşama olarak, uzun bir sessizlikten sonraki karşılaşmada sımsıcak bir hava yaratılıp, karşı taraf tek bir cümleyle kuvvetli biçimde olumlanır (affirmative action). Olumlama, yaratılmış sert etkinin izlerini tedavi edici olduğundan, serin bir pansuman gibi bağımlılık oluşturur. Herkes öncelikle, yarayı oluşturanın yapacağı tedaviye muhtaçtır. Bağlanmış kişi, olumlamış birisini kusursuzca izler ve özrünü giderir. Sadece yaranın iyileşmesi huzura kavuşturmaz, aynı zamanda yarayı yaratanın da, bir yara daha oluşturmayacak şekilde dindirilmesi gerekir, bunun yolu da, ona kendini bırakmak, onun sevgisini kazanmak ve ona sığınmaktır. Olumlamanın içinde zorunlu olarak sevgi olduğundan, olumlanmak sevgiyi kazanmak anlamına gelir ve ele geçirilmeyi getirir. Dördüncü aşamada güven sağlamak önemlidir. Ağız sıkılığı, suistimal olmaması, karşı tarafın makul taleplerinin karşılanması, makul olmayanlarınsa nedeni açıklanarak reddedilmesi belli bir sürenin sonunda güvenin tesisini sağlar. Güven, insan kazanmanın temelidir ve güven yaratmak, güvensizlik yaratacak açık nokta bırakmamaktan fazla bir şeydir. Güven, temelde doğruya sadıklıktır. Güvenilir kişiden beklenen de, “doğru olan kişiye sadık olmasıdır.” Beşinci aşama, oluşabilecek sorunların açıklıkla konuşulmasına izin vermek ve hepsini fazla hırpalayıcı olmadan çözüme kavuşturmaktır. Böylece elde edilecek kişi, olağan bir hayatın içinde fakat olağanüstü bir kişinin yanında olduğunu düşünür ve onu asla kaybetmemesi gerektiği fikrine kapılır. Kusursuz bir perhizin bir süre sonra tıkanması gibi, her şey sorunsuz ilerlerse bunun sahte bir durum olduğu anlaşılır, iki insanın arasındaki ilişki olağansa eğer, her şey “çok iyi” gitmemelidir. Yücelik verilmiş, çok billurlu, ışık geçiren oniks mermerinden bir heykel, ancak mezarlık mermerinden sıradan bir kaidenin üzerine oturduğunda ayakta kalır! Altıncı aşamada, sıradanlığın başladığı sırada, ani bir şey yapılabilir; örneğin bir sabah birden karar verip keşfetmek üzere bir mağaraya girilebilir. Yedinci aşama, beraberliği kalıcı hale getirmenin yolu olarak karşıdakini derin biçimde sevmektir. Bir insanı karaciğerine kadar sevmek bu aşamada gerçekleşir. Sevgi, ele geçirmekte en etkili işlemdir, çünkü içine girildiğinde onun bir daha dışına çıkılamaz. Sekizinci aşamada, karşıdakine karşı sevgi benliğin kontrolünden çıkar, sevilenin kontrolüne girer, bu aşamada onu hâlâ elde tutmak, ona karşı yönelmiş kusursuz bir sevgide yer bulur, o noktadan sonra elde tutmak, ancak elde tutulmakla mümkün olur. Buradaki efsun ve şuyun o dur ki, en fazla zarar veren ya da en çok kâr getiren iş sevgidir! O smanlı’nın kimliği Müslüman kimlik ve yöresel kimliklerdir. Kimlik bağlamsal bir kavramdır. Amerikalı ya da Rusyalı yanında ben Türkiyeli ya da Türk’üm. Hıristiyan’la konuşurken Müslüman kimlik söz konusudur. Türkiye’de birisi Trabzonlu diğeri Malatyalıdır. Birileri Kürt’tür, Lazdır, Gürcü, Çerkez, Yörük, Manastırlıdır; iki Sivaslıdan biri Zaralı, biri Divriğilidir. Kimlik sorunu cehalete ve kendi tarihimiz konusundaki bilgisizliğe değil, bir ulusal mitosun bile yeterince oluşmamasına bağlı bir durumdur. Son yıllarda Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı gibi destansı mücadelelere ilişkin romanlara halkın büyük bir kesiminin ilgi duyup, okuduklarını izleyip seviniyoruz. Fakat bu duygusal tepkiler Türkiye’deki ulusçuluk ve Cumhuriyet karşıtı düşünce ve davranışların varlığına engel olmuyor. İstanbulluların ellerinde bayraklarla miting yaptıkları günlerde oğlum yaşında bir profesörle tartıştık. Bana “Sokakta bu ilkel tavırlarla bayrak taşıyan, marş söyleyen adamlarla nasıl birlikte olursunuz?” diye sordu. Kendisine bunların iktidara karşı politik gösteri olduğunu, fakat bu eylemlerin bayrak, ulusal marş, Cumhuriyet gibi içinde büyüyüp, yetişip, yaşadığımız ülkenin kuruluşunun temeli olan temel kavram ve simgelere saldırmak için neden olmayacağını anlatmaya çalıştım. Benim profesör olmamdan sonra doğmuş genç adam sanki benim dilimi konuşmuyordu. Türk okullarında okumamış, ulusal marşı söylememişti. Bu yabancılaşmanın nedenlerini açıklıkla kavrayamadığım için gazete köşelerindeki iyi beslenen condottiro’ların kendilerini aydın sananlara aşıladıkları ulusçuluk düşmanlığının nedenlerini aydınlatmak ve içeriğini tartışmak gerekli. HEPSİ ULUS DEVLET Önce soru sormadan kesin bir gözlem yapma olasılığı var: Bugün dünyanın bütün kıtalarında sadece ulus devlet var. Amerika, İngiltere, Rusya ve Çin de dahil, kendilerine ulus diyen, sanan, ya da pratik nedenlerle o statüyü kabul etmiş insanlardan oluşan insan topluluklarının kurdukları ulus devletleri. Toplumlar Amerika gibi bir etnik pazar ya da Belçika ve İsviçre gibi değişik etnik grupları ve dilleri barındıran ülkeler. Eski Yugoslavya’da Slovenya, Hırvatistan, BosnaHersek, Sırbistan, Karadağ, Makedonya ve Kosova vardı. Toplumsal yapıları, kültürleri, tarihleri, dil ya da diyalektleri farklı bu ülkeler ulus devlet diye örgütlendikleri zaman, sınırları, o sınırları koruyan orduları, bayrakları, ulusal marşları, ulusal olimpiyat takımları olur. Kuşkusuz ulusal tarihleri de vardır. Tek politik gerçek, dünyada sadece ulus devletlerin var olduğudur. Milliyet düşmanı köşe yazarlarının önce, bu olgunun varlığını görmeleri gerekir. Türkiye’de bilgili oldukları gerçekten kuşkulu piyasa allameleri var. Demokrasi diye bağırıp çağırıyorlar. Bunlar bir yandan da ‘milliyetçilik’ düşmanları. Fakat demokrasinin gelişmesinin ulus devletle ilişkisini ve demokrasinin gelişebilmesi için ‘polyarchy’ denilen kurumlaşmanın içeriğini ve Türkiye’nin bugünkü kurumlaşmasını düşünmeleri gerek. (Bir referans: Robert A. Dahl, Democracy and Its Critics, Yale University, 1989.) Ne yazık ki Türkiye’de okumuş cehaleti, halkın cehaletinden beter. Ulus fikri ve ulus devleti Kara Mustafa Paşa Viyana muhasarasına giderken ne Türkiye’de ne de Avusturya’da yoktu. Fakat Türkler, Hırvatlar, Macarlar, Çekler, Yunanlılar, Ermeniler, Araplar, Kürtler, Almanlar, Ruslar, Polonyalılar vardı. Ulus fikri Amerikan ve Fransız devrimlerinden sonra şekillendi. Onunla birlikte ulusal devlet fikri de gelişti. CBT 1124/ 10 3 Ekim 2008 ORTAK KABULLER Alexis de Tocqueville “Amerika’da Demokrasi” adlı çok ünlü kitabında şöyle diyordu: “Bir toplumun var olması ve gelişmesi için, bütün vatandaşların düşüncelerinin bir araya gelmesi, ve egemen bir fikir etrafında birleşmesi gerekir. Bu ancak her vatandaşın, daha önceden ortaya çıkmış ortak kabullere ve düşüncelere dayanan bir fikre sahip olmasıyla olur.” Ziya Gökalp, 1923’lerde, ulus ırki ya da etnik, hatta coğrafi ve politik bir birlik
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle